Başarılı insanlar, genellikle hedefine hangi yoldan ve nasıl gideceğini bilen insanlardır; tıpkı Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) gibi.
Atatürk'ün tarlada dayısının yanında karga kovalamaktan tutun da, Annesinin karşı çıkmasına karşın, mahallesinde ki askeri üniformalı öğrencileri görerek, 1893'te Selânik Askerî Rüştiye'sine girmesi bile bir rastlantı değildir.
Hele okulunda Matematik Öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey'in, ona "mükemmellik, olgunluk" anlamı taşıyan "Kemal" ismini vermesi ise hiç rastlantı değildir.
Devleti Osmanlı'nın savrulduğu süreci çok yakından izlemektedir.
Bu arada Bulgaristan, komşu devletlerin desteği ile 13 Temmuz 1878'de Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti'ne bağlı bir Prenslik haline getirilir; din, eğitim, kültür ve siyaset alanında Osmanlı ile bağları koparılarak "Bulgar" Ulusu yaratılması için harcanan çabalar Osmanlı'nın aleyhine ve Bulgarların lehine sonuç verir, 1908'de bağımsız Bulgar Devleti kurulur.
Osmanlı'nın liyakatsız yönetimini, uluslararası sermaye ve devletlerin Osmanlı'dan pay alma savaşlarını yakından izlemektedir.
İkinci Balkan Savaşı'nın ardından, yenilen Osmanlı Devleti 29 Eylül 1913'te Bulgaristan ile aralarında İstanbul'da "İstanbul Barış Anlaşması"nı imzalarlar.
Bu süreci yakından Kurmay Binbaşı olarak izleyen Mustafa Kemal (Atatürk), 27 Ekim 1913'te Sofya Askerî Ataşeliği'ne atanır.
Burada Balkan milletlerinin tek tek Osmanlı'nın elinden nasıl gittiğini, nasıl birer ulusal devlet kurulduğunu yakından görür.
Gerek Çanakkale savaşındaki başarısı kendisini öne çıkarmıştır.
Bu arada İngilizler, Karadenizde kendilerinin bilgisi dışında hareketlenen bölge halkının tavırlarından dolayı duydukları rahatsızlıklar, Osmanlı Sarayına baskı yaparak, burada çıkması olası isyanları bastırmak için bir askeri güç planlamasını isterler.
Bunları yakından izleyen Mustafa Kemal (Atatürk), bütün ilişkilerini devreye sokarak, güvendiği komutanlar ile ilişkiye girerek, olası isyanı bastıracak komutanın, kendisinin olması için çaba harcar ve en sonunda da;
İngilizlerin Osmanlı Sarayına baskısı ile, Karadeniz bölgesinde olası bir isyanın bastırılması görevi için hem Osmanlı Sarayından hem de İngilizlerden İstanbul'dan çıkış izni ile;
İstanbul'dan kalkan, Kaptan İsmail Hakkı (Durusu) idaresindeki Bandırma Vapuru ile 16 Mayıs 1919 Cumartesi günü, 9'uncu Ordu Kıtaları Müfettişliği'ne atanır ve emrindeki kişiler ile birlikte, Samsun ve çevresinde asayişi düzenlemek için yola çıkar.
Samsun'a varışını, Amasya Genelgesi'ni yayımlamasını, ardında da Erzurum (23 Temmuz-7 Ağustos 1919), Balıkesir, Sivas, Batı Anadolu,
İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti ve 13 Temmuz 1919'da da yabancı devletlerin İstanbul'daki siyasi temsilcilerine muhatap bir beyanname yayınlayarak Millî Mücadelenin amaçlarını duyurmayı hedefleyen Balıkesir KONGRELERİNİ düzenler.
Hedef ve amaç bellidir. Kuvay-ı Milliye hareketi örgütlenecek ve bağımsız Türk Devleti'nin kurulması için Ulusal Bağımsızlık savaşı verilecektir.
Yine herkes çok iyi biliyor ki, hem ulusal kurtuluş savaşının yapılması hem de ulusal bir devletin kurulması sürecinin başarıya ulaşması için 29 Ekim 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) açılacak ve ulusal kurtuluş savaşı için gerekli süreç buradan yürütülecektir.
İlk olarak TBMM'ni verdiği yetki ile Başkomutan Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) komutasında Ağustos 1921'de Sakarya Nehri kıyısında başlayan savaş, 9 Eylül 1922'de düşman kuvvetlerinin İzmir'den kaçışları ile başka bir aşamaya geçecektir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması da öyle kendiliğinden olmamıştır. Çok zorluklar aşılarak, Osmanlı Sarayı ve Pahitahtın Başkenti İstanbul her ne kadar İngilizlerin kontrolü altında olsa da, Saraya duygusal bağlılıkları olan bazı komutanlar ve kişiler ilk başta 29 Ekim 1923'te Cumhuriyetin ilanına, yeni bir devletin kurulmasına;
Ardından, 3 Mart 1924'te Halifelik Makamını kaldırmasına, Mustafa Kemal'in bazı arkadaşları karşı çıkmıştır.
Devlet ile Din işlerinin ayrılması ve Laik bir devletin oluşması için 5 Şubat 1937'de Türk Anayasasının 2'nci maddesinde yapılan değişiklik ile, LAİKLİK ilkesi yerini almıştır.
Mustafa Kemal Atatürk, baştan bu yana gerek bağımsız bir ulusal devletin kurulması, gerekse de bu devletin Çağdaş bir devlet olması için atılması gereken bütün adımları halkı ile birlikte atmış ve yapılması gereken devrimleri de yapmıştır.
Bugün bile hala mazlum milletler Atatürk ve Türkiye Cumhuriyet'nin öyküsünü örnek alıyor, yetmedi;
Her ne kadar sosyal medya kullanıcıları Suudi Prensi Selman'ın, "Ben Suudi Arabistan'ın Atatürk'ü olacağım. Laiklik, bu ülkenin düzeni olacak ama bugün ama yarın" dediğine ilişkin kanıtlı bir bilgi bulunmasa da, kadınların diledikleri gibi giyinmeleri, güzellik kraliçesi yarışması vb uygulamalarının Atatürk'ün çağdaşlaşma anlayışı ile örtüştüğü de ortadadır.
Ülke genelinde 20 Ekim 1935'de, 57 il, 356 ilçe, ve 34.876 köyde yapılan nüfus sayımında, 16.158.018 yurttaşın, %49,1'inin erkek, %50,9'unun da kadın olduğu;
Erkeklerin %30,81'i, kadınların %8,04'ünün okur-yazar olduğu ortaya çıkmıştır.
Halkın %80'e yakının kırsal kesimde yaşadığı bir durumda, eğitime ve kırsal kalkınmaya önem verilmiş, sanayileşme ise şeker fabrikaları, dokuma fabrikaları ile başlayarak tüm Yurt'a yayılmıştır.
Konuyu uzatmak mümkün ancak, egelilerin sözü ile "kısa keselim de aydın havası olsun", kimse de sıkılmasın.
Şimdi, kadınların eşitlik anlayışından, eğitimden, sanayileşme yönünden her alanda yapılan onca devrimden, bir Cumhuriyet Ekonomisi ve Kalkınması sürecinden sonra, tarıma öncülük etsin diye yaptığı Atatürk Orman Çiftliği ve diğer çiftliklerin;
Cumhuriyetin bin bir emek ile kurduğu fabrikaların çağdaş teknolojiye uyumları özellikle sağlanmayarak atıl bırakılıp kapatılmasına kadar bir çok Cumhuriyet değerlerinin yok edilmesini Mustafa Kemal Paşa Atatürk, görseydi,
Kahrolmaz mıydı!..
Ey halkım sen, Nefes - Vatan Sağolsun filminde, Mete Yüzbaşı'nın İçtima sırasında söylediği "SEN UYURSAN HERKES ÖLÜR, SEN DE ÖLÜRSÜN!.." sözlerini de unuttun Cumhuriyetin bütün değerleri gibi.
Biz yazıp, çizenleri de görmezlikten geldiğin gibi.
Atam sen üzülme, biz Senin değerlerine sahip çıkmaya devam edeceğiz seni ve yaptıklarını, sendenmiş gibi görünüp, sana ihanet edenlere karşı bile