ANKARA'DAN

Ruh gibi olmak

Özgürlük, bireysellik, başarı, toplumsallık, yönetim gibi herkesin bildiği, yaptığı ya da yapmaya çalıştığı olaylar ve kavramlar vardır. Ve bunlar herkesin ortak kavramlarıdır.

Buraya kadar sorun yok.

Bu kavramların sözcükleri tek tek ele alırsak, başlar ayrışmalar. Herkesin bir özgürlük anlayışının ya da başarı kriterinin olduğunu görürüz. Oysa başlangıçta kavramlar ortak iken, anlayış, kavrayış ve uygulamalarda ayrışmalar başlar.

Örnek, söz konusu demokrasi olsun.

Genel olarak yazılı ve sözlü kaynaklarda bir "demokrasi" tanımı ve anlayışı vardır. Hal böyle iken, neden bu kadar çok farklı anlayışlar ve anlamalar ortaya çıkmıştır.

İşte sorun geliyor ve eğitime dayanıyor.

Bunu uzun uzun anlatmanın bir gereği yok.

Bilgileri, uygulamalarla kıyaslarsak bir anlam kazanır.

Bir şeyi kıyaslarken, elbette ki, artı ve eksi yönlerini de almak gerek. Eskiler derler ya “Sui misal emsal olmaz”, Türkçesi ise, "Kötü bir örnek, örnek olmaz" diye, ben de olumsuzlukları es geçeyim.

Kötü ve olumsuz örnekleri alınarak bir yere varılmaz. Alınsa da, ondan (kötüden) iyi olmanın da bir değeri yoktur, olmaz da.

Kağıt üstünde birçok ülkeyi ele alabiliriz ama, daha somut olsun diye bizim yurttaşlarımızın yaşadıkları ülkeleri, anlattıklarını ve yazılanları göz önüne alalım.

Örnek olarak da Avrupa ülkeleri, Amerika ve bazı uzak doğu ülkeleri olsun. Burada demokrasiden ne anlaşılıyor ve demokrasi nasıl yaşanılıyor, ona bakalım.

Her şeyden önce, demokrasi denilince kişi hak ve özgürlükleri gelir. Bu arada da yurttaşın devletine, milletine bağlılığı ve sadakati.

Gelişmiş ülkelerde bireylerin eğitimleri çağdaş dünyanın gereksinimlerine göre yapılır, öyle siyasi iktidarların arka bahçesi olsun diye değil.

Bizim gibi ülkelerde arsızlık ve saygısızlık o kadar ileri gider ki, üniversitelerde en üst kademe yönetici yapılanlar, üniversite mezunlarını değil, hiç okumamışları sever.

Bilim için canlarını, özel yaşamlarını feda edenleri değil, akademisyen olsun diye Amerikalara bile gönderilen ve hala ne şekilde verildiği belli olmayan kadrolarda "akademisyen" sayılan birinin, kamunun televizyonunda Nuhun, Tufanında cep telefonu kullandığını iddia edecek kadar kafası esenlerden eğitilerek yeni bir bir dünya yaratılmaya çalışılıyor.

Dünyanın gelişmekte olan sıradan ülkeleri bile, bilim ve çağdaşlaşmayı öncelerken, ülkemizin hurafeler ile uyutulan yoksul halkın soyulduğunu kime anlatırsınız ki.

Ülkede iktidarda ya da muhalefette herkes bir yer tutmuş ve sıkı sıkıya sarılmışlar. Kimse kendisinden başka birisinin, hele hele kendisinden önde olma olasılığı olan birisinin ise, bu kapılardan içeri girme, sesini duyurma olasılığı yok.

Alman psikolog Friedrich Goltz, 1869'da bir kazanda suya koyduğu ve yavaş yavaş alttan ısıttığı kurbağalar üzerine pek çok deney yapar. Beyni alınmış kurbağalar su ısıtılınca tepki vermezken, sağlıklı ve beyni yerinde kurbağaların kaçmayı denediklerini gözler.

işin enteresan tarafı Goltz bu deneyi, "ruh" ve "beyin" varlığı üzerine yapar. Beyinliler, her değişikliğe tepki verirken, beyni alınmışlar hiç bir tepki vermezler.

Şimdi anladınız mı, güzel Türkçemizde ki, "RUH GİBİ" deyimin kıymeti harbiyesini, anlamını.

Bu ülkede bazılarının neden beyinlerinin alındığını ve sonuçlarını.

Kendi adıma ben de salak salak, "ruh gibi" olanlardan, mantıklı ve aklı başında tepki bekliyorum.

Allah bana da akıl fikir versin, bunları hala anlamadığım için.

Yayın Tarihi
11.01.2022
Bu makale 880 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!