Evren var olduğu günden bu yana dünyalar; Dünyalar var olduğu günden bu yana üzerinde yaşayanlar canlılar ile üzerinde bulunan diğer varlıklar, birbirleri ile hep devinim, değişim ve savaş içindedirler.
Yaşadığımız topraklar Anadolu ve Rumeli olduğuna göre, daha ötesine gerek yok, kendi durumumuza bir göz atsak fena olmaz.
Hiç olmazsa, kendi etrafımızda dönüp durmayız.
Hafızası olan toplumlar ve insanlar için yaşananların olduğu kadar yaşanmışlıkların da bir önemi vardır.
İnsanların, toplulukların ve toplumların kültürleri de böyle oluşur.
Yazılı kaynağa dökülmemiş bilgiler, kişiden kişiye ve toplumdan topluma zamanla da kültürden kültüre devrile devrile yaşar.
Yazının icad edilmesi ile de bu bilgiler kalıcı hale gelip evrensel değerler olarak kalırlar.
Ozan Mehmet Erdem'in dediği gibi, "Söz uçar gider, yazı iki cihanda".
Peki, dünyada ilk yazı ve kayıtları nerede ve ne zaman görülmüştür diye soracak olursak, yanıtın M Ö 3200'lerde, Sümerler'de ve Eski Mısır'da olduğunu tarihi kaynaklar söyler.
Bunların dünya üzerindeki coğrafi konumuna bakacak olursak, iklimin ılıman, su kaynaklarının bol Basra Körfezi ve Kızıldeniz gibi okyanusları karaya bağlayan, kara- deniz ulaşımının en kolay yerler olduğu; aynı zamanda da buraların, zamanında kervan yollarının üzerinde olduklarını görürüz.
Dünya üzerinde insanın tarihi ise, kabul edilen evrimsel sürece bağlı olarak 300 yüz bin yıllar öncesine kadar gider.
Tarihte kendi dokuduğu tekstil giyim eşyası giyen insanlara ise, 170. bin yıl önceleri yine bu bölgelerde rastlıyoruz.
Şimdi düşünün milyar yıllık evrenin içinde, 4,5 milyar yıllık Dünyamızın geçmişi içinde miyon değil, ancak yüz binlik dilim içinde insandan söz edebiliyoruz.
Bunun içinde de üç, beş bin yıllık bir yazılı tarih ve kültüre rastlıyoruz.
Günümüzden geçmişe bakınca da, bu gün ne bu kültürleri ne de bu yazı ve dillerin yaşadığını görüyoruz.
Özellikle deniz ulaşımının ticarette kullanılmaya başlanılması, yaygınlaşması, sanayi devrimi derken ülkelerin, özellikle de Amerikanın endüstri/ sanayide yaptığı ataklar, yerleşik Avrupa sanayi ve ticaretini etkilemiş, olay dünya savaşlarına kadar varmıştır.
Fransız devrimi, Amerikan iç savaşı gibi gelişmeler, ülkelerde yaşayan insanlarda bir aidiyet duygusu yaşanmasına sebep olmuş, bu durum özellikle de Kapitalist dünya tarafından da körüklenerek, dünya üzerinde "ULUS DEVLETLER"in yaygınlaşmasına kadar gelinmiştir.
Hani J.J Rousseau'nun "Toplum Sözleşmesi"nde dediği gibi, tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip, çiti çakıp "Burası benimdir" diyene;
O kadar kolay inanılmasa, birileri çıkıp o çiti söküp atsa, "dinlemeyin bu sahtekarı deseydi, bugün bambaşka bir dünyada yaşıyor olacaktık.
Bugünden bakınca, elbette sanayi ve teknoloji herkesin bir şekilde yaşamına girmiştir. Hatta J.j Rousseau'nun ilk çitin çakan ve "sahtekar" dediği kişi ya da kişiler de, günümüz "uygar" denilen toplumun kurucuları olmuşlardır.
Avrupa'da yaşanan Nazizm/Faşizm ve İkinci Dünya Savaşından sonra başta Avrupa toplumlarında olmak üzere tüm toplumlarda bir özgürlük ve uyanışma hareketleri başlamıştır.
Bunun sonuçları ülkemize kadar yansımış, 68'ler ve 78'ler kuşağı olarak adalndırılan bir gençlik kuşağı, ülkenin aydınlık geleceği için mücadele etmişler ve yaşamalarını yitirmişlerdir.
Dünyanın her tarafında hakim sınıflar, toplumları kendi çıkarına uygun olarak yetiştirip, çıkarları doğrultusunda kullanmayı becermişlerdir.
Bu, bazı yerlerde "milliyetçilik" akımları olurken, bazı yerlerde de "din ve inanç" sömürüsüne kadar varmıştır.
Ülkemizde de "türban" bağlamında sembolize edilerek, farklı bir yaşam kültürü ve biçimi oluşturulmuş ve zamanla da dayatılmıştır.
Bu sayede elde edilen siyasi iktidar, yerel ve uluslararası güç dengeleri ile kendisine sosyal, siyasal ve ekonomik bir yaşam alanı oluşturmuş ve bunu, toplumun diğer kesimlerine de dönem dönem dayatma noktasına getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi ve ilkelerinden uzaklaşılır iken, onun yarattığı tüm kamu ekonomik kaynakları da, yaratılmaya çalışılan ve yaratılan yeni sermaye kesimine peşkeş çekilmiştir.
Sokaklarda SMS hastaları yardım toplarken(?), akşam karanlığında ve kuytu köşelerin çöp bidonlarında yiyecek ve giyecek atıkları toplamak, olağan hale gelmiştir.
Gösterişli hastaneler ve sağlık kuruluşları olsa da, sağlık sistemi tamamen ticarileştirilmiş ve özellikle ekonomik yönden güçsüz kesimlerin sağlık hizmeti alma süreçleri zorlaşmıştır.
Ülkenin aydınları da dahil, siyasileri de yok edilen SOSYAL DEVLET'E sessiz kalmışlar ve yeni NEO-LİBERAL EKONOMİK SİSTEM ülkeye ve topluma mal edilmiştir.
Her ne kadar sanal ortamda parası verilmiş konuşturulan üç-beş zevzeğin söyledikleri dışında sosyal devleti uygulayan ve yaşatan toplumlar ile, refah devletini yaşayan ve yaşatan toplumlar bedelini atalarının ödediği ve yaşadığı Rönesans ve Reform tarihi süreçlerine sıkı sıkıya sahip çıkmışlar ve bu günde bunun nimetlerinden yararlanarak, bu konfor içinde yaşamlarını sürdürmektedirler.
Üzgünüm ki toplumumuz ve ülkemiz, Atatürk ve Arkadaşlarının kurdukları Çağdaş Cumhuriyet değerleri ile donatılmış, Türkiye Cumhuriyetine yeterince sahip çıkamamışlar ve bu günler yaşanan tüm saçma saplıklara zemin hazırlamışlardır.
O yüzden, ülkelerin kaderlerini, yaşayan insanları belirler.
Yeri gelmişken de, Mehmet Akif'in sözlerini anımsatmak isterim:
"Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır!.."