Böyle düşününce aklıma ilk Ahmet Kaya'nın söylediği "Şafak Türküsü'nün" o dizeler gelir.
Ahmet Kaya, "Türkü tadında yaşamak varken, ölmek ne garip şey Anne" diye söyler ama ben onu hep "Yaşamak, ne garip şey Anne" diye düşünürüm. Ne "garp" şey değil mi?
İnsan, yaşadıkça çok şey öğreniyor. Öğrenmeyi öğreniyor. Hırslarını yenmesini öğreniyor. Satılmayı, hatta pek ucuza gitmeyi öğreniyor. Kazık yemeği öğreniyor.
Ve ben yine soruyorum kendime, "öğrenme, ne garip şey Anne" diye.
Onurlu yaşamayı öğreniyorsun, bedeller ödüyorsun, bir de bakıyorsun ki, onursuz birilerince pek ucuza gittiğini görüyorsun.
Yaşama "eyvallahsız" olmak güzeldir. Bedel ödesen de pek umurunda olmaz. Anadolu'da derler ki, "çoktan az gitmiş, bir şey olmaz,"
Sorun maddi kayıpların değil. Hatta emeğinin, bilginin, zamanının, ürettiklerinin kaybını bile önemsemezsin.
Yürümesini bilirsen, sendelemek, seni düşürmez. Hatta çekmeleri bile hasarsız atlatır, güler geçersin.
Dedim ya, sorun sen ya da Senin yaşadıkların değildir. Sorun, sorumluluk sahibi bir düşünce sistemin var ise, sorun ötekilerdir.
Çünkü, birinin sıcaklığını duymak gibi, birinin acısını hissetmek de insani bir şeydir.
Sorun ne biliyor musunuz; sorun, sorunu olanların bundan bihaber, habersiz oluşlarıdır.
Bilinç işte bunu fark etmektir.
Tolstoy'un o ünlü sözü çok dokunaklıdır.
"Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın."
İşte sorun da, olay da bu. Canlı olmak ile insan olmanın arasında ki
Herkes insan. Dünyada sekiz milyar. Ülkemizde seksen milyon.
Acaba, kendisinin olmayan sorunları, Ülkesi adına, insanlar ve insanlık adına duyan kaç kişiyiz ki.
Bu bayram, seyran arasında da bile insan olmak için çabalayan, düşünen; sokaklarda serseri denilenleri bile, bu duyarsızlıkların serseri yaptığını bilen:
Sosyal devlet yok edilirken kaç kişinin canı yandı ki, bilen, farkında olan var mı ki.
İnsan yaşarken ne de çok şey öğreniyor ki, hem de "insanın, insanın kurdu" olduğunu bile bile.