ANKARA'DAN

Kervanlar sevda yüklüydü!..

Şu insanoğlu ne garip canlı. Aklı ayrı işler, fikri ayrı işler. Yetmedi gönlü bir başka telden çalar, dili bir başka telden.

-Eskiden yaşam çok yalanmış. "Mış gibi" bir yaşam ve sevgi yokmuş.

--Aşkın öyküsü,16. yüzyılda geçmektedir. Kerem, İsfahan Şahı'nın oğludur, Aslı ise, Şahın hazinedarı Ermeni keşişinin kızıdır.

--Kerem, abayı Aslı'ya yakar. Baban Şah, sevdiğin kız da Babanın adamının kızı olsa ne fayda.

--Aslı'nın Babası, Hıristiyanlığı en koyu bir şekilde yaşayan bir Keşiştir. Kızının bir müslümana gönül vermesi hoşuna gitmez, Aslı'yı alır ve bilinmeyen diyarlara kaçırır. Bunun üzerine, Kerem de köy köy, şehir şehir dolaşarak her yerde Aslı'yı aramaya başlar.

--Anadolu toprakları taaa mezopotamya'ya kadar ne aşk öyküleri ile dillenir. Leyla İle Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Yusuf ile Züleyha, bilinenleridir. Ya bilinmeyenleri!..

--Nazım Hikmet bunları;"Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da/ hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,/ bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte/ yani yürekte." diye tanımlar.

--Evet, bugün 14 Şubat, SEVGİLİLER GÜNÜ.

--Acaba bugün, Sabahattin Ali gibi; "Döndüm daldan kopan kuru yaprağa/ Seher yeli dağıt beni, kır beni/ Götür tozlarımı burdan uzağa/ Yarın çıplak ayağına sür beni" diyenlerin hasretlik günü mü?

--Yoksa, Aysel Gürel'in günümüz insanı, yaşam biçimini, sevgisini "tiiye aldığı" şiiri gibi:"Bandıra bandıra ye beni / Hiç doyamazsın tadıma / Bütün numaralar bende / Sende var benim farkıma

Kalma sakın başka yerde / Ne işin var başka yerde / Bandıra bandıra ye beni/Hiç doyamazsın tadıma" diyenlerin, görgüsüzlük, gün mü?

--Yorumu size bıraktım ama, ben başka bir öykü anlatayım size.

--Hey gidi tek katlı, altı odun depolu Korkuteli Ortaokulu hey.

--Sanki asırlar öncesi imiş gibi.

--O zamanlarda da, hayat pahalılığı, zamlar var mıydı kimbilir?

--Hele hele Türkiye'nin Dünya'daki gururu Üniversitelerden Boğaziçi'ne o zamanlar "kayyum rektör atanır mıydı ki?

--Okuldan çıkınca yolun üstünde ki garaj büfesinde döne döne aynı müzikler çalardı. Belki "Dağlar Kızı Reyhan", belki de,"Sevda yüklü kervanlar/ Senin kapından geçer/ Aşk şarabı içenler/ Senin derdine düşer" diye diye. Kimbilir!..

--Aşk ne, aşk şarabı ne ola ki. Üst sınıfların teneffüs aralarında okulun arka duvarı kenarlarında kızlı erkekli arkadaşlarının yanında üç kişilik kalabalık konuşmaları, bizim için en meşhur aşkalardı o zamanlar.

--Sonra liseli yıllar, kanımız kıpırdıyor, etrafa ilgimiz artıyordu. Eh yani, sevgilimsi, kız arkadaşımsı, erkek arkadaşımsı içi aşkımsı duygular kokan serüvenler yaşanırdı. Hani "Dağ, dağa küsmüşte, dağın haberi yok" gibisinden.

--Sevenleri olan çoktu ama, haberi olanlar yoktu. Azıcık cesareti olanlar ile üst sınıfların herkesin imrendiği "aşkları" konuşulurdu.

--Hep gülümsediğim bir öykümü paylaşayım da, siz de gülün. Nasıl olsa, ağabeyim dediğim kişi, sizlere ömür, toprağı bol olsun, kız da nasıl olsa buralara takılmaz, biz bize dedikodu yapalım.

--Ben ortaokulda, sınıf başkanıyım. Bir de el yazısı ile hazırladığım "Okul duvar gazetesi" yayınlıyorum.

--Liseli Ağabeyim, bana geldi, bir kızın arkadaşının olup, olmadığını sordu. Sınıf başkanlarının bu görevininde olduğunu o zaman öğrenmiştim. Şaka tabi, benim arkadaşım mı, değil mi diye sordu, yok deyince de bir mektup yazmamı istemiş idi.

--Ben de, getirdiği pembe mektup kağıdına, iki sayfa "aşk mektubu" döşeyip, yine pembe zarf içinde teslim etmiştim.

--Aradan kaç gün geçti anımsamıyorum, bir gün öğlen yemek dönüşü, mektubu yazdığım arkadaşım elinde benim o ağabeye yazdığım mektup ile geldi;

--Biraz kızgın ama şaka yollu "bari kendin için yazsaydın" deyip, sırasına oturdu. Ben tabi alı al, moru mor renkten renge.

--Zaman ne garip bir şey. Hem yetiştiriyor, hem doğuruyor, hem yoğuruyor ve sonunda da ortalığa savuruveriyordu.

--Gidenler anıları ile, kalanlar tebessümleri ile kala kalıyordu.

--Yaşar Kemal'in dediği gibi sadece "o güzel insanlar, o güzel atlara binip gitmemişler." O güzel aşkları da alıp götürmüşler mi, ne?

--Ne o güzel insanlar , ne de o güzel aşklar, nerede gerçekten?

Her şey gibi, aşklar, sevgiler de huysuzlaştı. Yozlaştı.

--Ve kapitalizm birden sevgiyi ve sevgilileri keşfetti. Kendisinin tükettiği insanlığı, sevgiyi ve sevgililiği birden mağazaların vitrinlerinde sundu piyasaya.

--Sevgiyi, Tv reklamlarında soysuzlaştırdı. Mağazalarda piyasayaya, pazarda ortalığa düşürdü, ucuzlattı sevgiyi.

--Herkes, yaşadığı yalnızlıklar ve sevgiyle kendi kendine kaldı.

--Sevgi, Kadınların koyunlarında yalnızlıktan;

--Erkeklerin hoyratlıklarında meyhane masalarında eskidi gitti.

--Heyyy 14 şubat. Bütün öykülerini bırak da gel, baharın tazeliği ve temizliğinde, bu güzel insanların gönüllerine.

--Avuçlarına. Gözlerine. Yüreklerine. Dillerinde öykü, şarkı olarak.

Yayın Tarihi
14.02.2021
Bu makale 818 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!