Dün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı idi. Hani tarihin şanslı-şanssız dönemleri vardır ya, işte öyle bir dönemde, Koronavirüslü günlere denk geldi. Ve kutlamların şekli değişti.
--Bu arda da, Ulusal Egemenlik/Bağımsızlık Bayramını kutladığımız günün gecesi de, nüfusun büyük çoğunluğunun Müslüman ve bir o kadarına yakının da Sünni Müslüman, kalanının da Şia Müslüman olan halkımız da Ramazan ayına girdi ve Oruç'a kalkıldı.
--Yaşamımızın yönetsel boyutu olan Cumhuriyetimizin temellerini atacak ve Devletimizi kurcak olan TBMM'nin kurulduğu yılın yüzüncü yıl dönümü gecesinde, inanlarca Ramazan Orucuna kalkılacak olması da, bu toprakların ve yaşayanlarının zenginliği olsa gerek. Allah kabul etsin.
--Bütün bunlar gelişmiş, insanına insanca yaşama hakkı tanımış ülkelerce çok güzel sayılabilecek güzellikler ve ayrıcalıklar.
--Ben "az gelişmiş" lafını sevmem. Gelişme zaten bir süreçtir. Azı çoğu olmaz. Hani kültür gibi. Bunu deyince, aklıma geldi.
--Üniversiteye başlamışız. Sosyal Antropoloji dersimize de daha sonra ne kadar da ünlü olduğunu anlayacağımProfesör Bozkurt Güvenç giriyor. Ve daha ilk derste, Kültür, kültürlü, az kültürlü, çok kültürlü gibi kavramlar hakkında ne düşündüğümüzü sordu.
--Hemen hemen hepimiz de, duyup öğrendiğimiz bilgi ve cümleleri anımsadık. Hani derler ya: "Çok kültürlü Adam/Kadın" diye. Ya da tam tersi, "kültürsüz şey".
--Tabi hepimiz bu önyargılar ve bilgiler ile bir çok güzellemeler yaptık, az kültürlülük- çok kültürlülük üzerine.
--Hoca da demez mi, kültürün azı, çoğu olmaz. Kültürün kendisi olduğu kadar bir şeydir. Ne ise, O'dur. demez mi.
--Haydaa, ayıkla pirincin taşını. Ulan, iyi ki Üniversite'ye geldik. Dakika bir, gol bir. Daha ilk bildiklerimizden birisi yanlış çıktı.
--Gerçekten de, az kültürlü, çok kültürlü diye bir şey yoktu. Çünkü, kültür insan topluluklarının zaman içinde yaratıkları değerler bütünü idi. Kıyaslanacak bir şey yoktu. Ne ise, O!.. O kadar.
--Yönetim ve inanç konularında da, toplumsal barış ve huzurun olabilmesi için bazı toplumsal kabullerin olması gerek.
--Evren denilen düzlemde, her şey bir değişim ve dönüşüm geçiriyor, evrimleşiyor.. Bu da işin doğası gerek.
--Bu saatten sonra Osmanlı İmparatorluğu "iyi idi" ya da "kötü idi" gibisinden, bilimsel ya da siyasi bir tartışma içinde değil isek, günlük yaşamda konuşmanın ve tartışmanın hiç bir anlamı yok. Feodal dönemin bütün İmparatotlukları gibi, Osmanlı İmparatorluğu da sürecini tamamladı, Avustur-Macaristan, Rusya İmparatorlukları gibi o da çağına ayak uyduramadılar; Kapitalizm de onları parçaldı, yuttu ve yok etti. Olay bu kadar basit.
--Orhan Kemal'in dediği gibi, gerçekten bu topraklar "bereketli topraklar". Kuruyan bir ağacın dalı, kökü bile bir filiz verir.
--Türkiye Cumhuriyeti de, tüm dünyanın parçalayıp yutmak üzere el birliği, iş birliği yaptığı bir dönem ve yerlerde, yine bir avuç inançlı yurtsever tarafından düşmana ve işbirlikçilerine karşı mücadele edilerek, verilerek kurulmuş on altı devletten birisi ama Tek'idir.
--14. yüzyılda Tunus'da doğan, Kahire'de yaşayan ve ölen; modern historiyografinin, sosyolojinin ve iktisatın öncülerinden kabul edilen İslam düşünürü İbn-i Haldun'un dediği gibi "Coğrafya, toplumların kaderidir.
--Bilgi, muhteşem bir şey olmanın yanında rahatsız edicidir de.
--Örneğin, "Türk" kavramı ile ilgili olarak, "Türkiye Cumhuriyeti" kavramından ayırarak bir şey demek istiyorum.
--Günümüzde, Dünyanın değişik dölgelerinde 7'si bağımsız, 15'i de yarı bağımsız olmak üzere 22 Türk devleti vardır.
--Eee peki Dinleri?
--Çok değişik bölge ve iklim kuşağında yaşayan Türkler, tarihleri boyunca Göktanrı dini, Budizm, Maniheizm, Musevilik, Nesturi Hıristiyanlık ve İslam dini gibi bir çok dini inanışı kabullenmişler ve eskiden olduğu gibi günümüzde de bu dini inanış çeşitliliği sürdürmektediler.
--Diğer yerlerde yaşayanlardan ne kadar şanslı-şanssız olduğumuzu tartışmasının bir anlamı yok. İbn-i Haldun'un dediği gibi, "Coğrafya kaderdir". Nokta.
--Ha, "daha iyi nasıl yaşarız" diye tartışmayacak, araştırmayacak ve çalışmayacak mıyız? Asla, adam gibi öğrenip, tartışıp "karımızdan da konuşmadan" sorunlara çözümler üreteceğiz.
--Devletlerin, Milletlerin kaderlerinde, yaşam çizgilerinde bir takım zaman çok önemlidir. Durup düşünmeleri, eksiklerini fazlalıklarını görmelerine fırsat verir.
--1920 yılında açılan, bu devleti kuran, bu milleti esaretten kurtaran bir şavaşı yöneten ve kazanan bir Türkiye Bütük Milet Meclisi (TBMM) var. Ve halkın duyarlılığı olmasa, kimse kusura bakmasın, nerdeyse, hiç bir şey olmamış gibi geçecekti 100'üncü yıl dönümü.
--Bütün resmi protokol törenlerini es geçiyorum. Onlar, düzenleyenlerin kararları doğrultusunda olur. Doğrusu yanlışı olmaz. Gücü elinde bulunduran ne diyor ise o, olur. Yok sen farklı istiyor isen, o zaman oralara sen geç ve sen yap. Boş lafı bırakın.
--Ama, TBMM'nin 100'üncü yılının bir başla özelliği daha var, o da TBMM'nin, bir devlet ve halkı da "padişah'ın kulu" olmaktan çıkarıp, egemenliği kendi üzerine aldığı bir Cumhuriyet kuruması ve dün de bu Cumhuriyetin ve Devletin kuruluşunun 100'üncü yılı olması idi.
--Bu, öyle her devlete, millete nasip olacak bir durum da değildir. Kıymetini iyi bilmek ve farkında olmak gerek.
--Ha farkında olduk mu?
--Bu sorunun yanıtı, sizin nerede olduğunuza bağlı. Eğer, bu ülkenin kuruluş değerlerine, ilkelerine ve kurucusuna saygınız var ise, gündüz olmasa da, bu ülkede saat gece dokuz suları yatsı ezanının okunduğunu, ve ilk teravih namazının da 23 Nisan gecesi kılınacağını herkes bilir.
--Balkonlarda "İSTAKLÂL MARŞI" okumak için tam bu saati bulmak için baya gayret sarf etmek gerekir idi. Buna ses çıkamayarak uymak da. Allahtan halk, hava karardıktan sonra, Türk Bayraklarını ve Atatürk posterini alıp, balkonların ışıklarını açıp-kapayıp 10'uncu yıl, Dağbaşını Duman Almış gibi marşlar ile saat 21.00'de de İstiklâl Marşını büyük bir çoşku ile söyleyerek değerli Hocam, Prof Bilsay Kuruç'un dediği gibi, Ulusal Eegemenlik Bayramı ilk defa evlere bu kadar ve böyle girmişti.
--Bu günden itibaren bir çok kişi inancı gereği oruç tutacak. Tutan ya da tutmayanların, oruç tutanlara, oruç tutanlarında tutmayan ya da tutamayanlara saygılı olmaları gerek.
--Bunu demeye gerek var mı? Evet.
--Ülkenin kurucusunun resmini bile doğru şekilde asamayan (ki kasten- Eşeğini dövemeyen semerini dövermiş) bir Üniversite düşünebiliyor musunuz.
--Sıradan bir işi bile böyle yapan bir Üniversite kurumunun, nasıl bir eğitim vereceğini, yapacağını düşünmek bile istemiyorum.
--O yüzden, bilgili, bilinçli ve hoş görülü olmak zorundayız. Çünkü, Büyük Atatürk'ün dediği gibi, "Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir". Cumhuriyet bizim her şeyimizdir.
--Cumhuriyetin yıklıması, yok olması Devletin yıkılması yok olması demektir. Devlet yok olur ise; Cumhuriyet kurulur iken, yabancı hainler ile işbirliği yapanların kendilerinin çoğunun, çoluk-çocuklarının da ne sıkıntılar çekttiklerini, bu kişilerin anılarından okusalar iyi olur.
--Hani "Nefes" filminin o ünlü repliği var yardı ya, "sen uyursan, ölürsün. Sen uyursan, herkes ölür" diye.
,--İşte bu yüzden, bu ülkenin aydın insanlarına, hem Cumhuriyeti ve Devletimizi korumak gibi, hem de yurttaşlarımızın özgür inanç ve ibade etmelerini sağlamak (Laiklik) açısından TÜRKİYE CUMHURİYETİNE ve DEVLETİNE dünden daha çok sahip çıkma gibi bir görev ve sorumluluk düşmektedir.