ANKARA'DAN

Halının Altı Kurtlandı!!!..

Ortaokul'da Matematik Hocamız da olan Ahmet Kuyucu, sınıfa girip, herkesi gözucu ile süzdükten sonra başlamıştı Sınıf Başkanı olarak yönetim deneyimim.
--Her gün Sınıf Defterini almak, akşam da bırakmak gerekiyordu Müdür Yardımcısının odasından. Dolayısı ile giyim-kuşam, tavır, konuşmalarda dahil her şeyine dikkat etmek gerekiyordu.
--Bahar gelmiş, dönem bitmek üzere, öğretmenler saç uzatma konunda töleranslı; ufaktan saçlar uzuyor falan. Eee yani biz de "genç"tik, benim neyim eksikti ki, derken bir gün Müdür Bey gördü ve ensemde ki saçlarından çekerek "bu ne?" diye iki tokat!
--Eee yani köy delikanlısı olmak kolay değildi. Ben hemen "kırktıracağım Hocam" dedim ama, tokatı yedimiz yetmiyomuş gibi, bir de Pazartesi İstiklal Marşı törenin de rezil oldum.
--Müdür Bey çıktı merdivenlere, başladı konuşmaya. "kırkılmak ne demek, hayvanlar kırkılır, insanlar traş olur. Saçlarınızı adam gibi traş ettirin, kestirin".
--Tabi lafın bana geldiği biliniyordu, herkes baktı, utandık ama yapacak bir şey yoktu.
--Kravat konturolü yapılıyordu. Bizim sınıf da, giriş katında olduğundan, pencereden bir arkadaşıma kravatımı vermiştim.
--O da ne, arkadaşımdan önce, nöbetçi Hocam gelmez mi sınıf'a. Doğru bana ve sonunu tahmin edersiniz.
--Olağan zamanda bile yanakları kızaran benim, yediğim tokatlardan sonra yanaklarımın halini sormayın.
--Ama bizde, "Öğretmenin vurduğu yerde, gül biterdi". Susutuk.
--Sınıf Arkadaşlarımdan Osman ManisAkif Ciyer, Hasan Gülkokan ve karşılaştığım bazıları ile eskileri ne zaman yadetsek, benim "Sınıf Başkanı" olarak, gürültü yapanları yazıp ama nöbetçi öğretmen geldiğinde listeyi cebime atmamı ve onların yerine yediğim tokatları konuşur güleriz hep.
--Çocuk iken bile, kendimizin yerine hep arkadaşlarımızı, başkalarını düşünmeyi bir Anadolu delikanlısı olarak hangi şartlarda öğrendiğimizi anlatmak.
--Bizler, üretmeyi, paylaşmayı, dayanışmayı ve toprağımızı, ülkemizi, milletimizi sevmeyi öğrenerek büyüdük. Ve bunu bir yaşam biçimi yaptık.
--Gerçekten yönetmek dünyanın en kutsal işi. Size şaka gibi gelebilir ama, gerçekten öyle.
--Neden mi? Çünkü, Yönettiğiniz her organizasyon, sizin yönetim beceriniz ve kararlarınız kadar başarılı. Sonuçları da, buna bağlı.
--Ben kıskançlıklarından dolayı, hiç suçum olamdığı halde ceza aldığım sınıf başkanlarını, kol başkanlarını bile bilirim.
--Derdim anıları anlatmak değil, günümüze gelmek istiyorum; genel siyasi yaşama ve yelpazeye.
--Artık günümüzde gerek yaşam koşulları, gerekse de gerçekleri elbette değişti. Ama gereklilikler diğişmiş olabilir ama, yönetsel gerçekler yüzyıllardır değişmedi.
--Yönetici, bilgili, bilge (Atatürk gibi olur ise tadından yenmez), erdemli, sorumluluk sahibi ve yaşananların sorumluluğunu üstlenebilir, güvenilir, süreçleri bilir ve yönetebilir, adil ve günün koşullarını bilmek ile birlikte, yarınları da görebilir ve yönlendirebilir olmalıdır.
--Çok üzgünüm ki günümüzde, ilişki ağları çok genişlemiş ve çeşitlenmiştir. Çıkar işbirlikçiliği ve örgütlülüğü her şeyi kontrol eder olmuştur, hale gelmişir.
--Bırakın artık kendi sınıf, mahalle, semt, ülke çıkarlarını konurmayı, bölgeyi ve dünyayı da düşünmek zorunda olmalıdır iyi bir yönetici. Ama?
--Evet, ama biz böyle bir yöneticiyi seçer miyiz?
--Benim yakın çevrem ve ilişkilerim için sormaya bile gerek yok ama, maalesef ezici çoğunluk, sosyal, siyasal ve dini/inanç ekseninde daha çok etkilenir olmuştur.
--Aclık ve yoksulluğu sorgulamak, gidermek yerine, "yaşadığınıza şükredin" diyen din görevlileri türetilmiştir.
--Hani "“Kenar-ı Dicle’de Bir Kurt Aşırsa Koyunu, Gelir de Adl-i İlahi Sorar Ömer’den Onu” idi. Artık bırakın o koyunu korumayı bir yana, kurt ile işbirliğine başlanalı çok oldu. Bunları düşünmeyi, sorgulamayı ne zamandır bırktık, farkında mısnız?
--Ülkede deprem olmuş, yüzyıllık kurumlar iş ve işlevlerini unutmuşlar, olaydan ne menfaat, çıkar elde edebiliriz derdindeler
--Bakın Beyler, sizler bilir misiniz bilemem ama, okullarda, sokakta eskiden KIZILAY Zarfları ve Kumbaraları olurdu. O küçücük çocuklar, aç ve açıkta kimse kalmasın diye, şeker-çikolota paralarını o kumbaraya atar, zarfa koyardı. Hala da öyle.
--Ama yazılanlardan, söylenenlerden öyle anlaşılıyor ki, o dünyada canlarını al da, çikolotasını alma denilen çocukların can-ı gönülden verdikleri paralar bile nerelere gitmiş. Yok!..
--Ülkenin, havaya atılan paralarını hiç saymıyorum.
--Ya sahiden ben kime ne diyorum ki!...
--Çocukluk yıllarında, "geçenden bir akçe, geçmeyenden iki akçe" diye masal diye okunan DELİ DUMRUL MASALLARINI yaşam biçimi etmiş, İstanbul'u, Trakyayı, Egeyi yaşamında hiç görmemiş ve görmeyecek insanların torunlarına bile buralardan geçmesede, geçiyomuş gibi köprü, yol paralarını veren, verdirecek olan bir ahaliye ben ne diyorum ya.
--Aklımımı kaçırdım.
--Allahım akılma sen mukayyet ol!..
--Yönetici, akıllı, vicdanlı ve adil olması gerkiyomuş.
--Hadi Canım sende.
--Sen öyle birini seçer misin ki de şikayet edesin!.. Geçiniz.

  

Yayın Tarihi
29.01.2020
Bu makale 2482 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!