Oturup öylesine düşünsek, yani sıradan, gerçekten "bilgi" nedir ya, diye; o kadar şey aklımıza gelir ki inanılmaz. Evet ya, bunların hepsi bilgidir. Doğruluğu ya da yanlışlığının bir önemi yoktur.
Sorun bilgide değildir. Kişilere neyin bilgi olarak öğretildiğinde ve buna inandırıldığındadır. Herkes yaşadığı çevresini bir göz önüne getirsin. Bu gün için çok sıradan olan, hatta söylenmesi bile "absürt" sayılabilecek bir söz, "dünya yuvarlak değil, düzdür".
İnsanlığı tarihi kaç yıldır. "Homo Sapiens" ya da bilinen haliyle günümüz insanına benzeyen evrimleşmiş ilk İnsanı, yaklaşık 60-100 bin yıl önce görüyoruz.
Bu insanlar yiyorlar, içiyorlar, çoğalıyorlar, avlanıyorlar o halde düşünüyorlardır da. Düşünmek için bir bilginin de olması gerek. O zaman bu insanların da yaşadıkları çevreye, "dünya"ya ilişkin bir bilgi ve sözlerinin olması gerekmez mi? Elbette ki, Evet, gerekir.
Bu atalarımızın ne düşündüklerini pek ayrıntılı bilmesek de, günümüzden yaklaşık 2.500 yıl önce, en azından dünyanın yuvarlak olmadığını biliyorlardı. Bu da bir bilgi idi.
Pisagor, Dünyanın yuvarlak olduğu fikrini ayın şeklini ilk kez M.Ö 500’lü yıllarında ortaya atar. Deneyler yapıldıkça, dünyanın ekvatordan uzaklaştığı, gökyüzündeki takım yıldızlarının hareketleri ve açık denizlerde ufukta ilerleyen bir geminin gözden kayboluşunu dünyanın bir küre/yuvarlak olması olasılığını arttırıyordu.
Peki, Genel kanının tersine, Dünya’nın yuvarlak olduğu Amerika'yı keşfeden Kristof Kolomb tarafından da söylenmedi mi? Evet.
Ortaçağ’da Kilise de Dünya’nın yuvarlak olduğunu biliyordu. Aslında günümüzden 2200 yıl önce yaşamış olan matematikçi ve coğrafyacı Eratosthenes Dünya’nın yuvarlak olduğunu hesaplayarak bulmuştu. Gel gör ki, bazı bilgileri, bazı kişi ve kurumların kabul etmeleri, kendi kişisel ve kurumsal çıkarlar açısından kabul edilir olmadığından, bazı şeyler bilinse de, tersi savunulabilir.
Bunun en güzel örneği, Galileo'nun yaşadığıdır. Teleskopu bulmuş ve bir bilgin olarak, 1632'de, Katolik Kilisesinin "dünya dönmüyor" tavrına karşı, “Dünya dönüyor” dediği için yargılanır ve engizisyon mahkemesi tarafından yakılarak ölüme mahkûm edilir.
Galileo'nun doğru söylediği kilise tarafından da bilinmektedir, ancak bir kere, dünyanın güneşin etrafında değil, güneşin dünyanın etrafında döndüğü söylenmiştir. Dönemin etkin ve yetkin kişileri devreye girerler ve Galileo'ya, yakılacağı idam standına çıktığında, yüksek sesle, "DÜNYA DÖNMÜYOR" de ve ardından da kısık sesle, "DESEM DE, DÜNYA DÖNÜYOR" de, derler.
Görüleceği gibi, bilgi bir şekilde elde edilen, öğrenilen, öğretilen yaşam ile ilgili olduğu düşünülen şeylerdir. Doğruluğu ya da yanlışlığı bir başka olaydır.
İşin daha da enteresan tarafı ise, BİLİM alanında yaşanan bazı garipliklerdir. Örnek, "istatistik" verilerin toplanması, ayrıştırılması, yorumlanması ve sunumu ile ilgili bir matematik bilim dalı olduğu gibi, fiziksel ve sosyal bilimlerden insanın günlük yaşamını ilgilendiren tüm bilimlere kadar bir çok çeşitli akademik bilimsel alanlarda uygulanabilen, disiplinlerarası bir bilim dalıdır, aynı zamanda!..
Bilimsel bir dalın, kendi mecrasından çıkarılıp, bam başka alanlara kaydırılıp, sunulmasını ne olarak kabul etmek gerekecek? Günümüzde en usturuplu yalanlar, bilimsel veriler imiş gibi gösterilip, söylenen ve toplumun da inandığı yalanlardır.
Görüldüğü gibi, "bilgi" ve" bilim" her zaman bir etik ve ahlakı oluşturulmadığı sürece, çıkar çevrelerinin elinde masum kitlelere karşı bir silah gibi de kullanılmaktadır.
Devlet, kurumlar, yasalar, gelenek ve görenekler bu yüzden vardır. Eğitimin doğru yapılmaması, sisteminin bozulması insan doğasının da bozulmasına sebep olduğu, bunun da toplumun bozulmasına, daha da ilerler ise de kurumlar ve devletlerin bozulup yok olmasına kadar gittiğini görmek için çok şey aramaya gerek yok artık.
Oktay Akbal'ın 1940-1960 arası İstanbul'unu gözlemleyip yazdığı "Önce Ekmekler Bozuldu" romanın adı olsa da, sonra ki tümcesi, "sonra da her şey!.." dir.
Yaşadığımız günlerde de, ekmekten tutun suya, insandan tutun toplumun tüm kesimlerine kadar çok hızlı bir bozulma gözler önündedir.
Yıllar önce, Hobbes, Locke ve Rousseau gibi bilim insanları, düşünürler, söz konusu olayı "Toplum Sözleşmesi" bağlamında ele alırlar. Gerçekten, toplumun kendisinin doğal olarak yarattığı "toplum sözleşmesi" bir şekilde bozulur ise, geriye;
ne insan, ne yurttaş, ne yurt ve devlet kalır.
O yüzden, Şeyh Edebali'nin Osman Gazi'ye "Ey oğul, insanı yaşat ki, devlet yaşasın" diye verdiği öğüt, bu günler unutulmuş gibi mi?
Ne dersiniz. Bilgi olarak da, bilim olarak da!..