Bozuk saat bile günde iki kere doğru gösterirmiş. Tesadüfenmiş, ona saat denmezmiş falan filan. Ben belgeyi koydum mu önüne "gıkın çıkmaz" arkadaş. Ne desen boş hikaye. Atı alan Üsküdarı geçtikten sonra, sen ne dersen de!..
--Aslında siyasi olarak gelinen durum bu.
--Peki güzel mi, bence değil de ya sizce?
--Tamam sizce de değil de, o zaman sorun ya da yanlış nerede?.
--Tek tek soruya, tek tek yanıtlar çok güzel.
--İyi de şikayet edilen şeylerin tek tek olmasının "mızırdanmaktan başka" kime ne yararı olur ki?
--Konu demokrasi olunca, ahlak, etik, iedeoloji daha doğrusu her şey rafa kalkıyor, demokrasinin tek göstergesi, seçeneği SEÇİM!..
--İyi de, kim neyi, nasıl, niçin seçecek, bu yönetsel erki seçilenlere verecek olanlar kim? Hiç düşündünüz mü?
--Ayrıca, hakim sınıflar neden versinler ellerinde ki bu yetkiyi. Hem de sen-ben-o mışıl mışıl kış uykusunda iken. Hakim sınıflar salak, muktedirler saf mı? Yapmayın Allah aşıkna.
--Oooo ben de ne diyorum, eline bir parti bayrağı almış, arkasını da bir "parti büyüğüne dayamış" mutlu seçmen azınlığına bakın.
--Bu ülke çok sanssız bir Ülke, Osmanlı İmparatorluğuna "Hasta Adam" yaftasını yapıştıranların paylaştıkları toprakları kurtaranlara etmedikleri hakaret ve laf bırakmayanlar, işi o kadar ileriye götürebiliyorlar ki, ha Feslisi, ha Cübbelisi ne fark eder!..
--"Keşke Yunan Kazansaydı" dediği şeyin, müstemleke/sömürge olacak topraklarda ellerine pağazlarca verilecek hutbeleri okuyacak imam/hocaların anlattıklarını din, kıldıkları namazı da ibadet sayacak bir güruh ile aynı topraklarda yurttaş olamadan yaşamak ne acı.
--Gerçekten bu topraklar "gözlü, acılı, anaç, doğurgan" topraklar. Münbit, neyi eksersen çıkıtığı, "metrekareye de çok hainin düştüğü" topraklar ama, bize ata yadigarı miras topraklar. Elden ne gelir.
--1940'lardan sonra dünyanın düzeni daha çabuk değişemeye başladı. Kapitalizm kendini gizleyerek kılıktan kılığa girerek dolaşmaya başladı. Ülkemiz de "her mahallede bir zengin yaratma" hayalleri ile bu zokayı 1950'li yıllarda yuttu.
--1960, neresinden tutacağına bağlı. 27 Mayıs 1960'ı "askeri darbe" olarak alan bir başka, "askeri muhtıra" diyenler bir başka pencereden bakar iken, sürecin en kötü tarafı da aldığı üç candır.
--1961 Anyayası gibi bu güne kadar, ülkede yapılan en demokratik en çağdaş Anayasayı iken, alına üç idam kararı ile alınına kara bir leke sürmesini anlamak mümkün değildir. Ama yönetim ve tarih de böyle bir şey ve süreçtir. O günün doğruları ile zamanın doğruları farklı olabilir
--Oysa, yaklaşık on yıllık DP iktidarı yıpranmış, halk bir umut, çıkış arayışı içindedir. Hatta muhalefette ki CHP, 1959-14'üncü Kurultayında, çağdaş gelişmekte olan bir ülkenin gereksinim duyduğu bazı değişiklikler için "İlk Hedefler Beyannamesi" adıyla bir sonuç bildirisi hazırlıyor ve kamuoyu ile paylaşıyordu.
----1.Herkese Eşit Muamele, 2.İkili Meclis, 3.Anayasa Mahkemesi, 4.Nisbi Temsil Usulü Seçim, 5.Yüksek Hakimler Kurulu'nun kurulması, 6.Memurlar için Kanunu düzenlenmesi, 7.Baskıdan uzak tutulan özgürlükçü bir BASIN rejiminin kurulması, 8.Ögür ve Özerk Üniversite, 9.Kişilerin ve çalışanların Sosyal Güvenlik ve Sosyal Adalet esaslarında haklarının güvence altına alınması, 10.Yüksek İktisat Şurası'nın kurulması, PLANLI EKONOMİ ve KALKINMAYA geçilmesi
--CHP'nin özgür seçimler için hazırladığı bu ilk hedefler Beyannamesi/ bildirgesi kendisi tarafından uygulamaya geçirilemese de, ülkede her zaman olduğu gibi, bilgi ve projeler birilerince sahiplenilir ve uygulanır. Bu bildirgenin sonuçlarını "27 Mayıs Anayasası" olarak adlandırılan ama 12 Eylül Askeri Darbesi ile ortadan kaldırılan Anayasa'da görülür.
--2020'lere gelinen bu günler, gerçekten önemli günlerdir. Tarih yeniden dizayn ediliyor, düzenleniyor, yazılıyor ülkem için.
--Hangi yemliğe bağlarsan bağla önüne konulan yerli-ithal samanı yiyen sığırlar için olanların hiç bir önemi olmayabilir.
--Gelinen nokta, tam bir orta doğu bataklığıdır.
--Bu işten öye, adamını seç, yoksa madamını seç diye oynanan "demokrasi" oyunları ile aşılacak boyutu çoktan aşmıştır.
--Demokrasi oyunu gereği, seçilenlerin iyi oyuncu olmasının sakıncası yok da, oynadıkları rolün hakkını vermeleri önemli olmuştur artık.
--Yok bir büfe verirler, iki adamımı amelelik için işe sokarım mantığı ile gidilecek yolun sonu olmadığı gibi, işin içinden de çıkılması mümkün değildir.
--Ankara'ya seçilip gönderilenleri iyi niyetinden kimsenin kuşkusu yoktur ama, taaa 1865'lerde Lewis Carroll takma adını kullanan Charles Lutwidge Dodgson tarafından yazılan ve "huuu aahali uyanın artık" denilen "Alice Harikalar Diyarında “da anlatılan "NEREYE GİDECEĞİNİ BİLMİYOR İSEN, HANGİ YOLDAN GİTTİĞİNİN ÖNEMİ YOKTUR" masalı bu gün ülkemde gerçek olarak yaşanıyor olması ne acı.
--Haydi hakim çeverler, sınıflar Demokrasiyi sadece seçim boyutuna indirip orta oyununa döndürmüşler iken,
--Bu sürecin değirmenine su taşıyan seçmen kitlesinin kimisinin de:
"benim adamım olsun da ne olur ise olsun"
"o olmasında ne olur ise olsun"
gibisinden içerikten, samimiyetten ve ahlaktan yoksun tercihlerinin
o kadar mücadele sonunda ve şehitler verilerek kurtarılan bir yurt için ahlaksızca ve saygısızca "keşke Yunan kazansaydı" anlayışından ne farkı kalıyor ki?
--Tünelin ucu görünmüyor, laf üretme, klavye kahramanlığı yapmanın yerine akıl üretip, bilgi, birikim ve deneyimlerin farkına varsak mı?
--Ülke çıkarları, kendi çıkarlarlarımız için, NE DESİNİZ?"