BİLİMSEL DÜŞÜNCE

Cumhuriyet'e Kalan Miras-1

Yıl 1923...

Cumhuriyet kuruldu...

Gazi Paşa Cumhur'un (Halkın) Reisi oldu...

Savaştan henüz çıkmış bir ülke, yorgun ve yoksul...

Düşman işgalinden temizlenen Anadolu'da ve Doğu Trakya'da yaşayan nüfusun toplamı yaklaşık 13 (on üç) milyon civarında...  Çoğunluk kadın, çocuk, gazi ve yaşlı...

Bu nüfusun yine yaklaşık 11 (on bir) milyonu hâlâ ortaçağ sefaleti ve yoksulluğu içindeki köylerde yaşıyor...

Osmanlının 620 sene boyunca çeşitli cephelerde savaştırmak için sadece asker ve vergi için uğradığı yaklaşık 40 (kırk) bin köy...

Bu köylerin yaklaşık 38 (otuz sekiz) bininde ne okul ne ebe ne sağlık memuru ne hemşire ne de doktor var!..

Ülkede tek traktör bile yok, köylünün elindeki tek araç kara saban var... Kara sabanla çift sürmek için bazen tek öküzün yanına ya evin kadın anası ya da yetişip de askere alınmamış sakat oğlu ya da gelinlik kızı ya da dul kalmış evin gelini koşulurdu çifte!..

Bu köylerin büyük bir kısmında sığır vebası var, kırılan hayvanların eti yeniyor fazlası kurutularak kışlık olarak saklanıyor, derisi de hanenin eli iş tutan insanlarına çarık oluyor... Bazen de hayvan vebasından hastalanan insanlar ölüyor...

Sayısı tam belli olmasa da yaklaşık 2-5 (iki-beş) milyon kişi sıtma, frengi, verem, tifüs, tifo salgınıyla can çekişiyor...

Örneğin yetiştiğim köyümün yarısı insanların ya veremli ya sıtmalı ya da tifolu olduğu günleri hiç unutmadım. Ülke genelinde yaklaşık 3 (üç) milyon kişinin trahomlu olduğunu, bebek ölüm oranının yaklaşık yarı yarıya olduğu yani her doğan iki bebekten birinin öldüğü, çoğu kez doğuran anaların da öldüğü bir Türkiye vardı,..

1974 yılında bile asistanlığa başladığım zaman bağımsız bir trahom hastanesine günde onlarca hasta gelirdi. İşte böyle bir Türkiye düşmandan temizlendikten sonra geriye kalan ve devralınan...

Evet, yıl 1923...

Cumhuriyet kuruldu, Gazi Paşa gerçek anlamda Cumhurun Reisi, İsmet Paşa Başbakan... Bugün pandemi canavarıyla mücadele ederken kaybettiğimiz 370 sağlık çalışanıyla birlikte düşünerek bu satırları okuyunuz, o kuruluş yılında, 1923 yılında, ülkedeki toplam doktor sayısı sadece 337 (üç yüz otuz yedi) idi...

Bunların çoğu da gayrım üslüm vatandaşlarımızdan oluşuyordu.

Şimdilerde her hastanenin yanı başında onlarca, her sokakta başında tabelasını okuduğumuz eczane/eczacı sayısını da söylersem sakın ola ki hayrete düşmeyiniz, evet, ülkemizde sadece 60 (altmış) eczacı vardı, bunların sadece 8’i Türk idi.

Diş doktoru mu dediniz?

Onun adı bile bilinmezdi. Dişi ağrıyan ya nalbantta gider çektirir ya ipin bir ucunu dişine diğer ucunu güçlü çekene bırakarak çare arardı. Olmadıysa kerpetenle...

Ülkede diplomalı sadece 4 (dört) hemşire, 136 (yüzotuzaltı) ebe vardı...

Peki, çok yaşar mıydı insanlar?

Eh, 40 (kırk) yaşına gelen çok insan olmazdı. Onlar da genellikle kadınlar olurdu. Çünkü erkeklerin çoğu cepheye gitmiş bir daha geri dönmemişlerdi!..

Düşmanın işgal edip sonra Mustafa Kemal'in askerinden kaçarken yakıp bıraktıkları köy sayısı 830, yaktıkları bina sayısı 114.408 (yüzondörtbindörtyüzsekiz) bin, yarı yıkık yani az hasarlı bina sayısı yaklaşık 12 (oniki) bin civarındaydı. (Bu rakamları verirken bazı vicdanı katran karası yobazlar, sünger beyinliler "nereden biliyorsun?" diye trollük yapacaklarını tahmin ediyorum. Onların kirli ruhlarını, suratlarındaki her kılın kökündeki fitnelik yüklü hainliği de biliyorum, çünkü onları çok iyi tanıyorum).

Peki, çare neydi?

Osmanlıdan cumhuriyete kalan böyle bir yurdu yeniden inşa etmek, onarmak, ayağa kaldırmak gerekiyordu.

İyi de, nasıl ve neyle imar edilecekti?

Kiremit bile ithal ediliyordu. Osmanlı'nın yabancılara verdiği kapitülasyonlar nedeniyle denize açılan kapılar olan limanlar, yer altı zenginliği olan madenler, tek nakil aracı olan demiryolları hepsi yabancılarındı; o trenleri süren kondüktörler de hareket memurlarının çoğu da yabancıydı. Ülkenin zenginliği kabul edilen toplam sermayenin sadece %15 kadarı Türklere aitti.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan sadece dört fabrika evet, sadece 4 (dört) fabrika vardı. Bunlardan "Hereke İpek Fabrikası" saraya ipekli kumaş üretirdi çünkü saraydan başka zaten halk ipek giyemezdi. Grek/Yunan orijinli olan ama her nedense bizim sünger beyinlilerin "milli giysi" sanıp şapkaya alternatif gösterdikleri "fes", askere ve topluma üreten "Feshane Yün Fabrikası"... Çocukluğumda entarisini rahmetli anamın diktiği halk arasında "keke bezi" olarak bilinen düz beyaz ve yarı beyaz bez üreten "Bakırköy Bez Fabrikası"... Hayvanların derilerini dabaklayıp işleyen, halk arasında "papuç", "postal", "iskarpin" ya da "makosen" ayakkabı yapan "Beykoz Deri Fabrikası" olmak üzere...

Hidroelektrik kaynaklı yani barajlardan elektrik üretimi mi?

Evlerde elektrikli aletler mi? Hepsini hak getire! Evet, sadece İstanbul'da, İzmir'de ve Tarsus’ta elektrik vardı. O da her semtte değil... Yanlış okumadınız değil mi?

Şimdilerde her kapıda gördüğünüz binek arabasının toplam sayısı ki o zaman bunlara "otomobil" ya da "tomofil" denirdi, onların sayısı 1490 (bibdörtyüzdoksan) olarak kayıtlara geçmiş. Özel otomobil 3-4 şehirde ancak vardı.

(Devamı olacak)

Yayın Tarihi
16.02.2021
Bu makale 1228 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!