Ne garip bir ülke olduk çıktık ya.
Milliyetçi, İslamcı çıkar, tarihimizi taaaa binlerce yıl, milattan öncesine Atilla'ya, Mete'ye, Ergenekon'a götürür ama yine de kendisini 1.400 yıllık İslam tarihi ile tanımlar, ötesini yok sayar.
Gerçekten bu Anadolu toprakları "kadim" topraklardır. Nereyi kazsanız binlerce yıl öncesi çıkar. Daha da kazsanız, ondanda birkaç bin yıl öncesi çıkar. Anadolu tarih olduğu gibi, tarihi de doğurur.
O yüzden, buralara laf ederken iki kere düşünmek gerekir.
Dünya ekonomik sistemi, dönemin mevcut ekonomik, sosyal, siyasal sistem ve yapılarını beğenmemiş, işine gelmemiş, parçalamış atmış ve yepyeni bir dünya kurmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti de böyle bir dönemden sonra ortaya, kan dökülüp, can verilerek çıkmıştır. Kurulmuştur.
İşgal altında ki İstanbul'dan 16 Mayıs 1919'da ayrılıp, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a gelen Mustafa Kemal Paşa, 2 Eylül 1919'da da Sivas'a geçmiş ve 4 Eylül-11 Eylül 1919 tarihleri arasında Sivas'ta Sivas Kongresini yapmıştır.
Heyet-i Temsiliye üyeleri ile birlikte Sivas'tan 9 günlük yorucu bir yolculuktan sonrasında, 27 Aralık 1919'da Ankara'ya ulaşmıştır.
Artık Mustafa Kemal için ANKARA çok özel bir konuma sahip olmuştur. Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923'de ilan etmeden önce, 23 Nisan 1923'de açtığı Büyük Millet Meclisinde Ulusal kurtuluş savaşını yönetmiş, savaşı kazanıp, 24 Temmuz 1923'de Lozan'da LOZAN ANTLAŞMASINI imzaladıktan sonra da;
13 Ekim 1923'de ANKARAYI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN Başkenti ilan etmiştir. O tarihten bu yana da Ankara hep başkenttir.
Bunu da bir kenara yazın.
Son zamanlarda moda oldun, "benden/bizden öncesi yoktu" modası. O yoktu, bu yoktu. Evet, bazılarının kıçında don bile yoktu. O "yüzükleri" bile çoook sonradan aldılar.
Hatta birlerine "don" yapmak için Nazilli Dokuma Fabrikasının temelleri 25 Ağustos 1935'te atılmış, 18 ayda tamamlanarak 9 Ekim 1937'de AÇILMIŞTIR!...
Ne hikmetse, her şey değişir ve dönüşürken, 1937'ler de yapılan ilk dokuma fabrikası Nazilli Sümerbank Dokuma Fabrikasının modernizasyonu "akla gelmeyip", 2002 yılında da, kapatılmıştır.
Konu pek çok acıdan polemik yapılabilir ama bu kimsenin bir işine yaramaz. Olaya doğru bakmak gerek. Bu yurt, topraklar ve üretilen, üretilecek her şey, hepimizin. Yok edilenler gibi.
Geçenlerde bir televizyon kanalında herkesi "şok eden" bir olay yaşandı. Herkes şok oldu ama, sebebi her zamanki gibi sulandırıldı.
"Kim Milyoner Olmak İster". Programın adı bile yeterince manidar. Bilgi ile zengin olmak, hatta "milyoner olmak". Oraları da geçiyorum, yarışmacıya “1924 Anayasası’nda ve 1961 Anayasası’nda Türkiye’nin başkentinin hangisi olduğu yazar?” sorusu sorulur.
Yanıtlar ise; "İstanbul, Ankara, Erzurum ve Sivas"dır. Yarışmacı ile, bu ülkenin orta öğreniminin en seçkin öğrencilerinin okuduğu bir tıp fakültenin öğrencisidir.
Yarışmacının "iki joker" hakkını kullanarak, bilmediğini bilmek seçeneği sayılabilecek bir şekilde "Ankara" yanıtını veriyor.
Bir tıp Fakültesi öğrencisi, o kadar sınav puanı alırken, tarih ve "inkilap tarihi" dersleri yokmuşcasına sorunun yanıtı için izleyiciye yöneliyor. Bu kez, izleyicilerin yanıtları, daha da şaşırtıcı oluyor.
İzleyicinin yüzde 16'sı İstanbul, Ankara 40, Erzurum 28 ve Sivas 16 yönünde oy kullanıyor. Sunucu Kenan İmirzalıoğlu bile şaşkınlığını gizleyemeyerek “Türkiye’nin başkenti hiç değişmedi, hiç tartışılmadı. Sana söylüyorum, seyircilerimiz de anlasın” demek zorunda kalıyordu.
İşte her aklına gelenin, aklına estiğini yaptığı, hatta erken kalkanın "ihtilal" bile yaptığı ülkenin geldiği son nokta bu olmuştu.
Pazarlarda en küçük para biriminin "beş lira" olduğu bir dönemde, 850 tane "5 liralık" asgari ücret alan insanların nasıl geçindiklerini, yaşadıklarını görmek için yol kenarlarındaki atık ve çöp bidonları çevresine bakmaya bile gerek yok.
Siyasiler konuyu tartışsınlar. Onların bir eli yağda bir eli balda. Sana ne oluyor ey halkım ya. Sen kimin davulunu çalıyorsun tomağın ile ya da kimin değirmenine su taşıyorsun delik bidon ile.
Sorun geliyor eğitime dayanıyor. Yok imam hatip mi, yok anadolu lisesi mi boyutunu çoktan aştı, varsıl, ileriyi gören, ve olanakları el verenler bir şekilde "özel okullar" ile sorunu aşıyor ama, ülkede okula gidemeyenleri bıraktık, eğitim sisteminin getirildiği durumdan sonra, gidenlerinde ne hale geldiği görmek insanın içini yakıyor.
İşin enteresan tarafı, evet birileri için devletin don yapmaması gerek. Peki ne yapacak. Halktan toplanan vergiler ile, garantili geçilmeyen köprüler, uçulmayan havaalanları yapılıp, iki nesil borçlandırılan işler yapılacak elbet.
Oralardan alınanlar ile de ayakkabılar İtalya'dan, Gömlekler Paris'ten, çantalar da Londra'dan satın alınacak elbet. Devletin don yapmasına elbette ki gerek yok. Sen sazan olmalısın ki, bu düzen etten, süte, gömlekten dona kadar düze düze, düze devam etsin.
"Akılsız başın cezasını" daha ne kadar ayaklar çekecek. Ya Allah'tan korkun, kendinizi düşünmüyorsunuz, "askıda ekmek", torpilli yardım maaşları ile günü kurtarıyorsunuz da, çocuklarınıza, eşin dostun yavrularına bir bakın, bu ülkeye güvenleri sıfır ve insanların hayallerini bile yok ettiniz.
Evet, neydi o filmin adı. ÖNCE HAYALLER ÖLÜR, SONRA İNSAN!..
Devlet "don" mu yapar ile başlandı, gençlerin, çocukların hayallerinin öldürülmesine, yok edilmesine kadar gelindi. Hiç utanma yok mudur bu ahalide ya. Bu sözü çolu çocuğu olmayan bir adamın mı söylemesi gerekti.
Ayıp ya!..