Son zamanlarda, halkın deyişi ile "ağzı olan konuşuyor". Sorun, ağzı kendisinin olanın konuşmasında değil, ama ağzını başka yerlere dayayarak konuşanlarda sorun. Ne demek mi?
En başta iki şeye açıklık getireyim. İlki, böyle bir başlık ile bir yazı yazmamı gerektiren olaylar, şeyler ne? İkincisi de, neden "Kendini Devlet-i Aliyye'nin sahibi sanmak" başlığına!..
Ben, yıllarını Kamuda, Devletin her kademede çalışmış birisiyim. En alttan en tepeye kadar hem işleyişi hem de bu durumların ruh hallerini gördüm, yaşadım bilirim.
Hem aslanların sesini kesip, kuzu kuzu işlerini yaptıkları, hem de çakalların yerini ve yolunu bulunca avazları çıktığı kadar bağırdıklarını, havladıklarını bilirim.
Bir zamanlar Çok Partili Parlamenter Sistem varken, iktidar ortağı partilerin bakanları, kendilerine yakın buldukları ya da yanlarında getirdikleri bürokratlar ile çalışırlar idi.
Aynı parti iktidarda olsa bile bakan değişikliğinde, bu kez de her bakan kendi yakın ekibi ile çalışırdı.
Her ikisi de, profesyonel yönetim mantığı açısından yanlış değil.
Çünkü, yönetim bir savaştır. Hedefleriniz, ilkeleriniz, projeleriniz vardır, bunu da ancak inandığınız, güvendiğiniz bilgili ve sizin (yönetici) tarzınıza uygun kişiler ile yapmanız gerek.
Buna çok somut bir örnek verip asıl konuya geçeyim.
Yönetici olduğum dönemlerde, bazı arkadaşlarım bana, "bildiğin her şeyi elemanlarına öğretiyorsun. Bir gün onlar yerini alırlar ha!.." gibisinden, hem beni koruduklarını düşündükleri hem de ne olur olmaz işin ucu kendilerine de dokunabilir kaygısı ile eleştirirler idi.
Oysa bunda bir sorun yoktu, tam tersine işin gereği idi. Çünkü, gelen iş ve yazıları birlerine havale edip, yazı ise yazmanlarını, iş ise yapmalarını istiyordum. Bunu da benim (yöneticinin) istediği şekilde yapılması gerekirdi. Bu ise, ancak, karşılıklı anlaşılma ile olurdu.
Yönetici olarak yapılmasını istediğim bir işin ya da yazılmasını istediğim bir yazının benim istediğim ya da düşündüğüm gibi yapılmaması , yazılmaması onunda yeniden , yeniden yapılması ve yazılması, bu ise zaman kaybı ve israf demekti.
O yüzden, üst düzey yöneticilerin yakın çalışma ekibi ile birlikte çalışması doğrudur. Ama sıradan işgörenlerin de nitelikli hale getirilmesi iş ve çalışma ortamı güvencelerinin de sağlanması şarttır. Kurumsal aidiyet duygusu olmadan, iş yerinde çalışanların başarılı olmaları beklenemez.
Bu örnek sıradan bir bakanlık, kurum, kuruluş birimi için olduğu gibi, devletin yönetimine de taşımak olasıdır.
Ancak, Çok Partili Parlamenter Sistemden, Başkanlık Başkanlık Sistemine geçiş ile birlikte yurttaşın pek anlamadığı bir çok sorun yaşanmakta ve hiç kimsenin de sesi çıkmamaktadır.
Hatta bu o kadar ileri gitmekte ve devletin kurumlarını yöneten kişiler devletin kendisine sağladığı her türlü olanak ve konfordan yararlanarak, kendilerine yeni yeni görevler belirleyip ve işler çıkarmaya bile başladıklarını görüyoruz.
Hele hele onlarca yıllık kurumların yöneticilerinin, mevcut siyasi iktidarın yada yöneticilerin iktidarının sürmesi pahasına, ülkenin, milletin uzun vadede pek de hayrına olmayan iş ve eylemlerine çanak tutup, payandalık yaptıkları tavırları ve söylemleri görüyoruz.
Sıradan bir Üniversitenin rektöründen, yöneticisinden tutun da, görevi yurttaşları, inanç bağlamında bir arada tutmak, onları bilgilendirmek ve genel işleyişi organize etmek olan kurum yetkilisinin söz ve tavırları bile, hem kurumunun kişiliğine hem de devlet kurumu olmanın gereğine yakışmadığını, yapılan eleştirilerin ayyuka çıkmasından anlıyoruz.
Tamam "Devlet-i Aliyye" büyük devlet demektir. Eyvallah. Ama unutmayın büyük olan devlettir, siz değil.
O devlet ve kurumu olduğu için, siz oralardan ağalık, beylik ya da krallık yapıyorsunuz. Siz olmasanız da o kurumlar vardır ve olacaktır da. O kurumlar olmasa, siz yoktunuz ve bir hiçtiniz, unutmayın.
Bir kurumun başındaki bir bir yöneticinin söz, tavır ve davranışından dolayı yurttaşların bazılarının haklı olarak seslendirdiği, "kurumun kapatılması" çağrıları ve protestolarına bu açıdan bakmak gerek.
Elbette ki yüz yıla yaklaşan kurumların bir on yıllık uygulamaları ile yok sayılması doğru değildir, ama kurum yöneticilerinin de, şu Anadolu özlü sözünü anımsamalarında yarar vardır.
"Mahkeme kadıya mülk değildir." ya da "Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?".
Devlet, kurumlar kalıcı hatta ebedi/sonsuzdur. Oralarda bir kamu görevi yapanların ise, asıl görevi, kurumların asıl kuruluş, varoluş gereklilikleri çerçevesinde görevlerini yapmaktır.
Şakşakçılık yapmak değil.
Bunlara tek sözüm, yarın o lüks arabalardan inip sokağa çıkıp yürümeniz gerekebilir, selam verecek insanlara ihtiyacınız olur.
Unutmayın, bu ülkenin yanan yakılan, yıkılan devletinin yüzlerce yıl önceki yöneticileri kendilerine cuma hutbelerinden sonra; "Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var" diye seslensinler diye avuç avuç altın dağıtıyorlarmış.
Ben bedavadan söyleyeyim de!.. Kim ne alırsa, alsın.