BİLİMSEL DÜŞÜNCE

Yurdun Sahibi Değil, Kiracısı Olmak...

Kemalizm bir ideoloji değil, doktrindir...

Kemalizm’in en büyük başarısı, devlet eliyle Anadolu birliğini temin etmesidir. Anadolu’da yaşamanın ilk şartı olan birlik ve beraberliktir.

Mustafa Kemal bunu sağlamıştır.

Herkesin şu soruya yanıt vermesi gerekir; bu topraklarda yaşamak istiyorlar mı istemiyorlar mı?

Evet, herkes diyorum; Türkler, Kürtler, Araplar, Boşnaklar, Çerkezler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler...

Türk vatandaşı olarak yaşamak istiyor muyuz?

Bunun cevabı önemlidir.

Eğer evet ise, o zamana herkes birlikte, bir arada birbirine tahammül ederek, bu topraklarda yaşamayı öğrenecektir...

İşte Kemalizm bunu sağlamıştır...

 

**

 

Şimdilerde bu birlik ve birliktelik çözülmeye çalışılmaktadır.

Türk’ü de Kürt’ü de, Çerkez’i de, Abaza’sı da, Boşnak’ı da, Arap’ı da bu toprakların sahibi olarak birlik içinde yaşamayı benimseyecek ve yaşayacaktır.

Bunun başka alternatifi yok...

Bu topraklarda yaşamanın ilk ve son şartı birlik ve bütünlük içinde olmaktır.

Bunu istemeyen olabilir.

O zaman başka alternatifler üretmeleri gerekecektir.

“Ben şurada yaşayacağım ama benim dediklerim olacak” diyemez hiç kimse...

Atatürk ve arkadaşları Kurtuluş Savaşını yapmasaydı ne olurdu?

“Her şey olabilirdi, hiç bir şey olabilirdi” diyecekler çıkabilir.

Ancak şunu unutmamak gerekir ki varsayımlarla tarih olmaz, oluşmaz da…

Tarih, öyle tecelli etmesi gerektiği için, öyle olması gerektiği için tarih olmuştur...

Kurtuluş Savaşı olması gerektiği için olmuştur...

Anadolu medeniyetler mezarlığıdır...

Atatürk olmasaydı bir mezarlık daha olurdu Anadolu’da!

 

**

 

Ön-Türkler altı bin yıl önce, bilinen günümüz Türkleri ise bin yıldan beri Anadolu’dadır.

İlelebet kalacaklar mı?

Kalabilmeleri için toprağa tutunmaları gerek, kök salmaları gerekir...

Balkanlarda, Arabistan’da, Afrika’da, Avrupa’da tutunamadıkları için, toprağın sahibi olamadıkları için, kök salamadıkları için kalamamışlardır...

Yüzyıl önce Türkler Arabistan’daydı, Balkanlardaydı, ama şimdi yoklar orada!

Bin yıl sonra Anadolu’da olabilecek miyiz?

Bilen olur mu, garantisi var mı?

Yok...

 

**

 

Bir yerde kalıcı olabilmek için toprağa tutunmak gerek...

Toprağa tutunup kök salamıyorsa, bir ağacın bitkinin orada kalıcı olması mümkün değildir...

Toprağa tutunmanın ilk şartı da ekonomik üretkenliktir, ürettiğinin paylaşımıdır ve birlikte yaşamaktır...

Üretim-paylaşım-birlikte yaşama fikri, düşüncesi, zihniyeti oluşmamışsa bir toplumda, o toplumun o topraklarda kalıcı olması mümkün değildir.

Çok çarpıcı bir örnek verelim; İspanya’da kurulan Endülüs Devleti’nin Arap’ları eğer orada üretip-paylaşıp-birlikte yaşamayı başarabilselerdi, o zaman, o toprağın sahibi ya da ortağı olarak tutunmuş olacaklardı; bunu başaramadıkları için bugün Granada bölgesinde sadece 1-2 tarihi saray vardır; toprağa tutunmuş olsalardı, en azından bu 1-2 saraylar yerine binlerce Arap olurdu.

Benzer bir olayı Türkler için söylemek mümkün; işte Arabistan, işte Ürdün, işte Irak, işte Balkanlar, işte Avrupa…

Demek ki torağa tutunmadan kalıcı olunamıyor, bu gerçeğin iyi anlaşılması gerekir...

 

**

 

Peki diyelim ki toprağa tutundunuz, yani üretip paylaşıp birlikte yaşamaya devam ettiğiniz bir yurdunuz var; örneğin Anadolu…

Yüzyıllardan beri Türkler bu topraklara tutunmuş ve birlikte yaşıyor.

Peki, âlâ bu toprakların üzerinde neleri var; fabrikaları var, tarlaları var, çiftlikleri var; limanları, hava alanları, ticaret merkezleri vs. her ne arasanız var...

Bunlar bu toprağın sahipleri tarafından zaman içinde yapılmış, oluşturulmuş, emek ürünü, katma değer yaratılmış kurumlardır...

Bunları teker teker başkasını, örneğin yabancıları, “kâr” getirmek amacıyla ortak edersek, ya da kar etmiyor diye yabancıya satarsak, sonuçta “seninmiş gibi görünen” kurumlar başkalarının eline geçer!

Sen zan edersin ki onlar senin, aslında senden çıkmış, sen malın sahibi değilsin artık; kiracı durumuna düşmüşsün demektir!

Yeni sahipleri dese ki; “haydi bakalım senin miadın doldu, buraların sahibi benim” derse ne yapabilirsin?

Şöyle bir örnek verelim; bir ofisiniz var, orada çalışıyorsunuz; ofisi satmışsınız ama bunun farkında değilsiniz, yeni sahipleri müsaade ettikleri sürece orda çalışma şansınız var; eğer insaflı iseler sizin bilgisayar fişinizi çekmez, elektriğinizi, telefonunuzu kesmezler…

Şimdi bakalım Türkiye’ye; yüz sene sonra hangi kurum Türklere ait olarak kalabilecek?

TELEKOM mu?

Bankalar mı?

Limanlar mı?

Ormanlar mı?

Fabrikalar mı?

Mega-marketler mi?

Çünkü artık siz üretmiyorsunuz, sadece tüketiyorsunuz…

Tüketen toplum, kiracı toplumdur…

Eninde sonunda bulunduğu yerden atılacaktır…

Sonuç şudur; bu toprakların efendisi mi yoksa kiracısı mı olmak istiyorsunuz?

Her şeyi sattınız, fakat ofisin sizin olduğunu sanıyorsunuz...

Sadece kiracı olabilirsiniz orada…

Üretmeyen devlet, üretmeyen millet kiracı olur yurtlarında…

Akıbetimiz buna doğru mu, değil mi?!

Düşünelim!

 

Yayın Tarihi
14.02.2010
Bu makale 3278 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Sayın hocam, öncelikle sizi böyle bir yazıdan dolayı kutlarım. Evet biz artık anayurdumuzda kiracı olduk malesef!! Yurdum insanının bu aymazlığı devam ederse, bu eşsiz vatanımızda kiracı dahi olamayacağız !? Saygılarımla.

Mehmet Çiller 22.02.2010

SAYGIDEĞER Hocam, Yazılarınızı ilgiyle okuyor ve takip ediyorum. Ve anlıyorum ki bu ülkeyi yönetmekte olanlarla, yönetmeye aday olanlar Tarih bilgisi yoksulları. Tarihi bilmeyen hiç bir şeyi yönetemez, hatta kendisini bile. Yönettiğini sandığı her şey günün birinde yerle yeksan olup gider. Tarihin yapraklarında; Babil Krallıığı,Roma İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu gibi muazzm örnekler var. Yükselişler,duraklamalar,gerilemeler ve çöküşle sonlanan akibetler ne yazık ki ders alınmaz.Şairlerin de,bilgelerin de dediği gibi tarih eğer ibret alınsaydı tekerrür etmezdi. Cem Karaca'nın o hit parçalarından birinde: "Binmişiz bir alamete gidiyoruz kıyamete"   dizesini anımsayalım.Yaşadığımız günler o dizeyi anımsatır oldu. Kaçma düşüncesinde olanların mağdur postuna bürünme çabalarını her gün ibret ve acıma duygularıyla izliyoruz. Halkımızı biçare, suskun görenler de fena halde yanılıyorlar. Halkımızın vicdanında akan o gürül gürül ırmağın sesini ben duyabiliyorum. İşte o gürül gürül akan ırmak, darbe söylencelerini elinin tersiyle itip, demokratik yöntemlerin en önemlisi olan sandıkta son sözünü söyleyecektir. Yedi düvelin kulaklarında o gürüldeyen sesi tarih yazdı. Tarihin yazdığını kendini En El Hak olarak tasavvur edenler görmezden gelmeye devam etsinler. Ama o son söz söylendiğinde, söylenenleri sağır sultan kulakları duyduğunda bir varmış bir yokmuş tekerlemesi içinde bile yer bulmayacaklardır.  Halkmız son sözü sandık başında söyleyecektir. Kulak verin o sese. O ses şimdi Tekel İşçilerinin hançeresinde. Suya atılan bir taş misali halkaları büyütmektedir. Emevi zihniyetli bir garip akımın Andaolu'da kök salmayacağı da yaşanan onlarca örnekte görülmüştür. Ruhi Su'nun o güzel türküsünde olduğu gibi: "Sayılmayız parmak ilen Kırılmayız kırmak ilen hey canım!" Saygılarımla.Ş.A

ŞAHİN AKÇAP 20.02.2010

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!