BİLİMSEL DÜŞÜNCE

“Açılım” Hukuku ve Sonuçları...

Mevcut siyasi iktidar tarafından seçilip Çankaya’ya gönderilen Abdullah Gül, T.C. Cumhurbaşkanı olarak devleti temsil eder. Kişisel özelliklerini benimseyip benimsememek farklı bir yaklaşımdır; ancak kişiselleşen davranışlar aynı zamanda devleti bağlar. Bu nedenle devleti temsil eden her kim olursa olsun hareketlerini, bulunduğu makamın ciddiyeti ve sorumluluğunu müdrik olarak ayarlamak zorundadır. Abdullah ve Tayip Beylerin çok sevdikleri terim olan “cumhurun” başı olmak önemlidir ve büyük sorumluluktur...

 

Birileri siyasi iktidarı; “Kürt açılımı” denilen “PKK açılımı” kuyusuna itiverdiler... Bunlardan biri de, muhtemeldir ki, “akıl dane” sıfatlı olduğu söylenen, ataları sabıkalı tarihi geçmişe sahip “köşekapıcı” zat ve “beynimin yarısı” diye itibar edilmiş “Kürtçü” teorisyenler olmalıdır... Referans zatlar, terör şefleriyle samimi olarak “hemhal” olurken getirilen mesajlara, cumhurun başı da itibar ederek “...Konjonktür çok iyi... Çok güzel şeyler olacak...” (basından, haberler) kehanetinde bulunmuşlardır.

Kehanette bulunmuş olmaları yetmedi...

Ardında İçişleri Bakanı Beşir Bey, “biz ..C’i önemsiyoruz” (basından) diye devam ettiler... Adeta referans gösterdiler...

Sonra ne oldu, diye sormayınız; tüm olup bitenleri unutmadan hatırlayınız...

 

**

 

Çadır mahkemesi...

 

Derken, bir formül öne sürüldü: Kandil+Mamur+Teröristler=Habur şenliği (!)...

Sivil itaatsizlik gösterileri...

Basından öğrendik ki Tayyip Bey ve takımı emir buyurmuşlar, gerekli talimatları vermişler, en azından onlar adına gerekli talimatlar verilmiş; ‘Habur’dan giriş yapacak olan teröristleri karşılamak için çadır mahkeme kurulsun...’ diye...

İtirazlar olmuş hukuka bağlı yargıçlardan ve dahi Cim Savcılarından...

Verilmiş emir bir kere, geri dönüş yok!

“Neye mal olursa olsun, bedelini ödemeye hazırız” demiş Tayip Bey...

Ve kurulmuş çadır mahkemesi...

Mahkeme başlamış...

Basın haberlerine göre, muhtemelen aşağıdaki diyalog vuku bulmuş; okuyalım:

Savcı: “Teslim olmaya geldiniz, pişmanlık yasasından yararlanmak için geldiniz, değil mi?”

Terörist: “Hayır, biz A.Öcalan’ın talimatıyla geldik. Pişman değiliz”

Savcı: “Yok, siz pişmanlık yasasından yararlanmak için teslim olmaya geldiniz... Ya da ileride pişman olacaksınız...”

Terörist: “Yok öyle bir şey, biz ‘sayın’ başkanımızın talimatıyla ‘barış’ elçileri olarak buradayız...”

Savcı: “Örgüte de katılmadınız değil mi?”

Terörist: “Örgüte katıldık... Örgüt üyesiyiz... Barış elçileriyiz...”

....

...

 

Ve bu diyalog böyle sürmüş...

Sonra ne mi olmuş?

Habur-Diyarbakır güzergâhı boyunca günlerce süren şenlikli törenler...

Bölücü sloganlar...

Zafer işaretleri...

Muzaffer ordunun (!) ‘yurda dönüşü’ manzaraları...

Bu şenlikler sürerken bir şey eksik kalmış; ayaklara serilecek kırmızı halılar...

Onlar da ‘sipariş’ edilmiş de dokuması gecikmiş, onun için Habur’da yollara serilmesi eksik kalmış...

Teröristler buna alınmışlar ama!

Bu eksikliği telafi etmek ve kahraman (!) teröristlere moral olsun diye bir mizansen düşünülmüş...

Havai fişek şenlikleri...

“Lorıke... Lorıke... Çafreşşe...” türküleri eşliğinde şölenler, şenlikler yapılmış yurdun dört bir yanında...

Yetmemiş... Mizansen aranmış...

 

**

 

Meşe ağacının dalları...

 

Ve bulunmuş; meşhurlardan çok meşhur bir “başkan” eline bir meşe ağacının dalını almış, havada sallamış...

Önce hükümete, sonra bunun-şunun orasına burasına batırıp çıkarmaya başlamış!...

Ve hiç kimseden ses çıkmamış!

Habur’da kurulan çadır mahkemesinin ne savcıları ne de yargıçları bu meşe ağacı söylemlerini duymuşlar; ne de başka kocaman etiketli hukukçular...

Böylece kahraman (!) teröristler, ‘meşe ağacı’ dallarıyla daha da moral bulmuşlar...

 

**

 

“Suçlu yargıçlar...”

 

Eskiden terörist yakalanır, savcı-hâkim neredeyse oraya götürülür, yargılanırdı... Devlet olmanın gereği buydu...

Ama Habur’da böyle olmadı; teröristin ayağına savcı ve hâkim götürüldü...

Meğer mevcut siyasi irade yeni yöntemler geliştirmiş!  

Meğer hukuk “guguk” olmuş da yargıcın haberi olmamış...

İşler çok değişmiş!

Yeni “guguk” kuralları oluşmuş...

Şimdi de bu “guguk” hukukunu genişletmek için sadece iktidar partisinin oylarıyla bütün millete uygulanacak “Anayasa”nın bazı temel maddeleri değiştirilmiş; vatandaşa de “gel bu guguk hukukunu tasdik et” diye kerem buyurunmuş; 12 Eylülde “referandum” icat edilmiş...

Vatandaş cevabını vermiş; HAYIR!... Bin kere HAYIR!...

“Guguk hukukunun” amacı neymiş biliyor musunuz?

Oy devşirmek!!!???

Nasıl mı?

Eşkıyadan artakalan oyları sömürmek için siyasi iradenin başı, Habur şenliği hakkında önceleri mealen; “..bakınız ne güzel manzaralar..” diyor iken, halkın tepkisine dayanamayarak ve dahi akıl daneleri; “iki ileri bir geri” taktiği vererek birden tornistan yapmış; “Habur’da tutuklamayı hükümet mi yaptı-yapmadı?” diyerek suçu, çadır mahkemesindeki yargıçlara, cim savcılarına yüklüyorlar...

Akla geliyor; acaba bu yargıçlar, cim savcıları sakın “er-ge-gene-kon-cu” (!) olmasınlar!!!

Ey yargıçlar, görün işte, icranın başı sizi nasıl suçluyor!!!???

Yarın iktidardan uzaklaşırlarsa tüm suçları size yükleyeceklere benziyor...

Ne dersiniz bu gelişmeye?

Hani iktidarın başındaki zat “açılım” fıkraları anlatıyor ya...

Fakat bir türlü milleti inandıramıyor...

“Ne pahasına olursa olsun açılıma devam” diyor ya...

“Ne pahasına...?”

Bu ifade çok su götürür...

Üniter devletin, milletin birliği, vatanın bütünlüğünün yok olması pahasına da mı?

İşte bunun için mi Anayasa referandumu!!!???

Peki ey vatandaş; kanınla suladığın vatanı böldürme zemini hazırlayan bu Anayasa değişikliğine evet mi diyeceksin???

El cevap: HAYIR... Bin kere HAYIR...

 

Öyle bir noktaya gelindi ki kimsenin Tayip Bey’i dinlediği filan yok...

Ona gerek kalmamış anlaşılan; Terör örgütü kendi kendine açılım yapıyor; baksanıza Destekçisi BDP genel başkanı meydanlarda bağırıyor; “halk özerkliğini ilan etti” diyor...

“İşgalci TC Kürdistan’dan çekil” diye pankart açıyor...

BDP başkanı; “Nevroz bağımsızlığın miladıdır. Türkler ve Kürtler bir arada yaşadı, cumhuriyeti birlikte kurdular, cumhuriyetin demokratikleşmesi gerek. 2 halk, 2 dil var, anayasa buna göre değişmeli.”

Ey vatandaşım, kardeşim, yoldaşım, komşum, köylüm, işçim, esnafım; buna meydan verecek misin?

Bölücüler, “Kürtçüler”, terör örgütü, onların yandaşları böyle diyorlar...

Evet, istekleri bunlardır...

Yersen ye...

Meşe ağacı misali...

Bu isteklere ortam hazırlayan Anayasa referandumuna “evet” diyecek misin?

El cevap: HAYIR... Bin kere HAYIR...

 

**

 

Açılımlar “aç biilaç” oldu...

 

Soruyor Güneydoğulu vatandaş Memo; “Bey biz anlamik, bu açılımcılar, aç-aççılar ne diyiler?!”

“Açılım deyiler, biz heç bir şey görmedik, neyi açiler ki?”

Bir Kafkas mağduru Şamil vatandaş bir şey daha soruyor; “ne oldu Ermeni açılımı? Hani kapılar açılidi? Hani Karadağ kurtulidi?”

Diğeri cevap veriyor;

“Bey, bey; ne diyorsun, zaten sınırlar açık!

Hava sahası açık...

Vızır, vızır uçaklar gidip geliyor...

Otobüsler “transit” ambalajıyla dolup İstanbul’a, Van’a, Kayseri’ye gelip boşalıyor...

Daha neyini açacaklar?

Açılmayan ne kaldı ki!!!

Geç beyim geç...

Bunlar kılıfı çoktan hazırladı...”

Kafkaslı Şamil sesini yükseltiyor: “Bilinmeli ki, Ermenistan anayasa mahkemesi protokoller hakkında karar aldı ise, bu kararın anlamı şudur; protokoller bizim ‘soykırım, toprak ve tazminat haklarımızı saklı tutar.’ Eğer TBMM bu protokolleri kabul ederse Ermeni anayasa mahkemesinin kararını onaylamış olur.”

Ermeni açılım, “Kürt” açılımı derken Habur şenliği...

Sonuçta sağduyulu vatandaşın bu tespitini biz aktardık...

Belki duyan olur...

 

**

 

Ermeni ihaneti...

 

Ermeni açılımından söz edilmişken bir hatırlatma yapalım; Selçuklu komutanlar Kafkaslardan “Ani Krallığını” ele geçirdikleri zaman, Ermeni papazlar ve ileri gelenler, kendilerini Bizans zulmünden kurtardıkları için Türklere şükran borçlu oldular. Bizans’tan gördükleri zoru hiçbir kavimde görmediler.

Osmanlı Devletinin himayesinde 850 sene “korumalı” ve “torpilli-makbul millet” olarak yaşadılar. Ne zaman ki Batı emperyalizminin gölgesinde “isyan ve ihanet” hareketlerine başladılar, işte o 850 yıllık kredilerini tükettiler...

 

Örgütlerin kapatıldığı ve çete elebaşlarının tutuklandığı 24 Nisan günü “kara gün” olarak varsayılmasının ardındaki amaç çok farklıdır.

Bu tarih, ne sürgünün başlangıcıdır ne de sürgüne gidenlerin ölümüdür...

Belki zorunlu göç başka şekilde de uygulanabilirdi...  

Tıpkı 2. Abdülhamit tarafından izin verilen bir “sivil hareket” örneği gibi...

Çete kurmuş Ermenileri zabıta ile cezalandırdığı gibi...

Belki o zaman tehcire gerek kalmayabilirdi...

 

Tehcirde ölen Ermeniler, sırf “Ermeni” oldukları için değil, ihanet ve isyan ettikleri için, düşmandan yana tavır aldıkları için, orduyu arkadan hançerledikleri için, sivil katliamı yaptıkları için...

Silahlı olarak çatıştıkları için ölmüşlerdir...

Duygu sömürüsü yaparak milletleri daha çok kandırmaya çalışacaklar... Ermenilerin özelliğidir bu...

Ermeni oldukları için ölmediler, dedik...

Fakat 1821 de Mora’da 20 bin Türk öldürüldü!

Sebep neydi?

Sırf Türk oldukları için...

Fakat hiçbir Ermeni sırf Ermeni olduğu için ölmedi...

 

**

 

Ermenistan’la protokol komedisi...

 

ABD ve AB ağababaların kartal pençeleri arasında zorla imzalatılan “protokol” denilen paçavralar artık “evrak mezarlığında” yerini aldı...

Bunun böyle olacağı baştan beri biliniyordu; bilerek “lades...”

Şimdilerde ağababaların istekleri doğrultusunda işler yürütülmeye çalışılıyor. Tayyip Bey ve Abdullah Bey’in Hıristiyanlığın en itibarlı Azizi Pavlos’un heykeli gölgesinde, vaftiz duaları eşliğinde, Türkiye adına “pranga” hükümler taşıyan on bin sayfayı geçen AB’nin müktesebatını imzalarken okumadıkları biliniyor...

Türkiye Cumhuriyeti adına imzaladıkları bu müktesebatın dayandığı “Kopenhgen” ölçütlerinde sadece azınlık dilinin korunması hakkı vardır; eğitim dili hakkı yoktur...

“Anadilde eğitim” isteyen gafillere duyurulur...

 

**

 

Demokrasi kime lazım?

 

“Demokratik açılım” diye milleti uyutmaya çalıştıkları komediye artık Türk milleti “mizah konusu” yaptı. Örneğin “açılım dondurması 32 dişe keman çaldırır...” “Açılım yumruğu makyaj yaptırır...”

“Demokratik simit...”

“Açılımcı Fadime elbisesi...”

Ve birçok benzer sloganımsı nükteler...

Doğrusunu isterseniz, iyi de oluyor; vatandaş kısa aralıklarla sefalet sıkıntısını mizaha dökerek unutmaya çalışıyor...

Mademki bu “açılım” PKK açılımı değil de “Kürt açılımı” ise, o zaman demezler mi ki “demokrasi”, “demokratikleşme”, “herkese daha çok hürriyet, daha çok demokrasi” ise neden sadece Güneydoğulu vatandaşlara yönelik algılama söylemleri yapılıyor?

Demokrasi ne kadar doğudakilere lazımsa batıdakilere de o kadar lazım olduğunu siyasi iktidarın patronları bilmiyor mu?

Bal gibi biliyorlar...

Amaç yine saf ve sade Güneydoğulu vatandaşı avutmak, onların oyunu kapmaktır...

Peki, ey Güneydoğulu vatandaşım, sen bu kadar saf mısın???!!!

 

**

 

Feodalizme dokunmadan...!

 

Neden Doğu’nun bazı bölgeleriyle Güneydoğu’da egemen olan feodalizmden hiç bahsedilmiyor?

Şu anda “açılım” komedi paketinde hangi konuda feodalizmden bahsediyor?

Hiç...

Kangren olmuş “ağalık”, “reislik”, “aşiretlik”, “şeyhlik”, “müritlik” konularında bir önlem var mı?

Yok...

Siyasi çıkar için vatandaşlarımız kandırılıyor...

Siyasi iradenin egemenliğindeki partide kaç tane feodalizmin temsilcisi mebus var, bilen var mı?

Bunlara rağmen “açılım” olabilir mi?

Sadece oyalama ve kandırmaca...

Bunun farkına varıldığı zaman, Güneydoğulu vatandaşlarımız belki o zaman kendine gelirler, terör örgütüne alet olmazlar, devletine biat eder ve sahip çıkarlar... Tüm bunlar varken ve hiç “feodalizmin açılımı” konuşulmazken, yeni tür feodalizme meydan verecek Anayasa referandumunda vatandaştan “evet” beklenmekte!!! Ey halkım sen ne diyeceksin referandumda?

El-cevap; HAYIR... Bin kere HAYIR....

 

**

 

Güneydoğuda devlet zafiyeti...

 

Vatandaşın-askerin eli-kolu bağlı hale getirildi...

Teröristle pazarlık yaparsanız varacağınız sonuç asla “barış” olmaz.

Terör örgütü ve taraftarı siyasi parti bu bölgede “zorla” iktidarını ilan etmiş durumda...

Vatanın bütünlüğü tehlikede...

Aslında halkın 2/3 kadarını devlet koruyamadığı için Güneydoğulu vatandaş sesini çıkarmıyor, sessiz kalıyor...

Güveneceği “devlet” orada yalpalamaktadır...

Siyasi irade bu bölgede “devlet zafiyeti” yaratmıştır...

Bölgede hukuk işlemiyor, yasalar işlemiyor, çifte standartlar uygulanıyor...

Objektif olmak mecburiyetinde olan hukuk “taraflı” hale getirilmiştir...

Yargı mensubu “tehdit” altındadır...

Hukuk bağımsız, tarafsız ve objektif değil...

“Er-gene-kon hukuku” diye tabir edilen “uydu hukuku”, “guguk hukuku”, Güneydoğuda “terör hukuku” olarak adlandırılmakta...

Hiçbir şekilde ve durumda yargı objektif değildir...

Örneğin gizli tanık yasal bir işlem değildir.

Terörist nasıl gizli tanık olabilir?

Adama şunu sormazlar mı; ‘sonra, bu adamlar komutanları nerede tanıyorlar?’ diye...

Unutulmamalıdır ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) “gizli tanık” ifadelerini geçerli belge-kanıt saymıyor.

Hukukçulardan aldığım bilgiye göre Türk ceza kanunun 58. maddesine de gizli tanık uygulamaları aykırı imiş...

Tüm bunları duyduğuna ve algıladığına göre; ey vatandaşım, ey Güneydoğulu kardeşim, arkadaşım hâlâ Anayasa referandumuna “evet” diyecek misin?

El-cevap: HAYIR... Bin kere HAYIR...

 

**

 

PKK-Ermeni “kan kardeşliği...”

 

Güneydoğuda devletten yana olan “koruculuk” sistemi büyük sıkıntı içindedir. Yıllardan beri “korucular” terörden büyük darbe yediler.

PKK “korucu köyleri”ni basarak katliamlar yapmakta geri durmadı.

Bunlar gizlenmektedir...

Yayın Tarihi
17.07.2010
Bu makale 4745 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Sayın Çiller, Öncelikle ilginiz için teşekkürler ediyorum. Yazılarım bazı köşe yazarları tarafından alıntılanıyor; özellikle Yeniçağ'Da Aslan Bulut, Selcan Taşçı, M.Uluğtekin, Hürriyette Yalçın Bayer,Sözcü Gazetesi baş yazı köşesi vs. İnsanlarımıza daha çok ulaşmak için "internet" harika bir sistem... İyi ki var... Sizin toplumsal sorunlara bakışınız ve çözüm önerileriniz çok sayıda okuyucuyu cezbediyor, başarınızdan dolayı da kutluyorum. Selam ve sevgiyle kalınız. R.Demir (www.r-demir.com)

Ramazan Demir 30.09.2010

Özlü bir yazı.Tebrik ederim hocam.Yalçın bayer'in köşesinde de çıkmışsınız.

Mehmet Çiller 22.07.2010

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!