Bazı sözcükler ya da sözler vardır ki, her zaman kendine bir anlam bulur. "Zamanın ruhu" sözcüğü de bunlardan biridir. Evet, zamanın ruhu var mıdır?. Evet vardır ve her zaman kendini büyütür.
Aslında "ruh" sözcüğüne inançsal anlamlar yüklense de, genellikle felsefi bir yaklaşım ile anlam kazandırılır. Bu yüzden "ruh" sözcüğünü yaşamın özü, canlılığı sağlayan enerji, maddesel olmayan varlık, ölümsüz sayılan töz, ilke olarak tanımlamak en doğru yaklaşım olsa gerek.
"Zamanın ruhu"ndan söz edilirken, anlatılmak istenilen şey de, bir döneme hâkim olan düşünme ve hissetme tarzı ve anlayışıdır.
Özellikle Avrupa'da 1800'lü yılların sonunda kapitalizm yeni yeni kendini tanımlamaya başlamış ve kendine yol, ittifak ve yön arayışındadır. O döneme özgü "Milliyetçilik" kavramı ise, özel bir anlam taşır ve insanlar kendini tanımladıkları topluluk ve gruplar ile birlikte hareket ederler ve İmparatorlukların yıkılması ile birlikte, ulus devletler ortaya çıkmaya başlar.
Feodalizmin küllerinden doğan Kapitalizm de bu süreçte kendini zamanın ruhuna göre tanımlamakta ve toplumsal, ekonomik ve sosyal yaşamda bir yer edinmektedir.
Amerika'da kendine özgür bir ortam yaratan ama Avrupa'ya da sıkışmak istemeyen Kapitalizm, 1900'lü yılların başında Osmanlı ve Türkiye'de dahil herkesi evinden barkından etmiş ve ulusları, insanları hallaç pamuğu gibi savurmuştur.
Tam istediği sonucu alamadığı için de, Alman orduları kılığında ki Kapitalizmin bir yüzü, 1 Eylül 1939'da Polonya'yı işgal eder ve 3 Eylül'de de Birleşik Krallık ve Fransa ile savaşmaya başlarlar.
Her ne kadar 2'nci Dünya Savaşı olarak bilinen bu savaş, küresel boyutta Kapitalizmin kendi içinde bir paylaşım savaşıdır ve 1939'dan 1945'e kadar da sürer. Sonucunda da "doğu ve batı bloku" olarak bildiğimiz iki kutuplu dünyanın temelleri atılmış olur.
Birinci Dünya Savaşı olarak bilinen ve 28 Temmuz 1914 tarihinde başlayıp, 11 Kasım 1918 tarihinde Avrupa merkezli küresel savaş, sona ermiştir ama, bu kez de "tez, antitez"ini doğurmuş ve 25 Ekim 1917'de (Jülyen takvimine göre,Miladi takvime göre 7 Kasım 1917) Büyük EKİM DEVRİMİ/ Bolşevik Devrimi olarak da bilinen devrim olmuş ve Sovyetler Birliği olarak bilinen ilk en büyük Komünist devlet kurulmuş ve 20. yüzyılın kaderini etkilemiştir.
İkinci Dünya savaşında, Devlet Adamı İsmet İnönü politik, diplomatik deneyim ve dehasını kullanarak, ülkeyi savaştan uzak tutmayı başarmış ise de, çok yazık ki;
1945 yılında II. Dünya Savaşı'nın Müttefikler tarafından kazanılmasıyla birlikte, Japonya'nın Kore üzerinde ki 35 yıllık yönetimi sona erince, ABD ve Rusya'nın müttefiklerinin etkisi ile KORE Kuzey ve Güney Kore olarak bölünmüştür.
Kore'de 25 Haziran 1950 - 27 Temmuz 1953 tarihleri arasında yapılan savaşta, dönemin DP yönetimi (Başbakan Menderes) kendi iktidarlarını sürdürebilmek için ABD'nin desteğine gereksinim duymuş ve hiç ilişkisi olmayan bir savaşa tara olmuştur.
Amerikan askeri malzemeleri ile donatılan Türk Tugayı, 10 Kasım 1950’de cepheye hareket eder ve ülke kendini KORE SAVAŞININ içinde bulur.
Bu aralar, iktidar ile batı dünyası arasında soğuk rüzgarlar esse de, Türkiye dünya siyasi konjonktüründe durumunu dengelemek ve Batı Bloku ile yakınlaşmak amacıyla 18 Şubat 1952'de NATO'ya üye olur.
Soğuk Savaş Dönemi denilen dönemde, Kore Savaşı'ndan sonra ikinci önemli sıcak çatışmalı savaş ise,1963-1973 yılları arasında yaşanan VİETNAM SAVAŞIDIR. Ve yine taraf, kapitalizmin dönem sözcüsü ABD'dir. Karşısında ise, Rus ve Çin eksenli Doğu Bloku ülkeleri vardır.
Soğuk Savaş dönemi denilen bu dönemde de, Kapitalizm kendi oyununu kurmuş ve zamana bir ruh vermeye çalışmıştır.
"Ölüm, nereden ve nasıl gelirse gelsin, savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa, ve silahlarımız elden ele geçecekse, ve başkaları yeni savaş ve zafer naralarıyla ve de makineli tüfek sesleriyle cenazelerimize ağıt yakacaksa, hoş geldi, safa geldi." diyen, 1950'lerin sonu, 1960'ların başındaki Devrimci hareketin sembol ismi Che Guevara'nın sözleri sözleri kulaktan kulağa çınlar yayılırken;
Ona da uzaklardan sesler yankılanıyordu: “Ho Ho Ho Şi Min / İki üç / Daha fazla Vietnam / Ernesto’ya bin selam” diye meydanlarda.
Birinci Milenyum(bin yıl) bitmektedir ve Kapitalizmin sabrı azalmakta ve etrafında ne var ne yok ise kendi lehine döndürmeye çalışmaktadır.
İlk olarak 3 Ekim 1990'de Alman Demokratik Cumhuriyeti (Doğu Almanya) ile Almanya Federal Cumhuriyeti (Batı Almanya), Almanya ya da resmî adıyla, Almanya Federal Cumhuriyeti olarak birleşirler.
Bu süreci, 25 Aralık 1991 tarihinde Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov'un istifa etmesinin ardından Sovyetler Birliği'ni teşkil eden cumhuriyetlerin, 26 Aralık 1991'de Bağımsızlıklarını ilanları ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin dağılır.
Ve İki kutuplu dünya, tek kutuplu dünya olur.
Kapitalizmin derdi kâr, bu ise insanların, ülkelerin doğanın ve çevrenin sömürülmesi ile mümkündür.
Ne yazık ki, Facebook'un kurucusu Chris Hughes, Hyatt otel zincirlerinin de sahibi Pritzker ailesi, Disney'in kurucusu Walt Disney’in yeğeni yönetmen Abigail Disney, Milyarder Charlie Munger’in kızı Molly Munger gibi kişiler;
Dünyada zenginlerle yoksullar arasındaki gelir uçurumunun giderek büyümesi ( en zengin 26 kişinin serveti 3.8 milyar yoksulun toplam varlığına eşit) üzerine Amerikalı milyarderler harekete geçip, yayımladıkları Açık Mektupta:
“Servetlerimize ek vergi uygulanması ABD’nin ahlaki, etik ve ekonomik sorumluluğudur. Varlık vergisi Cumhuriyetin çıkarınadır.
"Bir servet vergisi, iklim krizinin ele alınmasına, ekonominin iyileştirilmesine, sağlık sisteminin iyileştirilmesine, adil bir fırsat eşitliği yaratılmasına ve demokratik özgürlüklerimizin güçlendirilmesine yardımcı olabilir" ifadelerine yer verdiler.
Dünya ne garip hale geldi değil mi?
Sol, sosyalist çevreler tüm dünyanın mutluluğu, temiz ve yaşanabilir bir dünya için uğraşırlar ve savaşırlarken,
Kapitalizm, her zamanki gibi kendi çıkarına uygun plan ve projeler ile sistemin sürmesi için çabalıyorlar.
O yüzden, rastlantı diye bir şey yoktur, yaşadığınız ortamda size bırakılan miras, seçimleriniz ve yaptıklarınızın sonuçlarına katlanırsınız.