Üniversiteyi kazanmış, Ankara'ya gelmişiz. Başımızı sokacak evimiz, cebimizde paramız var, keyfimize diyecek bir şey yok. Arayıl, bayram tatilleri oluyor ve memlekete gidiyoruz. Eee Ankara'dan Antalya'ya gelmiş Üniversite öğrencisiyiz.
--Köyde, kasabada, şehirde itibarımız yerinde. Sırtımızda Parkamız ve dudaklarımızın üstünden sarkan bıyıklarımız yeterince mesaj veriyor zaten.
--Kafee'ler, Coffee'ler henüz icat edilmemiş, mahallede kahveler dolup taşıyor. Aslında eskiden kahvede oturmanında bir adabı olurdu. Öyle istediğin yere, istediğin gibi girilmez, ayaklar bir yerde , kafa ayrı bir yerde oturulmazdı. Güzelce masanın ucuna, kıyısına oturulur, sorulunca, sıran gelince sana laf düşür ise iki kelam eder idin.
--Cebinde ucu dışarı çıkan gazete, dudaklarında ise dilinde olmasa da, gönlünden geçen iki şarkı, türkünün dizesi.
--Ahalinin ne öyle ödeyemediği SOCAR(sokar) doğal gaz faturaları var ne de vergi kaçakçılığına soyunan kamu kurumlarının etkili ve yetkilieri arsızca ortalıkda dolaşırlardı. Herkesin derdi Vatan, millet idi.
--Acı da ortak, sevinç de. Siz bakmayın Demirel'le, Ecevit'in öyle atışmalarına; temel konularda "ne yapalım" diye konuşan adamları durumu idare ediyorlardı.
--Gidecek başka ülkeleri yok ki. Ne yapsın rahmetliler.
--Erbakan hocam bir başka millici, Başbuğ Türkeş bir başka milliyetçi idi o günler.
--Ne siyasiler ne de siyaset esir edilmiş, alınmış idi.
--Hele hele Vakıflar. Bahçesinden çıkarken bile ayakkabılar duvara, taşa vurulurdu ki, vakfın tozu bile zayi olmasın, haram olmasın. Yukarıda Allah var, incinmesin diye.
--Sağcısı da, adam gibi sağcı, solcusu da adam gibi solcu. Demirel, siyasete girmeden önce Morrisson şirketinde çalıştığından, Amerikancı diye "Morrisson Süleyman" denilmesini çok kızıyor, ama sesini çıkartmıyordu.
--Genel iktidarın aklına estiğini, yerel iktidarın seçmene selam için her ay imar plan değişikliği yapması, ne mümkündü.
--Karnı aç olsa da, gözü tok gazeteciler vardı. Öyle vatan, millet ve halkın çıkarına olmayan bir iş yapacaklar siyasiler ha. Dünya başlarına yıkılır, zindan edilirdi.
--Ne o öyle, eken eksin, diken diksin diye çiftçiye posta koymak mı, ne gezer. Amman, ek kardeşim ya, aç-açıkta kalmayalım. Namerde muhtaç olmayalım derlerdi siyasiler.
--Cenaze namazları dışında siyasileri cami avlularında görmek pek mümkün değil idi. İbadet de, kabahatte gizli idi.
--Bir ar, namus denen şey vardır. İnsanlar utanmayı bilir idiler.
--Sonra, bir gün nitekim paşa diye bir amca çıktı, ortalığı toz duman etti.
--Resim mi yapılacak, en güzeller resimler onun diye tuallere oturtulurdu. Ne yapılacak ise, en iyisini o yapmalı, en iyisi onun olmalıydı. Çat çat, Şak şak paşa bile deniliyordu o günler
--Sanki aradan yüz yıllar geçmişti.
--Kahveler Coffee, lokantalar restoran, olmuş çıkmıştı artık.
--Siyasiler elbette ki o dönemde de yurt dışında bir yerlere selam verirler, mesaj yollarlardı ama, en azından ahaliden de çekinirlerdi.
--Padişahlara bile "mağrur olma Padişahım, senden büyük Allah var" denilirdi.
--Mutluluk indekslileri mi. Ne indeksi kardeşim ahali bir şekilde mutluydu. En azından aç ve açıkta değil, herksin arabası benzer konforlardaydı.
--Millli piyango çekilirken bile hiç kimse nasıl sahtekarlık yapılıyor diye kuşku duymazlardı.
--Devletin malı deniz deniz, yemeyen domuz değil idi.
--Öğrenciler, öğretmenlere "eti senin kemiği benim" diye teslim edilirdi. Konuşmalar, yazmalar anlaşılır, itibardan tasarruf edilmezdi ama, itibarsızlara da hadleri bildirtilirdi.
--Hadsizlere, hadleri, itibarsızlara da yerleri bildirildiği gibi.
--Şimdi mi?
--Lafın tamamı aptala söylenir.
--Etrafına bir baksana kardeşim, kör müsün?