Yıllar önce Hacettepe Üniversitesinde adından çok söz ettiren hocalardan, Ali Demirsoy'un yaklaşık sekiz yüz sayfaya bir ders kitabı vardı. Adı da, "Yaşamın Temel Kuralları".
Kitap değil de, kapağı ilgimi çekmişti. Kocaman kitabın kapağında, yiyecek yarışında börtü- böcekler vardı.
Sanıyorum, Hocam ders kitabında ki bilgileri kitabın kapağında özetlemek istemiş ki, bu resmin sol tarafında da bu notu düşmüş.
"Yaşamak, Savaşmaktır!..
Yaşamın Temel Kuralları gibi bir yaptın sanırım özeti de bu olsa gerek. Yaşamak için savaşmak gerek!..
İnsan ve insanlık ürettiği bilgiye bağlı olarak, yaşamanın da, savaşmanın da kurallarını günün koşullarına değiştire değiştire yol alıyor.
İlk çağlarda birçok sebepten kaynaklı bir güvenlik duygusu ve kaygısını, beslenme kaygıları izliyor ve yaşamak için bir mücadele gerekiyordu.
Zamanla ailelerin, topluluk ve toplumların büyümesi, gelişmesi ve çoğalması ile gereksinimler ve öncelikler de değişmeye başlamış ve yaşamın gereklilikleri de farklılaşmıştır.
İlk çağlarda sıradan gereksinimler, içgüdüler, kaygılar kavganın sebeplerinden iken, yerleşik topluma geçiş ile birlikte, gereksinimler gibi, güvenlik kaygıları da artmıştır.
Kişisel, aile ve topluluk gereksinimleri dayanışma ilke karşılanırken, gereksinimlerin farklılaşması ise, ilk aşamada takası, ardında da ticareti doğurmuştur.
Adam Smith, değişim ve ticaretin doğada yalnız insanlarda olduğunu söylese, yiyeceği için savaşan hayvanlar/ canlılar olsa da, toplu ya da toptan savaş yapan başka bir canlı da yoktur dünyada.
Konu savaşa gelince, olay bambaşka bir hal alıyor.
Saldırılar karşısında durmak için zorunlu bir mücadele de elbette savaştır ama Feodalizm ve Kapitalizm ile birlikte her şeyin kuralı değişmiş; insani ve toplumsal değerler günün ekonomik, ve teknolojik durumlarına ve sahip olanlarında konumlarına bağlı değişikliklere uğramıştır.
Ataerkil ya da Anaerkil toplumlarda kurallar daha belirgin gelenek ve göreneklere bağlı iken, günümüz toplumunda tüm kurallar yeniden ekonomik, sosyal ve siyasal durum ve konumlara göre belirlenir olmuştur.
İşte bütün bu düzenlemeleri yapan erkin adı da siyasettir.
Siyaset, günün ekonomik, sosyal, siyasal ve ticari konum durumlarına iktidar hakim grup ve sınıfların belirlediği koşullarda gerçekleşmektedir.
Toplum ve ülke için en temel kurumsal yapı ise hukuk ve adalettir. Bu iki kavram ise Marksist yaklaşım ile bir üst yapı kurumudur.
Bilindiği gibi yine aynı yaklaşım ile "alt yapı, üst yapıyı belirliyor, üst yapı da alt yapıyı etkiliyor" idi.
O zaman toplumların, ülkelerin, milletlerin eğitim, ahlak, hukuk gibi durumlarında bakarken, ekonomik durum ve düzenlerine de bakmak gerekmektedir.
Ülkelerin siyasi yönetimleri her zaman demokratik ve adil olmadıkları zamanların olduğunu tarihten görüyoruz.
Faşizm Almanya'sında Hitler, yine Faşizm İtalya'sında Mussolini tesadüfen iktidar olmuş ve iktidarda kalmış değillerdir.
Ülkemizin askeri darbeler döneminde olduğu gibi, yönetimde askeri ve polis militarist gücü kullananların yönetemedikleri bir siyasi, ekonomik süreç vardır.
Muhalefet de bu süreçlerde mizahı kullanır.
O yüzden geçmiş dönemlerde Mehmet Ali Aybar'ın, Süleyman Demirel gibi siyasilerin nükteli anlatımları ve fıkraları çok ünlüdür. Osmanlının son dönemlerinde Bekri Mustafa gibi ünlü mizahçılar/ güldürü ustaları az değildir.
Bizde de 12 Mart ve 12 Eylül'ün fıkra ve fıkracıları gibi.
Demek ki tarih böyle bir şey. Bazen insanlar fazla muzip olup, herkesi güldürüyor demek ki!..
Artık yazar, çizer, ahali, okumuş, yazmış herkes, hep birlikte bir gülme mevsimine mi giriyoruz ne!..
Hani Süleyman Demirel'in ağzı ile, fıkradan başka anlatma tarzı vardı da biz anlatamadık!..
Görünen köy kılavuz istemez de!..
Yaşamak savaşmaktı değil mi, onun bir yolu bulunuyor demek ki!..