ANKARA'DAN

Çağı Nasıl Okursunuz ?

Erdem denilen şey, bilgi, görgü ve deneyim ile elde edilir ve bedel ödene ödene de yaşanır!..

Hep verici olan erdemli olanlar, erdemliler mi olmalıdır?

Elbette ki zor bir soru.

Bu, nerede, hangi toplumda ve çağda yaşadığınıza da bağlıdır.

Günümüzde çevremize, ülkemize bakınca neler görüyoruz peki!..

Elbette ki önyargılı, kesin hükümlü olmamak gerekir ama olanları görmemek, görmezden gelmek de, başka acıların kaynağı oluyor.

Şimdi şöyle etrafımızda bir bakalım, neler oluyor, biz neleri ne kadar görüyor ve olanların ne kadarının farkındayız? Bir başka açıdan da, bize gösterilenler, doğru diye anlatılanlar ne kadar doğru.

Ayrıca, olanlardan ya da olmayanlardan kişiler ne kadar sorumlu ya da sorumsuz, kişilerin dışında sorumlu olan, olması gerekenler de var mıdır ya da olmalı mıdır?

İlk insandan, günümüze neler değişti de bu günlere geldik?

Dünyanın bir kenarında duran bizler, bugün için "bize ne ya!.." diyebileceğimiz her şey ile ilgimizin olduğunu görmek için, olanların ve olayların akışına bir göz atalım mı?

Örneğin bize, İlkokuldan bu yana "Amerika'nın keşfi"nin, Kristof Kolomb tarafından, son derece masum bir şekilde yapıldığı öğretilir.

Peki, Türkçe sözlükte "Keşfetmek", nasıl tanımlanmıştır: "Var olduğu halde, varlığı daha önceleri bilinmeyen bir şeyi bulmak"!..

İşin aslı nedir? Kolomb, İtalya-Cenova'da bir kumaş tüccarının oğlu olarak dünyaya gelir, Babası ile Dünyanın birçok yerini gezer.

Daha sonra, dönemin güçlü devletlerinden (padişah ve kral) ganimet toplamak için yardımlar ister. Osmanlı Sarayından da istediği yönünde bilgiler vardır. Portekiz ve İspanya krallarından yardım almak için, ilk önce Portekiz kralı II. Joao’nun kapısını çalar ama II. Joao, Kolomb’un bu projesine destek olmaz.

Bu sefer şansını İspanya Kralı Fernando ve Eşi Isabella'dan ister ve Kolomb'a, gerekli gemi ve tayfa (korsan) sağlanır.

Küçük Antiller'e 1493'te, 1498'de Trinidad'a ve Güney Amerika'nın kuzey kıyılarına yolculuklar yapar ama istediği sonucu pek alamaz, 1502'de Orta Amerika'nın doğu kıyılarına yaptığı yolculuk ise, ona bol ganimet ve ün sağlamıştır.

Amerigo Vespucci için de, benzer öyküler anlatılır.

Oysa, Amerika kıtası ilk olarak M.Ö 12.000'lerde Asya'dan yola çıkıp, Bering Boğazını geçip, gelen ilk insanlar olan Homo sapiens'ler tarafından keşfedilmiş ve yaşanmaya başlanılmıştır.

Her nedense günümüz tarihini yazanlar, hep kendinden öncesi yok sayılar. Buna, iyi ya da kötü demenin bir yararı da yoktur.

Yok saymanın şusu, busu yoktur. Örnek, tamam Osmanlı bütün çağları kaçırmış, saray emperyalist güçlerin sömürge yönetim merkezi haline gelmiştir ama örneğin, aydınların öncülüğünde ihtiyacı karşılamak için 1848'den itibaren Erkek Öğretmen Okulu (Darülmuallimin) ve 1870'den itibaren Kız Öğretmen Okulu (Darülmuallimat), devamında da Yüksek Öğretmen Okulu açılmıştır.

Ancak, Cumhuriyetin okullaşma ve aydınlanma süreci, KÖY EĞİTMEN OKULLARI ile başlar ve projenin zirve yaptığı KÖY ENSTİTÜLERİ İLE SÜRER. O yüzden Köy Enstitüleri projeleri, Cumhuriyet tarihinin çok önemli aydınlanma projesidir.

Çünkü, gelecek nesiller eğitilmiş bir toplumda ile yeşerir ve eğitimli bir toplum ile çağı yakalar ve yaşar.

Karl Marx, “Her çağın hâkim fikirleri, o çağın hâkim sınıflarının fikirleridir" der. Şimdi daha çok anlıyorum, neden hep başka sofralara oturup, hep aç kalktığımı. (Burada gülünecek!..)

Cumhuriyetin ilk dönemki bu devrimci çabalar, günün hakim sınıfı olduğunu sananlarca görmezlikten gelinse de, bu çabalar eğitimden sanayiye, tarımdan bankacılığa kadar her alanda ülkeyi ve toplumu çok farklı bir seviyeye taşımıştır.

Geçenlerde bir konu için bir şeyler araştırırken farkettim, son zamanlarda gerek basılı kaynaklar ve internet ortamı bilgilerinde bir gariplik vardı.

Tarihimiz hep, Türklerin İslamiyet ile tanışmasından sonra başlar, öncesi yokmuş gibi sayılıyor. Bu günler pek sık görülmese de, bazılarının masalarının arkasında 16 Türk Devletinin bayrağı vardır ama Türk destanları, Yunus Emreler, Şeyh Bedrettinler, Dede Korkutlar, Nasrettin Hocalar, Pir Sultanlar görmezlikten gelinir.

Örnek, bazıları İslam tarihi açısından, Farabiyi göklere çıkarırken,, Gazali'nin görmezlikten gelmeye çalışırlar.

Türkiye Cumhuriyeti tarihi, bu ülkenin bütün etnik, dini inanca sahip yurttaşlarının kanları, canları ve emekleri ile yazılmıştır.

Türk Bayrağı da o yüzden çok kutsaldır.

Suriye'nin kuzeyinde, üstelik Türk Silahlı Kuvvetlerinin koruduğu bölgede, bu ülkenin yurttaşlarının vergileri ile beslenenlerce, bu ülkenin bayrağını yakılması sıradan bir şey değildir.

Türk Milleti (Atatürk'ün tanımı ile “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir”) yerine, İslam Ümmetini öne geçirir iseniz, Türk Bayrağının yakılması, sıradan bir şey olarak görülür, algılanır. Birileri için önemli olan, Ümmet Bayrağıdır.

Kim bilir bu olanlar, birilerini "titretir de kendine döndürür" mü?

Bilemem ki!..

Yayın Tarihi
14.08.2022
Bu makale 385 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!