Evren, içinde ne yoktur ki? Dünyamıza bile zor akıl erdiriyoruz.
Güneşi, diğer yıldızları ve gezegenleri bile öğrendikçe,. "keşfettik" diye mutluluktan uçuyoruz.
Ot, çöp, toprak , su, börtü, böcek derken insana gelene kadar nefesimiz kesiliyor.
Eğitimi ise, ilköğretim okulu, ortaokul, lise derken üniversiteye gelene kadar çekmediğimiz kalmıyor.
Bütün bunları öğrenmek ise yıllar, yıllar gerektiriyor.
Öğrenmek, aileden başlayıp çevrede, okullarda yetmedi sokaklarda bile sürerken, biz neyin içinde olduğumuzun farkında mıyız?
"Her insan bir dünyadır"dan tutun da, bilgiye tavır ve davranışa kadar o kadar yol alınır ki.
Bir de çok genel tanımlamalar vardır. Birçok doğru ve yanlışları genelin içine koyarız.
Her ne kadar "her insan bir dünya" olsa da, o kadar yaşanmışlıktan sonra, ben kişisel olarak insanları iki genel çerçeveye yerleştiriyorum.
Soylular ve soysuzlar.
Bunlar da Kendi arasında,
Genetik soylular ve soylulaşanlar;
Genetik soysuzsuzlar ve soysuzlaşanlar olarak ayrışıyor.
Nasıl dalından toplanan meyveler, konulduktan sandıklarda şartlarına göre, aylarca, yıllarca bozulmadan saklanıyor, şartları uygun olmayan ya da içlerine "Kürt düşenler" ise bozuluyor, çürüyor ise, insan ve insanlık da öyle çürüyor ve bozuluyor.
İngiltere'de anaokulu ve ilköğretim okulları devletin denetiminde ve ücretsizdir.
Bir çok Avrupa ülkesinde devlet üniversiteleri öğrencisinden küçük bir harç dışında ücretsizdir.
Bu eğitim ve öğretim hizmetleri kamu hizmeti olmanın yanında, Ulusal birlik ve bütünlüğün korunması ve sağlanması için de olmazsa, olmaz sayılmaktadır.
Ailenin ve doğan çocuğun sağlıklı ortada yetişmesi ve yaşaması ise devletin temel görevidir.
Bütün bunlara bakınca, gelişmiş ülkelerde aile ve çocuğun çok özel bir yerinin olduğunu görüyoruz.
Devlet ister SOSYAL DEVLET ister REFAH DEVLETİ olsun, insanına olduğu kadar genç nesline, çocuk ve gencine çok özel bir önem vermektedir.
Ülkemizde de Cumhuriyet ile birlikte bu süreç devletin denetiminde ve devletin kurucu (Atatürk ilkeleri ve devrimleri) değerlerinde eğitim verilirken, Kapitalizmin küreselleşme, neo-liberal aşamasına geçmesi ile ülkemizde de bir "globalleşme" sevdasına tutulmuş, 24 Ocak 1980 Ekonomik istikrar kararları ile devletin ve ülkenin geleceği uluslararsı sermayenin insafına bırakılmıştır.
Bu ise, soyguna dönüşen özelleştirmelere; cemaat ve tarikatların vakıf ve derneklerinin israfına bırakılan eğitim kurum ve sistemine kadar varmıştır.
Devlet, kutsallığını yitirmiş, soyup soğana döndürülerek ucube bir yapıya çevrilmiştir.
Vakıf ve dernekler, devletten daha güven sağlayan yapılar haline getirilmiştir. Bu ise, ulusal birliğin korunması ve sağlanması açısından son derece tehlikelidir.
Nasıl "önce ekmekler bozuldu, sonra da herşey" bozuldu ise, önce bireyin eğitim ve kişiliği bozulmaya başlamış, zamanla bu aileye kadar varmış bu gün ise devletin işleyişinde ve toplumsal algısında sorunlar yaşanmaya başlamıştır.
Nasıl 1980"lerde globalleşme ile yurttaşlar dünyaya acılınacak diye bir umut diye pohpohlanmış ise de, günümüzde TC yurttaşları evlerinden kapı dışına çıkmakta bile zorlanmaktadırlar.
Düne kadar "tu kaka" yapılan bir kısım ülke yurttaşları altlarında son model arabalar ve para sayıp aldıkları evler, villalar sayesinde TC Vatandaşlığı alıp sokaklarda keyif çatar hale geldiler ise, bu sıradan bir sonuç değil, özel bir kasıt değil ise uygulanan yanlış siyasi politikaların bir sonucudur.
Gelinen noktada ülkenin geleceği sorgulanır hale gelmişse, yurttaşların gelecek kaygıları artmışsa, parayı bastıran bir yabancı, kanı ve canı ile kurduğu ve koruduğu ülkede sokaklarda pervasız ve kamu gücü önünde oncelikli .olmuşsa ortalıkta bir yanlış var demektir.
Bu süreçler kamu yönetimi denetimi ve gözetimi altında ise, sorun YURTTAŞLARININ siyasi tercihlerinde ve seçimlerindedir.
Neyi ve kimi, nasıl ve niçin seçtiğimize dönüp bir baksak mı.
Hem de çok geçmeden.
Hani derler ya, "Paris yanıp, yakılmadan/ yıkılmadan."