Kırsal köy şartlarında hali vakti yerinde bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiştim. Ailenin büyük oğlu olarak yazın çiftçilik yapıp, kışında Antalya merkezde dükkan açıp ticaret yapacaktım.
Yedek Subay askerlikten dönmüştüm ama, babam maddi olanakları bir başka yere kullandığından, benim projem bir iki yıl ileriye ertelenmişti. Ben de öğrencilik yıllarımı geçirdiğim Ankara'ya gitmiş ve orada işe başlamıştım.
Artık yaşam tercihim de, Ankara'da bürokrasi yönünde olmuştu.
Seçimim yaşama bakışımı, ilişkilerimi de yeniden şekillendirmişti
Köyde doğmuş, şehirde büyümüş bir insan olmuştum.
İşin enteresan tarafı, ne köylü ne de şehirli, (şehirliliği "Burjuvalık" olarak ele alırım) olmuştum.
Bunları anlatacaklarımın bir girişi olarak bir kenara not edin.
Köyümüz tarım ve hayvancılık yapılan, tarlaları verimli, suyu da bol, hatta Teke Beyliği döneminde Beyliğin YAZLIK OTAĞI, Osmanlı döneminde ise, Sancak Beyi ŞEHZADE KORKUT'un (Sultan Korkut) idamdan kurtulmak üzere geldiği ve saklandığı bir köydür.
Osmanlı kayıtlarında OSMANHALİFELER köyü olarak geçer.
Özellikle 24 Ocak 1980 ekonomik istikrar kararlarından sonra, tarım ülke gelişmesi ve ekonomisinde gözden düşürülmüş ve bir çok kişi ucuz işgücü olarak şehirlere yönlendirilmiş idi.
Özellikle çok çocuklu aileler çocuklarına, köyde değil de şehirde "kendine bir düzen tut" dedikleri için şehirlere göçmüştüler.
Benim köyümden de ilk başka üç, beş aile ve çocuk derken zamanla onlarca aile Antalya'yı mesken tutmuştu.
İçlerinden sanayici, iş adamı, tüccar, işçi, memur, doktor, avukat, mühendis gibi bir çok iş sahasında başarılı insanlar çıkmıştı.
Artık Antalya kışın göçülen, gidilen, Köy de yazın gelinen, biraz sayfiye, biraz serinleme, biraz da ekip biçilen bir yer olmuştu.
İnsanın en sevdiğim yönü ve yanı, değişime çok çabuk ayak uydurmasıdır. Övünmek gibi olmasın ama, köyüm ve köylülerim bu konuda gerçekten övünülecek kişiler idi ve öyle de olmuşlardı.
Bu gün kendini şehirli, kültürlü, entelektüel sanan kaç kişi vardır ki bir yakını yaşamını kaybetmiş ve sonsuzluğa uğurlanacaktır.
Acı elbette ki insanın içinden çıkmaz. Yakar, yakar, yakar.
Ama bu acının içinde bir de başkaları yaşasın, başkalarına CAN OLUNSUN demek kaç kişinin harcıdır. Bu kocaman yürek kaç kişide vardır. Ne muhteşem bir kişilik, duygu ve davranış.
İşte benim bir akrabam bu asil davranışı gerçekleştirdi. Canı gibi sevdiği sevgili Eşini, beyin kanamasından kaybından sonra, ORGANLARINI BAĞIŞLADI. Nasıl da ayakta alkışlanmaz bu davranış.
Toprağın bol olsun, güzeller güzeli gelinimiz Ayşe Gelin Kızımız. Toprağın bol, mekanın Cennet olsun.
Gönlü zengin güzel hısımım, sevgili Efemiz, Muzaffer SARI, acını paylaşırken, seni nasıl da alnından öpmem ki. Bu nasıl bir ileri görüşlülük, bu nasıl bir hoşgörü, bu nasıl bir yürek.
Canım kardeşim, elbette ki sevgili Ayşe senin eşin, yoldaşın her şeyin idi. Yarana ne kadar merhem oluruz bilemem ama hep yanındayız be güzel hısım, Hala torunum. Hepimize sabır diyorum ama seni çok özel bir yere koydum gönlümde.
Aileye, yakınlarına, sevenlerine ve bu gönlü zengin insanları yetiştiren Osmankalfalar Köyüme başsağlığı diliyorum
İnsan, yaşarken belki kendisi içindir diye düşünülür, oysa yaşamın sonu gelmiş, BİR BAŞKASINA CAN olayım demek ise yürek ister.
Bir çok kişi için bu "organ bağışı" çok sıradan bir şey olabilir, geleneksel bir ortamda ve ailede yetişip, o kültürün sınırlarda dolaşıp, yaşayıp sonra da onu aşmak nasıl bir duygudur bilen çok azdır. Bu yeni, yepyeni bir insan olmaktır.
Bir çok iş sahasında başarılar gösteren köylülerim ile ne kadar gurur duyduğumu anlatamam. Hatta içinde yaşadıkları için, bu haklı gururdan haberleri bile olmaz, umurlarında bile değildir ama ne kadar gururlansalar azdır, ben onlar ile çok gururlanıyorum da!..
Kocaman yürekli SARI AİLESİNE, insanlık adına sonsuz teşekkürler.
Cana, Can olmaktan öte, güzel ne olabilir ki! Organ bağışlanan canlara da, uzun ömürler dilerim. Güzel Ayşe'mizi, can olarak yaşatın.