Öyle bir döneme girdik ki, artık "at izi, it izine karıştı" karıştı ve "kral çıplak" demenin de vakti geldiği gibi, geçiyor bile.
Haklı olarak sorulabilir, "neden?" diye.
Öyle bir ülke düşünün ki, tarihi kökleri binlerce yıla dayanır. Hani Ahmet Arif'in dediği gibi, "Havva Anan dünkü çocuk sayılır/ Anadoluyum ben/ Tanıyor musun?" dediği.
Yüzlerce devlet, bir o kadar millet, o kadar olmasa da, dinler, savaşlar say say bitmez öyküsü bu toprakların ve art ülkesinin.
Kültür ve medeniyet dersin, eğitim dersin, yazı dersin yine karşına Anadolu ve suladığı topraklar çıkar. İlk yazıyı Mezopotamya'da M.Ö 3.500'ler de yaşamış, Sümerler bulmuşlardır..
Bilginin kaynağı, kültür yazılı kaynaklardır ve karşınıza bu kez de, Kayseri şehir merkezine 24 km uzaklıktaki Kültepe'de, Anadolu’da ki Tunç Çağı yerleşimlerinin en ünlülerinden, Hititlerden hemen önceki dönem Anadolu tarihine ışık tutan tabletlerle karşılaşırız.
Osmanlı bile, o ışığı belli dönemler körletse de yine Türkiye Cumhuriyetine Mustafa Kemaller, Namık Kemaller, Börklüce Mustafalar, Pir Sultanlar, Köroğlu, Yunus Emreleri taşımıştır.
O yüzden bu topraklar "gözlü topraklardır".
Bazen nazar değer, bazen dost eli değse de, iki hain uşak bulanlar eline verdiği, üstüne giydirdiği çullar ve boynuna başladığı yular ile savurur durur bu toprakları yıllardır.
Çağlar açıp çağ kapatması yeni bir şey değildir bu toprakların. Fatih Sultan Mehmet ile Orta Çağı yerle bir eder ve Yeni Çağa kapı aralar.
Yeni Çağı, Yakın Çağa 1789'larda Fransız Burjuvazisi taşır ama, 1919'larada Mustafa Kemal (Atatürk), Anadolu direnişi ile masum ve mazlum halkaları, milletleri anti emperyalist bir savaş ile dünya yurttaşı, özgür bireyler olmaya taşır.
Dünya sanayi devrimi ile debelenir, savaşır, bölüşür, üleşir ama Anadolu öküzlü, atlı, eşekli karasabandan zor çıkar pulluklarla.
Ve özgürlük rüzgarları eser tüm dünyada. Avrupa'da ayrı bir 68'liler, ülkemde ayrı bir 68'liler. Asya'ya ise "çiçek çocuklar" göçer, benim ülkemin gençleri de işkence hanelere ve dar ağaçlarına taşınır.
Yetmez, 12 Martlar, "24 Ocak"lar için çok canların yanması, "ocakların sönmesi" gerekmektedir. Ve bir gece okyanusun öteki yüzünün oğlanları ülkemin kapısını kırıp gireler hanelere.
Ve gidiş, o gidiş; geliş ise o geliş.
Madenler, ormanlar, dağlar ne var ise HESler, "kesler" ile yok edilir.
Benim sorunum yoktu başörtülü kadınlar ile, ama kara çarşafa da tıkın, tıkılın demedik ki.
Çalışanların haklarını koruyacak sendikaların çoğunda öyle bir konfor var ki, herkes al gülüm ver gülüm içinde.
İktidar, iktidar olunan, muhalefet ise gölge edilemeyen yerlerde kurmuşlar kurtlar sofrasını. Halk ya da yurttaşlar mı?
"Düğün evinin çalgıcısı, ölü evinin yascısı". Televizyonlarda "inleyen nağmeler" ile ruhunuzu sarıp sarmalamak ile uğraşıyorlar. Yetmedi hafta sonuna kadar gazınız bitmedi ise, hisseli harikalar kumpanyası modunda, görkemli, görkemsiz hatıra ve harikalar.
Bütün bunlar, yerseniz sunulan şeyler.
Son zamanlarda Ankara'da olan bir çok solun partili, partisiz, en merkezinden en soluna kadar hepsinin toplantılarına katılıyorum.
Ve çok da eğleniyorum. Neden mi?
Sebebini bilmiyorum desem de biliyorum ama yine de bilmiyor modunda olayım, ha bire milletvekillerinden, sıradan üyelerden, gazetecilerden herkes bir şeyler anlatıyor. Peki sonuç.
Bu tür yönetsel süreçler, analiz, ideoloji, teori, pratik ile yapılır.
Konuşanların hepsinin birer titri ve verilmiş, sunulmuş makamları ve mevkileri vardır, ona da eyvallah!..
Peki ne söylüyorlar?
Siyaset, ideoloji ile yapılan bir süreç ve eylemdir.
Hangi ideoloji ile neyin siyaseti yapılıyor. "Sessuzluk!.."
Peki haydi ideoloji yok, o zaman birileri bir şeylerin teorisini ima etmesi gerekmez mi? Öyle ya, teori yol tarifi olduğuna göre, gidilen yol neyin ve kimin yolu? Fazla laf kalabalığı yapıp "entel dantel" işler bulaşmanın da alemi yok. "Hocam öyle diyo!.. " Ona da eyvallah.
İyi de bu işleri daha önceden yapanlar kimler?
Aşk olsun ya, deneyimden bol ne var. Üç beş günlük yöneticilik yapmış mış gibiler ile, seçim kaybetmiş başkandan bol ne var!..
Tamam onu da anladım.
Eeee, seçimler kazanılır ve iktidarın bir kenarından tutulur ise, kimin ile neyi nasıl yapacaksın?
O gün gelince, her şey hazır abi!..
Bu iktidarın "eciğinden bücüğüne kadar" her şeyi aşama aşama hesaplayıp, planladığı bir süreçte, "adamım ile, yoksa madamım ile" yol gideceklere şimdiden hayırlı yolculuklar.
Daha önce, referandum yeterince bir şeyler öğretmedi mi?
Ya, Cumhurbaşkanlığı seçimleri. Hala ayılamadınız mı yoksa!..
Sizin oralarda ne, nasıl söylenir bilemem ama, bizim oralarda, "el, elin eşeğini türkü söyleyerek arar" derler.
Bu kafa ve ense olduktan sonra, daha çok şaplarlar sıradadır da, kimin umurunda ki. Herkesin adamı ve madamı var ya!..
Bilen bilir de, bilmeyenlere, 1970'lerin sonunda, Ankara Sanat Tiyatrosunda, Bilgesu Erenus'un tiyatrosunu (NEREYE PAYİDAR), Yılmaz Onayın da aşağıda ki şarkının sözlerini yazdığı ve daha sonra da Timur Selçuk'tan zevkle dinlediğimiz o şarkının sözler şöyleydi: "Nereye payidar nereye/ Şefle iyi geçinsen de/ Bugün için sevilsen de/ Çıkmaz bu yol bir yere”!..
Bu ve böyle kafa ile siyaseti böyle okudukça ve yaptıkça bu şarkıyı bir kez daha dinlemeye hazır olun!..