BİLİMSEL DÜŞÜNCE

Varsayımlar Üzerine Düşünceler

Küresel çağın sebep olduğu değişimler kadar bundan sonra ki muhtemel gelişmeler bilgiyi, bilimi rehber alan toplumları endişelendiriyor. Düşünceyi esas alırsak çağımızda egemen olan iki ana faktör olduğunu görürüz; bunlar din ve bilimdir.

İçinde bulunduğumuz yirmi birinci yüzyılda din mi, bilim mi galip gelecek?

Böyle bir soruyla giriş yapılabilir.

Daha önce de bu konuyla bağlantılı olarak "Bir Millet Nasıl Yok Edilir" başlığıyla yazdığım yazıda yine "İbn-ı Haldun"dan alıntı yaparak konuyu irdelemiştim (Antalyabugün web sayfası, köşe yazımız).

Aslında aklı öne çıkaran ve düşünen her insan bunu fark edebilir. Bilim insanının öngörebileceği temel nedenler sıralandığında bunların sadece "İbn-i Haldun" tarafından söylenmiş gibi algılanması ve ona mal edilmesi, düşünen beyinler için haksızlık olduğu kanısındayım.

Çünkü görünen köy kılavuz istemez. Aklını kullanan her birey bu ilkelere yakın ifadeler kullanabilir.

Bir milletin çöküş nedenleri bellidir, bunların tamamını bir insanın "varsayımlarına" mal etmek doğru bir yaklaşım olmaz.

Zira çağın özelliklerine ve insani ilişkilere göre durum ve ilkeler her zaman değişebilir.

Değişimin sürekliliği tartışılamaz ve engellenemez.

Dolayısıyla değişmeyen değişimin kendisi olup devamlılığıdır.

-Bir milletin çökmesi için toplumda dayanışmanın/yardımlaşmanın yok olması, İbn-ı Haldun'un yaşadığı dönem için yeterli bir sebep olabilir fakat bu Türk toplumu için bir milletin çöküş sebebi gösterilemez. Çünkü çağına göre bu yardımlaşma ve dayanışma farklı şekillerde ortaya çıkıyor ve uygulanıyor.

Deprem anında, yangında, sel felaketlerinde sosyal devletin desteği kadar halkın desteği ve dayanışması dillere destan olacak kadar ileri gittiği olabiliyor. Üstelik çağımızda STK devletin organize yardım kuruluşlardan çok daha destek verebiliyor gerektiğinde. En canlı örnek Antalya Manavgat'ta olan yangından tüm varlıklarını kaybetmiş insanlara halkın büyük bir özveri ile yardım kampanyaları düzenlemeleri canlı örnektir.

Sonuç olarak İbn-ı Haldun'a mal edilen bu ilke her topluma, her çağa göre değişkendir ve milletin batışı için bir neden sayılamaz.

-Toplumun temel ihtiyaçlarını karşılayan üretim araçlarının zayıflaması, elde edilen ürünlerin azalması bir sıkıntı yaratabilir, doğrudur. Buna sebep olan yönetenlerdir. Devlet tecrübesi olmayan, devletin kuruluş ilkelerinden sapmak isteyen rejim düşmanı idarecilerin eylemleri nedeniyle bu üretimde düşme olur. Doğru ve düzgün çalışan bir yönetim kadrosu iş başına gelirse o üretim eksikliği sorunu da çözülür.

Sonuç olarak da üretimdeki azalma ve hatalar yönetimin kusurudur, toplumun değil...

-Toplum tarafından ihtiyacından fazlasını tüketmesi aşırı derecede bir masraf kapısı açmak demektir. Diğer bir ifade ile "tüketim toplumu olmak..."

İnsanın fıtratında var olan istek ve arzu, daha çok sahip olmak egosu öne çıkar. Haliyle fuzuli bir harcama ve tüketen toplum ortaya çıkar. Özellikle arz/talep dengesi bu tüketim dengesini bozar. Bu ilkenin bozulmasının da müsebbibi, idareci kadrolardır, "kötü rol model" olmaktır.

Üretim ve tüketim dengesini düzenleyecek olan yöneticilerdir. Yönetim değişince düzen yeniden kurulur.

"İtibarda tasarruf olmaz" diyen zavallı zihniyetin ilkelliğinin temeli bilgisizliğe, eğitimsizliğe, cehalete, sonradan görmeye dayanır. Cehaletin bir sonucudur üretmeden tüketim toplumu olmanın ana fikri...

-Devletin aldığı vergilerin artmasının temel sebebi yönetim yanlışlığıdır. Devletin bütçesi denk hesaplanmaz, organına göre ayağını uzatmayan birey nasıl ki üşümekten şikâyetçiyse denk bütçe yapamayan kötü idareciler de halkına yeni vergiler yüklemekte bulur çareyi. Dolayısıyla kötü yönetim seçeneğin ana sebep olduğu bilinmelidir.

-Her ne kadar İbn-ı Haldun devletin çöküşünde devlet görevlilerinde liyakatin esas alınmaması gösterilse de buna sebep olan devlet bürokrasisinde görev alan o insanların suçu bir dereceye kadardır, cahilliklerine rağmen egolarının esiri olup sahip olmadıkları böyle üstün yeteneklerle idare edilebilecek görevleri kabullenmeleridir.

En büyük sorun devletin çökmesini hedef alan örgütlü cehaletin liderliğini yapan lafazan cahillerin bu liyakatsizliği bilinçli olarak devletin yapısına egemen kılma isteğidir. Liyakatsizliğin dikkate alınmamasının ardındaki gerçek yıkım ekibinin başında bulunan cahillerin planlı bir eylemidir.

-Devletin temeli hukuktur, onun için "mülkün temeli adalettir" denilmesinin sebebi de budur. Hukuk varsa adalet vardır, adalet varsa toplumsal güven ve dirlik vardır.

Bunların yok olması, devleti yıkmaya yeminli hain kadroların adaletsizliği bilinçli olarak yaygınlaştırmalarından kaynaklanır. Özellikle toplumda yaygınlaşması halinde güven sıfırlandığında yıkım daha kolay olur. Sonuçta devletin bu temel direklerinden biri böylece çatladığında baş sorumlular amaçlarına ulaşırlar.

-Tüm bu gelişmeler, olaylar ardışık olarak gelişirken toplumda umutsuzluğun yaygınlaşması kaçınılmaz olur. Baş sorumlular halkı uydurma haberlerle, yalan görüntülerle kandırmaya devam eder, sözde umutlar pompalar. Örneğin halkın ekonomik bunalımdan kurtulacağını yalanını söylerler; temel ihtiyaçları olan enerji kaynaklarının belli olmayan bir tarih, çıkmaz ayın son çarşambasında, sanki gerçekmiş gibi denizden fışkıran doğal gazı, toprakların derinlerindeki üretilen petrolün arabalarına benzin olacağı hayaline kapılan fukara halkın kanmasını, aldanmasını başarırlar yine...

-Güvensizliğin, adaletsizliğin, yolsuzluğun, haksızlığın, hırsızlığın, yalanın tavan yaptığı bir ülkede yeni yetişen gençlerin geleceklerini kurtarmak için başka ülkelere iş arama ve yaşam kurmak için kaçmaya başlamaları hiç sürpriz olmaz.

Onları kaçıranlar baştan beri amaçları ülkeyi batırmak olduğuna göre amaçlarına bir adım daha yaklaşmış olurlar. Dolayısıyla ülkeden göçün başlamasını batış sebeplerinden sayan İbn-ı Haldun aslında buna sebep olanların suçunu sanki ikinci dereceye düşürmüş gibi bir algıya sebep oluyor.

Özellikle yetişmiş gençler, eğitimli beyinler başka diyarlara göç etmeye başlarken buna sebep olanların işin başındaki idareciler olduğunun farkındadırlar. Devlet kapısında umutları kalmayan gençlerin göç etmesiyle yer ve meydan cehaletin teşvik edildiği zihniyete kalır. Bu ilkenin gerçekleşmesinde örgütlü cehalet başarılı ve sorumludur.

-Hangi çağın insanı olursa olsun eğer devleti idare edenlerde hastalık halini almış gurur ve kibir varsa ve bu giderek artıyorsa, bunun sorumluluğu onları iş başına getirip alkışlayan cahiller kitlesinindir. Bunu yapanların zekâ yaş ortalaması 11 civarındadır.

Alkışlar arttıkça kibir, hırs nöbetleri başlar, rakiplerine karşı kin, nefret dolu sözler sarf edilir, megalomanlık madalyası bile alırlar. Bu tipleri iktidarda tutanlar sürü psikolojisine sahiptir. Her durumda onlara bir çoban gerekir, güdülmeyi, sömürülmeyi hak ediyorlar.

- Menfaate dayalı bir iktidara yaranmak ve devletin kaynaklarından nemalanmak için her türlü ikiyüzlülük (mürailik) mubah sayılır, onun için mürailiğin artması sürpriz değildir.

Çünkü yandaşların, yağcılarla yanaşmaların her sakala göre tarakları vardır. Dolayısıyla mürailik beklenen bir sonuçtur. Çünkü iktidardakiler heybelerini doldurmak haramdan servet edinmek için sakalı kaptırmışlardır. Eee, işin raconu böyledir, sakalı tarayanlar da o her kökünden bir şeytan dolaşan sakaldan kıl koparmak isterler...

-İktidardakiler ve şürekâsı devletin kaynaklarını kendi babalarının malı gibi harcarlar, ünlü bir ifade ile "devletin malı deniz, yemeyen domuz" denir ya, işte tam da o noktada gösteriş budalalığı tavan yapar. Her hallerinde, sonradan görme ilkelliğin, riyakârlığın tavan yapması kaçınılmaz olur.

-İşin en vahim tarafı ise tüm bunların toplum tarafından "normal vaka" olarak algılanmasıdır. Öylesine bir alıştırma gerçekleştirilir ki insanlara ve tabii ki ülkeye uygulanan her yanlış eylem  insanların umurunda olmaz, bu da toplum için en kötü haldir!..

Çünkü topluma öylesine aldatıcı, kandırıcı sunumlar yapılır ki her söylenen yalan "gerçekmiş" gibi algılanır. Söylenen yalanlar her şeyin çok yolunda olduğunu söyleyen lafazanlara inanılarak yukarıda özetlemeye çalıştığım olumsuzlukları görmezden gelirler.

***

Kaderci bir toplum olmanın temelinde sömürgen idareci takımına karşı bir alt grubun yaptığı şikâyetler havada kalır.

Sömürgenlerin verdiği 3-5 nemalık yararlanma paketine şükretmeyi yaşam biçim kabul eden en alttaki tabakadır. Bu toplum segmentinin algılama kapasitesi sınırlı, dikkatli takip süresi sadece 15 dakika ve zeka yaş ortalaması 11 civarındadır. Örgütlü cehalet onların sırtında iktidarda kalır.

Onlar iktidardaki yalancıları "ulaşılmaz değer, varlık" sanır ve öyle kabullenir. Çünkü en üstteki tabaka idareciler ve üst bürokratlar paraya, bir alttaki gruplar kendilerine yem bulabilmek için üstteki kumdan kahraman yalancıya, en alttaki zavallılar da Tanrı'ya taparlar!

'Bu hallerin hangisi bugün ülkemde yaşanmıyor' diye bir sorgulama yapacak olan insan, uyanışa geçmiş demektir.

Umarım ki uyanış devam eder.

Esen kalınız.

Yayın Tarihi
09.10.2021
Bu makale 914 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!