CESUR KALEM

Bir Elma Bir Altın Eder mi?

Türkiye uzun bir süredir iyi yönetilemiyor. Bir ülkede hukuk ve demokrasi rafa kalkarsa o ülkede ne ekonomik kalkınma ne de refah olur. Zira hukukun ve demokrasinin olmadığı yerde güven unsuru kaybolur. Güvenin olmadığı bir ülkeye de yabancı yatırımcılar gelmez. Gelenler de ya hassas ve stratejik tesislerinizi ya da topraklarınızı satın alır. Türk parasının değeri düştüğünden yok pahasına… Bir yerlerden para alan, emir de alır!

Ülke ekonomisinin yapısal bozukluğunu gidermesi ve önleyici tedbirler alması gerekenler; ekonomi biliminin temel kurallarını dikkate almadılar. “Faiz sebep, enflasyon sonuç” ve “Nas” gibi dünyada eşi benzeri olmayan söylemlerin arkasına sığındılar.

Yatırıma dönüşmesi gereken paralar, beton ekonomisi ile yandaşlara peşkeş çekildi ve seçimin kazanılması için devlet bütçesi tarumar edildi. Ve ülkenin fakirleşmesi pahasına seçim kazanıldı da ne oldu? İktidarın kulağa hoş gelen vaatleri ve yandaş medyanın hayal satan yayınları bir gün bitiverdi. Bütçe tamtakır olduğundan zam yağmuru sağanak olarak yağmaya başladı. Kısaca cicim ayları kısa sürdü.

Ekonomiyi düzeltmesi ve dışardan para getirmesi için rica minnet Hazine ve Maliye Bakanlığı’na getirilen Mehmet Şimşek, işe vergileri ve harçları artırmakla başladı. İğneden ipliğe her şey fahiş bir şekilde zamlandı. Yani değişen bir şey olmadı! Ekonominin iyi yönetilememesinin bedelini, sabit ve dar gelirli ödedi.

Kimi sermayeyi, kimi halkı, kimi de iktidarı suçladı.

Zam yağmuru karşısında; “Nebati’nin gözlerindeki ışıltıya razı olduk! Şimşek çaktı!” gibi mizahi bir şekilde eleştirenler de oldu. Eleştirilerin dozunun artması üzerine Şimşek: "Çok büyük enkaz devraldık. Buradan çıkmak çok kolay değil" diye beyanat vermek zorunda bırakıldı. Lakin enkazı kimden devraldığını söylemedi. Sadece Sn. Bakanı "günah keçisi" yapmak da insafsızlık olur. Pimi çekilmiş bombayı eline verip kaçtılar!

Suçlu sadece iktidar mı? 1. Derece iktidar suçlu ve sorumludur. Ancak suç ortakları da vardır. Tüm hakları ve ekmeği elinden alınırken, "Allah devlete ve millete zeval vermesin" mantığı ile sessiz ve suskun kalarak iktidara destek veren dar gelirli suçludur!

Devletten haksız ihaleler alarak “tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyen” yeşil sermaye… Etliye sütlüye karışmadan zevki sefa içerisinde gemisini yürüten, krizi fırsata çevirerek ürünleri fahiş fiyatla satan ya da polis, maliye, müfettiş korkusundan sessiz kalan korkak ve aciz iş dünyası da suçludur!

Demokrasilerde sermaye ile iktidar gücünü dengeleyen güç, sivil toplumun gücüdür. Eğer bu gücü dengeleyen ve sınırlayan bir güç oluşmamış ise, ezilen bugün olduğu gibi toplumun geniş kesimleri olur. Ve toplumsal yarardan çok kişisel çıkarlar öne çıkar. Bunu engelleyecek yegâne güç, sivil toplumun gerçekleştireceği kamuoyu baskısı ve şiddete bulaşmayan etkili protesto eylemleridir. Ülkemizde sivil toplum örgütlü olmadığı ve tehlikeli görüldüğü sürece koyun gibi güdülmeye mahkûm olacağız.

Muhalefet mi? Kendi iç işleri ile uğraşmaktan toplumsal tepkiyi yönlendirmekten acizdir. Örneğin; MTV vergisinin ikinci defa ödenmesi, başka çağdaş bir ülkede olsa yer yerinde oynar, hukuksuzluğa tepki çığ gibi büyürdü.

A. Karakoç’un dediği gibi; "Rüşvet meşrulaştı yukarı katta/Fukaranın canı çıkıyor altta/Şahlar dans ederken repo'da rantta/Orta direk eğiliyor ne haber.

Yapılanlar Türkiye'yi kurtaracak bir reform mu? Kimse kimseyi kandırmasın!

Vergileri artırarak ya da zam yaparak bütçe açığını kapatmaya çalışmak yapısal reform değil, yanlış faiz politikasıyla yaratılan facianın halka ödettirilmesidir. Vur abalıya! Ülke için bir bedel ödenecekse, tepeden tırnağa herkes ödemelidir. Bir ülke vergi almadan ayakta duramaz ama adaletli olmak kaydıyla.

Hani kamu harcamalarının kısıtlanması? Ekonomide yapısal reform yapılmak isteniyorsa, Saray'dan başlamak üzere kamu harcamalarının kısılması… Üst düzey yöneticilerin israfa yol açan harcamalarına; lüks ve şatafatlarına veda etmesinin sağlanması gerekir. Tasarruf ve üretim olmadan bütçe deliği kapanmaz

Hükümet enflasyonun artması karşısında asgari ücrete ve memur maaşlarına mecburen iyileştirmeler getirdi. Lakin geçim sıkıntısı çeken ve açlık sınırı ile karşı karşıya olan emekliler bundan yeterince yararlanamadı.

Memura %84, emekliye %25 zam verildi. Sahi, memur ile emekli aynı ülkede yaşamıyor mu? Hâlbuki veriler incelendiğinde emeklilerin çoğu iktidara oy vermiş. İktidar onlar sayesinde seçimi kazandı. Bu durum sosyal medya fenomenlerinin diline de düştü. Kimisi “Beter Olsunlar!” derken kimisi de eski İçişleri Bakanı SS’in, “Oh Oh Ohhhhh” şeklindeki garip sesini sayfalarına taşıdı. Olan biz emeklilere oldu! Memura verilen zam da enflasyon karşısında eridi. O başka mesele.

Bunları yazarken aklıma bir fıkra geldi:

Duruşma Hâkimi; Bütün seçmenleri dinledikten sonra ayağa kalkar ve "karar" der. “Yaz kızım! Bütün bu zamlar; emekli ve geçim zorluğu çeken yoksul vatandaşın kendi rızası ve bilgisi üzerine yapılmış olup, hiçbir zorlama olmamıştır. Dava bir sonraki seçime kadar ertelenmiştir.”

Tam da böyle oldu!

Bir emekli olarak beni kaz yerine koyanlara ben de kızmıyorum! Adamın yiyecek ekmeği yok, verdiği oyla hem yolundu hem soyuldu hem de enayi yerine koyuldu! Hala yapılanları savunuyor. Sanki vergiler, harçlar, zamlar az geldi! Mantık, psikoloji ve sosyoloji bilimi bu ülkede taraftar bulmuyor! Köylü traktörüne mazot alamazken bu yeşil sosyete yatlarına ÖTV’siz mazot alıyor ama katlarına minicik vergi ödüyorlar. Bunları savunmak da dar gelirli fanatiklere düşüyor. Ne diyeyim, düzen bozulmuş… Herkes tuttuğunu öpüyor!

Bu arada bir hikâye ile yazıma son vereyim:

Bir Elma Bir Altın Eder mi?

Kralın biri sarayında odasında otururken, pencereden sesler gelmiş. ”Güzel elmalarım vaaaaaar!” Bakmış, ihtiyar biri, at arabasında elma satıyor. Etrafında müşteriler. Kralın canı çekmiş ve baş veziri çağırmış;

– Al sana beş altın, koş bana elma al.

Baş vezir, veziri çağırmış;

– Al sana dört altın, koş elma al.

Vezir saray sorumlusunu çağırmış;

– Al sana üç altın, koş elma al.

Saray sorumlusu muhafız komutanını çağırmış;

– Al sana iki altın, koş elma al.

Komutan nöbetçiyi çağırmış;

– Al sana bir altın, koş elma al.

Nöbetçi çıkmış satıcı ihtiyarı yakasından tutmuş ve;

– Hey sen, ne bağırıyorsun? Burası han mı, yoksa saray mı? Defol buradan. Arabana da elmalara da el koyuyorum.

Nöbetçi, muhafız komutanına dönmüş;

– İşte şef, iyi dalavere çevirdim. Bir altına yarım araba elma.

Komutan saray sorumlusuna dönmüş;

– İşte, iki altına bir çuval elma…

Saray sorumlusu vezire dönmüş;

– İşte, üç altına bir torba elma…

Vezir, Baş vezire dönmüş;

– İşte, dört altına yarım torba elma…

Baş vezir, kralın huzuruna çıkmış;

– İşte kralım, emrettiğiniz gibi. Buyurun, beş elma.

Kral tahtında oturuyor ve düşünüyor; ”Beş elma-beş altın, vay be. Bir elma-bir altın ve halk elmalara hücum ediyor. Demek ki vatandaşın durumu çok iyi. Bu halkın vergilerini hemen arttırmam lazım!”

Burada kim suçlu? Her türlü alavere dalavere çeviren, kul hakkı yiyen, hırsızlık ve yolsuzluk yapan tepeden tırnağa saray yönetimi mi, suçlu? Elinde elması ve arabası gasp edildiği halde sessiz kalan ihtiyar mı suçlu? Yoksa vergilerinin nereye harcandığını sormayan halk mı suçlu?

Belki de hepsi suçlu!

Turizmdeki yoğunluğa, araba ve cep telefonu satışlarına bakıp, halkın durumunu çok iyi gören yöneticilere benzemiyor mu?

Yayın Tarihi
12.07.2023
Bu makale 578 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!