Her insanın bir başkasına benzemediğini herkes bilir. Bu fiziki olduğu gibi psikoloji, sosyoloji ve davranışsal olarak da olabilir.
--Tamam bu genel kabul.
--Peki, insanın toplumsal bir varlık olabilmesi için, bir takım değişim ve dönüşümler geçirmesi gerekmez mi? Elbette ki geçirmesi gerekir, buna da "uyum", değişim, evrim deniliyor.
--Bir insanın tek başına ilk çağlarda da yaşaması olası olmadığı gibi, günümüzde de uzun süre yaşaması ise hiç düşünülemez bile.
--Bu pandemi sürecinde, neredeyse insanların yaşamları bu sözünü ettiğim süreçlerin hiçbirine uymuyor gibi görünse de, herkes tek başına; hem de Vedat Türkali'nin romanı "Bir Gün Tek Başına" gibi.
--Tamam o yıllar, "yeter söz milletindir" diye iktidara gelen, ama öncelliği "hangi millet" olduğu daha sonra anlaşılan Demokrat Parti (DP) iktidarıdır.
--Kişisel sorunlar, toplumsal sorunlar derken bir de bunların kişilerde yarattığı travmalar ve toplumsal sorunlar, alın size koca bir sorunlar yumağı, bu sorunsalın içinde çıkabiliyor isen, çık!..
--Yıl 1940'ların sonu, 1950'lilerin göbeği olsa da, ortada memleketin "ulusal kahraman"larından İsmet İnönü'ye bile yasaklar getiren bir siyasi iktidar ve yarattığı toplumsal sorunlar ve bu sorunlar içinde kişisel olarak debelenen insanlar, insancıklar vardır.
--Bu kez de, o yıllar 2000'lerin başıydı. Yaşasın, yeni "milenyum"a girmiştik, bizde pek kimsenin umurunda değildi ama, o yıllar New Yok'da dışişlerinde Ateşe olan bir arkadaşımın milenyum armağanları olarak getirdiği kravat, saat çok hoşuma gitmişti.
--Yine o yıllar, nereden çıktı ise bir "başörtüsü mağdurları" peydah olmuştu. Büyük şehirlerin metro istasyonlarından caddelere çıkıp "başörtüsüne özgürlük" diyen, kara çarşaflı kadınlar, kızlar. İş uzayınca, bunları tanıyanlar söylediler ki, birleri parasını veriyor, bağırtıyordu bu kendini mağdur gösteren kişileri.
--Zamanla herkes kanıksamış ve karşı çıkan çoğu kişiler bile "tamam ya, kim türban takacaksa taksın" noktasına gelinmiş idi.
--Sonra, herkesin her şeyi yazıp, çizip, söylediği günlerde, her nasıl ise olmuş, ülkenin en büyük ilinin belediye başkanı bir şiir okumuş, sanki millet batmış, bitmiş, yitmiş, gitmiş gibi bir mahkeme kararı ve tılsımlı öykünün başlangıcı cezaevi günleri.
--O günlerin Mücahit'i bir siyasi lider, yüzüğünü gösterip "Bir gün Erdoğan zengin olmuşsa bilin hırsızlık yapmıştır" diyerek, samimi ve içten bir itirafta bulunuyordu.
--Tabi daha sonra, "Mücahitler müteahhit oldu", sözleri ortalıkta dolaşmaya başladı. Halen Uşak Arkeoloji Müzesinde sergilenen, dünyanın en zengin adamı sayılan Karun'un Hazineleri Uşak Müzesinde sergilenmektedir ama öyküsü ise o kadar darmatiktir.
--Paranın elde edemeyeceği zaferin olamayacağına inanan Karun, paralı ordusu ile kısa sürede çevresindeki 11 krallığı hegemonyası altına alır. İktidarı muhteşemdir.
--Gel gör ki, ta o yıllar bile (MÖ 546) alacakları paradan başka birşey düşünmeyen askerlerden oluşan "Karun'un Ordusu", Pers Kralı ile yapılan savaşta bozguna uğrar ve yenilir.
--Pers kralı, KARUN’un hayatını bağışlar ama; KARUN geri kalan yaşamını bir esir olarak sürdürür ve bir esir olarak ölür.
--Ülkede Milenyumun başına gelirsek, her zaman olduğu gibi para çeşmesinin başını tutanlar, parayı hep belli kesimlere akıtırmışlardır.
--Sonradan görmedir falan filan ama akıtılan bu parayla, hep bir mutlu azınlık yaratılmıştır. O yüzden para musluğunun başını tutmak çok önemlidir.
--O yıllar, AK Parti iktidara gelince Çeşmenin başı tutmayacağım, ben çeşmenin yeni sahibi olacağım dedi ve Para çeşmesinin başını tutanların tiplerini bile değiştirdi ve Karun'dan sonra bu toprakların yepyeni bir öyküsü oldu.
--Yıllardır yaşanan "mücahit" ve "adil düzen" söylemleri ve algısı değişmeye başladı. Yepyeni bir mutlu azınlık ortaya çıktı.
--Ecevit'in "Bu düzen değişmeli" söylemi ile ""düzen değişir de, düzülen değişmez" sözü bu kez başka bir senaryo ile vizyona girdi.
--O yıllar pek modaydı, "vurun abalıya" gibi, bazıları daha gür sesle, okullardan “Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi” dersi kaldırılsın diyordu. Ve hayal idi gerçek oldu, kurduğu Devletin ve Cumhuriyetin ilkelerinin öğretildiği ders 2012- 2013 öğretim yılında kaldırıldı.
--Haydi, iktidarın bir hedefi vardır, “Atatürkçü nesiller” yetiştirme yerine “Dindar nesiller” daha sonra buna "kindar nesiller" de eklendi ve yepyeni bir nesil ortaya çıktı.
--Nerede mi bunlar, televizyonlara alıcı gözle bir bakın. Eğitim kurumlarına, "adil düzen" özlem ve hedefli kamu yönetimine bir bakın göreceksiniz.
--Peki bu süreçte, yalnız iktidar ya da muhalefet partileri mi kusurlu. Bin kere, yüz bin kere hayır, hayır, hayır.
--İktidar seçmeni suçlu, bu ülkenin çivisinin çıkmasına, üç kurşluk zevki için göz yumdukları ve yumuyor oldukları için;
--Muhalefet partisi seçmeni suçlu, "adamımı, olmazsa madamımı seçeyim" derdinden, olayın özünü kaçırdı ve gününü gün eden, etrafına iki kadın alıp resim çektiren erkek, iki erkek alıp resim çektiren sanal kahraman kadın vekiller seçtiler.
--Covid-19 uluslararası salgını herkesin gözünü açacak, az kaldı.
--Laiklik, Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyetin değerlerini anlamamış, şeriat özlemcisi iktidar seçmeni de;
--Gardrop Atatürkçüleri gibi, sanal Atatürkçüler de, zaman ile anlayacaklar, ellerinden giden şeyin çarık-çorap, aç-susuz, elde yok avuçta yok şartlarda kazanılan ve kurulan bu Türkiye Cumhuriyetinin değerini.
--Sosyal Devleti buharlaştırıp, ceplerine sağlık sigortası, şehir hastanesi olarak koyanların; "askıda ekmek" dizileri izleyenlere televizyonlarda tandır kebap tarifi yapmalarının kerametini.
--Ben ne desem boş, anlatamam ki.
--Siz, yinede ya "kendinden kerametli hocalarınızı" ya da "sosyetik" ne demekse seçtiğiniz "adamlarınızı, yoksa madamlarınızı" dinlersiniz.
--Keşke, şu kapanma günleri, pencerenizin önüne, balkonunuza ya da tarladan tokattan gelirken yorulup oturduğunu çağılın üstünde başınızı iki elinizin arasına alıp, "biz nerede yanlış yapıyoruz" diye azıcık düşünüp, empati yapsanız, ne güzel olurdu!..
--Ama neredeee, boş bir hayal benimkisi!.. Bencillerden, karşısındakini de düşünmesini, empati yapmasını beklemek!..