ANKARA'DAN

İnsan unutur, insanlık asla!..

Çocukken arkadaşlar kendi aralarında şiir okurlarken, dize gibi bir söz aklımda kalmıştı. "Nisan, Mayıs ayları gevşer gönül yayları" diye.

Daha sonra, Aysel Gürel'den, "Ben her bahar aşık olurum" dizelerini duymuştuk, Sezen'den de şarkısını.

Herkes baharı, kendi yaşadığı yerde çiçekler açınca, geldiğini sanırlar. Oysa bahar, her yere ayrı gelir ve kalırmış.

Öğrencilik yıllarında Ankara'dan İzmir'e giderken, Manisa yakınlarında şubat sonu, mart başında otobüsümüz arıza yapınca, tamirci gelinceye kadar yol kenarında tarlalardan çiçek toplamıştım.

Oysa, Antalya'ya da bahar çok erken gelirdi. Ne de çok çabuk unutuvermişim bunu, çok daha sonra anlamıştım.

Tıpkı Cahit Sıtkı'nın "otuz beş yaş" dizelerinde ki gibi:

"Zamanla nasıl değişiyor insan!/ Hangi resmime baksam ben değilim./ Nerde o günler, o şevk, o heyecan?/ Bu güler yüzlü adam ben değilim;/ Yalandır kaygısız olduğum yalan."

Evet ya, zaman ne garip bir süreç. Herkesi içine alıp götürüyor. Kimileri sessiz sedasız olabilir ama bazıları çığlıkları ile gidiyor.

Nazım Hikmet, ne umutlu adammış. Güzel günlere özlemi hiç bitmemiş. Ve dizlerinde sanki onları ikna eder gibi " İnanın güzel günler göreceğiz çocuklar/ Güneşli günler/ Göreceğiz/ Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar/ Işıklı maviliklere/ Süreceğiz" diyordu.

Toplumların yaşamları da, insan yaşamı gibiydi. Hatta bir kalp grafiği gibi, inişli, çıkışlı. Belki de durağan olmaması iyiydi ama bu kadar da olmaz ki.

Eskiler, "büyüğünü, küçüğünü, haddini, kendini bileceksin" derlerdi. Ama öyle bir dönem girdik ki, kimin neyi bildiğini ya da bilmediğini anlamak, görmek mümkün değil.

Yurttaş olarak da, siyasi olarak da. Hele asker ve sivili ile kamu ise bir başka alem. Özellikle siyasette ve kamuda olanlara çok gülüyorum. Duydular mi bilemem ama, "elin atı ile rahvan olmaz" ya da "emanet ata binen tez iner" diye.

Sanılır ki, oturdukları koltukların öncesi yok, kendileri de oralarda sonsuza kadar orada olacaklar, kalacaklar. Sanabilirsiniz ki, "yok ya, o kadar da olmaz"; demeyin, insanlar artık inanmak istediklerine o kadar kolay inanıyorlar ki.

Hükümetin yaptığı zamları muhalefete yükleyecek kadar şuurunu kaybetmiş insan kaynıyor ortalık. Hele bir de, "bizden önce ..... ,..... yoktu" muhabbeti var ki, "ört ki ölem!.."

İşte bu da toplumun hipnoz hali. Bazıları için gerçekten bazı şeyler olmayabilir. Evlerinde ki televizyonlar, arabalar, hatta yiyecekler sahip oldukları makamlar sayesinde, olanaklar ile olabilir. Doğrudur, ama unutmamaları gereken şeyin, onlara rağmen "dünyanın dün de döndüğüdür".

Garip olan, dün olmayanların her şeyi gördükleri, sahip oldukları günden itibaren olduğunu sanmalarına "eyvallah" diyelim, iyi de anlarının, babalarının hatta atalarının hanları , hamamları olanların bu olanlara gözlerini kapamalarına ne diyelim ki!..

Toplumda, insanların da eğitim sistemi gibi şaftı kaydı. Bir o yana bir bu yana savrulup duruyor artık.

Çok üzgünüm ki, iktidar ayrı bir rüya içinde, muhalefetin bazı yerel yönetimleri ayrı bir rüya içinde. Unuttukları ise, sabah olunca bu rüyadan uyanıldığı idi..

Alman edebiyatının ve tiyatrosunun unutulmayan ismi, Bertolt Brecht, (1898.Alman İmparatorluğu-1956. Berlin, Alman Demokratik Cumhuriyeti) iktidardakilerin olaylara ve insanlara bakışlarını dizelerinde şöyle sıralıyordu:

"Tankınız ne güçlü generalim,/ Siler süpürür bir ormanı,/ Yüz insanı ezer geçer./ Ama bir kusurcuğu var;/ İster bir sürücü.

Bombardıman uzağınız ne güçlü generalim,/ Fırtınadan tez gider, filden zorlu./ Ama bir kusurcuğu var;/ Usta ister yapacak.

İnsan dediğin nice işler görür, generalim,/ Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin./ Ama bir kusurcuğu var;

Bilir düşünmesini de."

Bugünden bakılınca daha iyi görünüyor ki, özellikle 1970'lerden sonra Kapitalist Dünya Ekonomik Sistemi, her şeyi planlar ve sırası ile uygulamaya koyar olmuş.

Türkiye'de 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 2000'li yılların siyasi manevraları hiç de sıradan şeyler değilmiş.

Tıpkı, yaşasın "Sovyet Bloku" çöktü, dünya "Komünizm" belasından kurtuldu diyen emekçiler ve orta gelir düzeyi sıradan insanlar, ülkemizde de dünyada da neyin başlarına çöktüğünü anlamaya başladılar.

Evet, haberleri olmadıkları sistemler çökertilmiş, darbeler yapılmış bunları da sıradan insanlar alkışlatılmıştı. O gün bunları alkışlayanlar, neden bu gün çöpten pazar artığı topladıklarını, neden "askıda ekmek" kuyruğuna girdikleri de düşünmüyorlar işin kötüsü.

Daha da kötüsü, vahimi, bunları söylemesi gerek partiler, sendikalar, sivil toplum örgütlerinin çoğu da, aynı çevrelerin yeni giysiler içinde sundukları piyonları, "as" olarak sahneye sürmekte bir sakınca görmemekte.

Yıllar sonra, "12 Eylül" darbesi önce olanları "kardeş/ sağ-sol kavgası" olarak sunanların, darbe günü "bizim oğlanlar başardı" diye Amerika'ya gönderdikleri notları kendileri yayınladılar da, bundan kimlerin haberi var ki yine de bilemiyorum.

Uyanmak için vakit çok geç. Kendinizi yaktınız, bari gelecek nesilleri yakmayın yazık.

Besleyip büyütüp, koruduğu Hızır Paşa tarafından asılarak öldürülen Pir Sultan Abdal'ın dizleri bize kendimize getirir mi ki:

"Uyur idik uyardılar/ Diriye saydılar bizi/ Koyun olduk ses anladık/ Sürüye saydılar bizi"!..

Bütün bunları yazanı nereye koyarsınız bilemem ama durum da tam da budur. Hani yine derler ya:

"Adım Hıdır, elimden gelen budur!.."

Yayın Tarihi
09.04.2022
Bu makale 920 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!