Evet, Cemil Meriç doğru söylüyor, "Tarihimiz, mührü sökülmemiş bir hazine." Peki kim sökecek bu mührü?
--Ahmet Arif bir yandan bağırır-çağırır-çığırır ama duyan kim, nerede? "Beşikler vermişim Nuh'a/ Salıncaklar, hamaklar,/ Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,/ Anadoluyum ben,/ Tanıyor musun?"
--Neredeeee!...
--Dün haftanın "pazar" günüydü. Haftanın diyorum, çünkü "pazar"a artık o kadar çok anlamlar yüklendi ki, haftanın gününü anlamak neredeyse aklımıza bile gelmez oldu.
--Satılmak için, atılmak için. Nereye istersen oraya koy. Neyi istersen de, Hıyardan, dona, eğer uluslararası çıkarsan da ülkeye kadar. Herşey pazarda. Alanını, satanını bilemez oldum.
--Ben, "Bugün pazar. / Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. / Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün / bu kadar benden uzak / bu kadar mavi / bu kadar geniş olduğuna" şaşarak, kımıldamadan durdum diyen Nazım Hikmet'ten şanslı mıydım, şanssız mı anlamadım ama, ben;
--Bir sahil kasabasında öğleden sonra sahilde, çarşıda, pazarda, kafelerde aylak aylak dolaştım. Ben ilk defa yapmıyordum ki bunu. Gelelim gükyüzüne, benden hiç uzak değil ki. Maviliğinde hem havada, hem karada, hem de denizde onlarca, yüzlerce kere yüzdüm, gezdin, uçtum. Ve hiç de şaşmadan.
--Hani dün pazardı ve ben bir sahil kasabasında sahilde, çarşıda dolaşmıştım ya. Bu kezde ben, gördüklerime, duyduklarıma ve olanlara şaşarak bakarak, elimde kahve fincanım, karşımda deniz, yelkenlilere, sahlin maviliğine ve karşı dağların yeşil ormanlarına şaşarak baka kaldım. İçim yanarak.
--Gencecik kızlar, oğlanlar vardı. Güzel mi güzel, yakışıklı mı yakışıklı, şirin mi şirin, ne güzel. Sanki Orhan Veli bunlar için yazmış o "cımbızlı şiiri. "Ne atom bombası/ Ne Londra Konferansı/ Bir elinde cımbız,/ Bir elinde ayna;/ Umurunda mı dünya!" diye.
--İyi ki de yazmış ve bunlar da iyi ki de böyle. Hiç birşey umurlarında değil. Maskeli, maskesiz, utangaç, çekingen öpüşlü, bonkör, hoyrat sarılışlı. Salına salına, dolana dolana geçiyorlar.
--Nasıl da mutlu oldum. Demek ki hala dünyada bu kadar güzel insan var ve mutlu, mesutlar.
--Sonra, şaka mı, gerçek mi pek anlayamadığım bir paylaşım geldi aklıma. Suudi Prensi, "ülkesinde şeriat yasalarının kalkacağını söyledi". Bu haber bana hiç sürpriz gelmedi.
--Bunlar değil mi ki, milyarlarca Amerikan Doları harcayarak Amerikalı Allahın gavurları ile, Mekke'nin bulunduğu topraklarda, robotların yöneteceği ve yaşayacağı, lideri de bir kadın robot olacak, süs olsun diye de bir iki insan türü yerleştirilecek olan NEOM şehrini kuranlar.
--Sonra başka başka bilgiler geçti gözlerimin önünden.
--Araplaşacağız ve Arapça resmi dilimiz olacak.
--Asıl kültürümüzden (arap harfleri) koparıldık, cahil kaldık. Sanki, bütün alimler arapça bilenlerden çıkmıştı.
--Arapistan çöllerinde yaşayan Bedevileri ataları sayarsak, milattan öncelere giden bir tarihleri vardır. İslamiyet ve şeriat ile birlikte bir devlet olma olgusuna rastlanır.
--Oysa, Anadoluya gelen atalarımız binlerce yıl öncesinde, demir dağları eriterek Ergenekon destanı yazarak geldiler, onlarca devlet kurdular yer yüzünde ve bu topraklarda.
--Dillerinde söylenen türküler ise orta asya steplerinde, balkan kasabalarında, torosların dağlarında hala çınlamakta.
--Binlerce yıllık soyu-sopu-geçmişi yok sayıp,tek bin yıllık arap hegemonyası da neyin nesi?
--Bu topraklarda camilerde ezanlar, kiliselerde çanlar, havralarda hazzanlar susmadı, hep okundu, çalındı, çınladı.
--Tamam milletlerin, devletlerin tarihleri öyle masum değildir ama, medeniyet denilen şey de, bunların daha iyi ve güzel olması için yok mudur?
--Evet, gözlerim denizin mavi-turkuaz sularında, elimde kahvem, sosyal mesafede maskeli-maskesiz insanlar ama aklım bu güzel, mini minnacık şık giysiler içinde kızlarda, sakalı yeni terlemiş çılgın örüklü oğlanlarda.
--Atatürk'ün onlara armağan ettiği Cumhuriyetin nimetlerini, Cumhuriyetten ve Atatürk'ten yeterince haberli olmadan yaşıyorlar ama bu değerlere , onların bu yaşam biçimlerine karşı düşmanlardan habersizler.
--Afganistan, Pakistan, İran, Saddam'ın Irak'ı ve niceleri geldi aklıma, gözlerimin önüne.
--Dün, pırıl pırıl yep yeni modern bir dünyada yaşarlarken, bugün, kara çarşaflar, cübbeli ucube giysili sarıklı insanların emirlerinde kukla gibiler. Onlarla konuşunca için yanıyor.
--Ve ne bu dolaşanların, ne analarının-babalarının ve ne de artık onları eğiten yol-yön gösteren öğretmenlerinin bu kötü gidişattan kaygıları var. Bu umursamazlık, vurdumduymazlık beni çıldırtıyor.
--Hem de bir daha giyemeyecekleri bu giysilerle, oturamayacakları bu kafelerde, dolaşamayacakları sahillerde farkında olmadan.
--İşte bu vurdumduymazlık, bu körlük, bu bilinçsizlik, bu körlük beni mahvediyor.
--Sonra, "Ulan salak herif diyorum" diyorum kendime, "yediğin önünde, yemediğin ardında, huzur mu tepiyor, keyfini çat" diyorum. Ama, olmuyor ki?
--Sonra, evet sonra, yeniden o dizeler geliyor aklıma, "Gör, nasıl yeniden yaratılırım,/ Namuslu, genç ellerinle./ Kızlarım,/ Oğullarım var gelecekte, / Herbiri vazgeçilmez cihan parçası./ Kaç bin yıllık hasretimin konca"larını anımsıyorum ve "Gözlerinden, / Gözlerinden öperim,/ Bir umudum sende,/ Anlıyor musun?"
--Evet ya, umudum sizlerde anlıyor musunuz. Gözlerinizden, gözlerinden öptüklerim.