Bugünlerde Mısır’daki darbe ve
darbe karşıtı Mısır halkı arasında devam eden çekişme ve katliamlara varan
insanlık onurunu yok sayan davranışlar ve eylemler karşısında, insan olarak,
sonra da samimi bir Müslüman olarak üzülmemek mümkün değildir.
Gözlüyorum, dinliyorum; başta
cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere Mısır’daki
olaylar hakkında “taraf” konumunda “bir ülkenin dış politikasıyla”
yakından ilgisi olmayan beyanatlarda bulunuyorlar. Sanki Mısır’ı idare ediyorlarmış gibi davranışlar…
Katliamı lanetlemek, kınamak,
tavır koymak ayrı şey, devletin iç işlerine müdahil olunacak kadar ileri
derecede sorumlu mevkilerdeki insanlar olarak söz söylemek başka şeydir…
Dikkatimi çeken diğer bir
çelişki ise Yurdumuzda gerçekleşen bir Gezi
Parkı Direnişi oldu. Bu
silahsız, demokratik hak kullanımı olan bir yürüyüş, toplanma eylemine karşı
devletin kolluk gücü polisin kurşunlarıyla ölen,
gözleri kör olmuş onlarca
gençlerimiz, olmasına karşın yetkili ve sorumluluk sahipleri çok farklı
davrandılar. Mısır’daki “kardeşlerine”
gösterdikleri hassasiyeti Türk
vatandaşları için her nedense göstermediler…
Onlara “ateş” emrini veren iktidar sahipleri değil miydi?
Gezi Direnişi nedeniyle ölen ve gözlerini kaybeden onlarca
gencin, yüzlerce yaralının, belki yüzlerce tutuklunun hak ve hukukları hakkında
Mısır ya da Suriye devlet başkanları
Türk hükümetinin tutumunu kınayan sözler söyleseydi nasıl bir karşılanırdı?
Aynı yetkililer ve sorumlular Gezi Parkı olayları hakkında sadece “karşı düşman” gibi tavır takındılar.
Bu ne çifte standart? Bu nasıl
dindaşlık, vatandaşlık!?
**
Diğer bir çelişki;
Başbakan Tayyip Bey, Suriye’deki
rejim karşıtlarına açık destek vererek “iç
işlerimizdir” diyecek kadar ileri gitmesi hangi devletler hukukuna sığar?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Mısır ve Suriye ile ilgilendikleri
kadar hem Müslüman hem de soydaşlarımız olan dış Türklerin (Kerkük, Doğu
Türkmenistan, Kafkasya) katliamlarıyla neden ilgilenmediler?
Onlar Türk oldukları için mi “tu-kaka” olarak sayıldılar!
Cuma günü İstanbul’da, Ankara’da
meydanlara dökülen “şeriat isteriz,
kahrolsun demokrasi” diye bağıran ve kendilerini “Müslüman” sanan vatandaşlarımız Karabağ’da, Hocalı’da, Doğu Türkistan’da, Kerkük’te Türkler katledilirken neden yoktular?
Türkler katledilirken, Rabiatül Adeviye Meydanı'nda gösteri
yapan Mısırlı oldu mu?
Kerkük'de Türkmen katliamı yapılırken, Gazze'de
sokaklara dökülen Filistinli gördünüz
mü?
Ya da, Doğu Türkistan'da Türkler
katledilirken ''Müslüman Kardeşler'' neredeydi?
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni
tanıyan 1 tane Arap ülkesi gösterebilir misiniz?
Yapılanlara tepki göstermek,
duruş sergilemek ayrı bir şey, şuursuzlaşmak başka şey…
Hem dindaş hem de soydaş
olacaksın, ama katliamlarına seyirci kalacaksın, başka milletlerin sevdasına
düşeceksin!
Onlar için gözyaşı dökeceksin!
Bu hal inandırıcı olabilir mi?
**
Samimi Müslüman, dindar vatandaşlarıma seslenmek
istiyorum; lütfen biraz aklınızla, mantığınızla düşünün; hislerinizle,
menfaatlerinizle, siyasi ve ekonomik çıkarlarla değil… Gerçek anlamda İslam
şuurunu taşıyan bir insan olarak düşünün… Tanrı’nın emri olan (Yunus, 100 ayet)
emrinin gereğini yapınız; Türk oldukları için siyasilerin yaptığı bu ayırımı bari
siz yapmayınız…
Müslümanlar arasında mezhepçilik yaparak ayrıştırmaya taraf
olmak nasıl bir din anlayışı olabilir?
Vatandaşlarını Alevi-Sünni diye ayırım yaparak, birilerini "üvey"
vatandaş muamelesi yaparak nereye varılmak isteniyor? Birlik yerine
ayrıştırmayı yapmak hangi insafa ve vicdana sığar?
Müslüman kardeşliği ve ya ümmetçilik inanç sistemi içinde insanı
hoş görmeyi ve hakkaniyet içinde olmayı telkin eder. Bu, samimi Müslüman’ın
uyması gereken temel davranış...
Müslüman kardeşliği ve ya
ümmetçilik inanç sistemi içinde insanı hoş görmeyi ve hakkaniyet içinde olmayı
telkin eder.
Söz konusu Türk olunca, neden “es” geçme gereği duyuluyor?
Ve neden o çok muhterem “dindaşlarımız” ve dahi “kardeşlerinizin” aklına gelmiyorlar?
Yanlış yolda olanları iyice
görünüz, ayırımcı ve ayrıştırıcı tavırlara pirim vermeyiniz…
Aklını ve mantığını kullanan
gerçek, samimi dindar bunun farkına varacaktır…
Bu hususu oturup iki kez
düşünmek gerek…