BİLİMSEL DÜŞÜNCE

Sandviç Kuşak...

Kemale ermiş yaş limiti 60 kabul edilirse, yazdıklarımın yüklendiği anlam daha da iyi anlaşılacak demektir. Bu nedenle burada yazacağım satırlar, çok eskilere değil sadece 40–50 yıl öncesine götürecektir sizleri...

 

Bizim akranlar genel olarak 68 kuşağı olarak bilinir. Öylesine bir kuşaktı ki, içi içine sığmayan, ruhu heyecan fırtınalarıyla dolu bir kuşak...

 

Çoğunluğu “...izmler” peşinde koşan, tahsilini hatta hayatını feda edecek kadar “levent” ruhlu ve idealist bir kuşak...

 

Tabii ki bunların arasında “savaşma seviş” diyenler kadar, “ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu...” deyip hayatını “asude” bir şekilde kantin köşelerinde, loş mekânlarda geçirerek yaşayanlar da vardı...

Her neyse, gelelim bizim nostaljik (özlemli) anılara; hatırda kalanları buraya dökerek günümüz kuşağıyla bir “hasbıhal” eyleyelim...

 

**

İdeolojiler arasında top gibi yuvarlandık...

 

Üniversite yıllarımda farklı ideolojiler konuşulur tartışılırdı.

Neredeyse herkes bir tarafın insanı idi; istisnalar hariç tutulursa...

Şimdilerde de insanlar bir tarafın içindeler; “inanalar-inanamayanlar”, “laikler-anti laikler”, “yandaşlar-kandaşlar”, “yalakalar-dobralar” ve “rüzgârgülü” olanlar vs...

68 li yıllarda üniversite gençliği, “ülkeyi kurtarma” peşinde koşardı...

Şimdikiler de “cafede”, “pup”ta, plajda, kahvede ya da “istirahatta...

Siyasi iktidara muhalif olan bir üniversite vardı, şimdilerde yok ve suskun, suskun olmayan da hapiste, yumurta attı diye...

 

Her bir öğrenci, birer “kurtarıcı” rolünü sanki üstlenmişti; genel söylemiyle, ister “sağ” görüşten, ister “sol” görüşten olsun; hepsinin ortak bir ideali vardı; yöntem farklı da olsa; hepsi ülkenin emperyalizme karşı savunulmasını, bağımsızlığının korunmasını istiyordu, savunuyordu...

Müthiş bir şeydi... Doyumsuz bir duyguydu...

 

Bugünle dünü kıyaslamak için yazmıyorum, her dönemin kendine göre özellikleri vardır; dolayısıyla kuşakların da...

Ancak dünün ne olduğu bilinmesi gerekir ki, bugünde ve dahi yarında anlamlı gelişme ve değişme olabilsin...

 

**

Bir ömre üç asır sığdırdık...

Bizim kuşakla bugünlerin (günümüz) arasında kalmanın, tabir caizse “sandviç kuşak” olmanın anlamını yansıtmaya çalışıyorum bu yazdıklarımla...

Evet, hep arada kaldık... Baskılar, tazyikler, hızlı değişimler arasında sıkıştık...

Kırk yıllık zaman dilimine üç asır sığdırdık!

Nasıl mı?

İşte örneklemeleri sunuyorum; siz karar verin lütfen;

* “Vatan Kurtaran Şaban” olmakla “gamsız olmak” arasında kalmanın zorluğunu yaşadık...

* “Bilgisayar” ile “şaryolu daktilolar” arasında kalmanın şaşkınlığını yaşadık...

* “Tel dolaplar” ile “buzdolabı” arasında kalmanın telaşını yaşadık...

* “Dede Efendi” ile “Fortafino” arasında kalmanın yabancılığını yaşadık...

* “Plazma TV” ile “siyah beyaz” arasında kalmanın moralsizliğini yaşadık...

* “Fastfood” ile “lahmacun” arasında kalmanın imrenişini yaşadık...

* “Bakkal” ile “süpermarket” arasında kalmanın hayal kırıklığını yaşadık...

* “Veresiye defteri” ile “kredi kartı” arasında kalmanın kolaylığını yaşadık...

* “Milliyetçilik” ile “yabancı sermaye” arasında kalmanın çelişkisini yaşadık...

* “Paçalı don” ile “slip” arasında kalmanın yozluğunu yaşadık...

* “Yerli mal” ile “madde in German” arasında kalmanın yabancılığını yaşadık...

* “Aşk” ile “flört” arasında bocalamanın sarsıntısını yaşadık...

* “Parfümlü mektup” ile “e-posta” arasında kalmanın zevksizliğini yaşadık...

* “Alın teri” ile “kolay para” arasında kalmanın huzursuzluğunu yaşadık...

* “Meyhane” ile “diskotek” arasında kalmanın çıkmazını yaşadık...

* “Dama” ile “Legolar” arasında kalmanın hayretini yaşadık...

* “......”

Bunlar gibi nice tezatların ne demek olduğunu bilir misiniz?

Bunları hiç yaşadınız mı?

Bu kadar çok çelişkiler arasında kalan bizim “sandviç kuşak”, gerginlik-umutsuzluk-başkalaşmışlık-riyakârlık-çıkarcılık kokan bugünleri de yaşıyor...

Bu kısa zaman dilimine, ancak üç asırda olabilecek ve yaşanabilecek değişimleri sığdırdık, birebir yaşadık ve yaşıyoruz...

Cenderede preslenmiş bir kuşak olduk...

Şimdilerde, en sonunda, “kaset siyaseti” ile erdemli-temiz siyaset arasında hayrete düştük, utandık... Hicap duyduk... Basitleşmenin... Seviyesizleşmenin... Kültürsüzleşmenin... Cahilliğin makbullüğünü... Evet, tüm bunları şimdilerde yaşıyoruz... Geçmişi özlemle anıyoruz...

 

**

Çelişkiler yumağına doladık...

 

Dahası var; çocukken yaşadıklarımızı unutmayalım;

* “Tel çember” ile “pilli robot-kumandalı araba” arasında kalmanın özlemini;

* “Çaputtan top” ile “lastik-meşin top” arasında kalarak duyulan imrenmenin;

* “Zabit kalemle” ile “tükenmez” arasında kalmanın mutsuzluğunu;

* “Kaytan şapkalı”  ile “perçem tıraşlı” arasında kalmanın özentisini;

* “İdare (dindik) ile “lüküz-ampul” arasında kalmanın zorluğunu;

* “Akülü radyo” ile “volkmen-MP4” arasında kalmanın hevesini;

* “Gislavit” ile “mokasen” arasında kalmanın perişanlığını;

* “Kağnı” ile “tomofil” in ne demek olduğunu;

* “Merkep” ile “cansız at”ın ne olduğunu bileniniz var mı?

Bunların hangisini yaşadınız?

Hangisini kullandınız?

**

Dahası da var;

İnkılâp mı, devrim mi?

Hilafet mi, Cumhuriyet mi?

Demokrasi mi, teokrasi mi?

Şeriat mı, laiklik mi?

Batı mı, Doğu mu?

Sosyalizm mi, Kapitalizm mi?

Komünizm mi, Liberalizm mi?

Nurculuk mu, Atatürkçülük mü?

Bunların hangisiyle karşılaştınız, hangisini tercih ederdiniz?

Birini kabullensen diğerini kaybederdiniz...

Duraklar arasında sefer yapan banliyö trenleri misali, bizler ideolojiler arasında kaldık; bir oraya, bir buraya koşardı bizim kuşak...

Rotası belli olmayan, pusulası bozuk “taka” misali...

 

**

Peki ya bayramlardaki tercihiniz?

Bayrama “dolanger” hazırlığı mı, tatile mi?

Yastık altına saklanan “gön” kokan “yemeni” mi, “nike” mı?

Kenarı işlemeli patiska “mendil” mi, çeşitli “Legolar” mı, “Bakoganlar” mı?

Bu çelişkileri yaşadınız mı hiç?

Bunlardan hangisini tercih ederdiniz?

Ya hepsi, ya hiç, ya da bu yenilere uyum sağlayamadan arada sandviç olmak...

Cenderede baskılanmak gibi...

 

**

Hayatın yükünü çekmek ise; tercihimiz ne olmalı?

İdealizm mi, aymazlık mı?

Fikir mi, silah mı?

Vatan mı, uyduculuk mu?

Namus mu, para mı?

Devlet mi, rejim mi?

Bilim mi, hurafe mi?

Çağdaşlık mı, yobazlık mı?

Uygarlık mı, ilkellik mi?

Dürüstlük mü, sahtecilik mi?

Hangisini tercih ederdiniz?

 

**

Cumhuriyetin burnu kanıyor...

 

Ve geldik 21.yüzyıla...

İlk on yıl bitti bitiyor...

Ülkemin insanları “tuzlu kum” gibi dağılmakta, ayrışmakta...

Kuruluş felsefesi “milli devlet” sulandırılmakta...

Hâlâ “nasıl bir rejimle idare ediliyoruz, edileceğiz, edilmeliyiz?” tartışmaları sürüyor...

Hâlbuki bu tartışmalar tam 88 sene önce yapılmıştı...

Karar verilmişti; Cumhuriyet denilmişti...

Gazi Paşa böyle demişti...

Demokrasi denilmişti, 1950 de...

Liberalizm denilmişti...

Devletçilik denilmişti...

Hür teşebbüs denilmişti...

Din ve vicdan hürriyeti denilmişti...

Laiklik denilmişti...

Aradan geçen bu kadar zamana rağmen hâlâ bunları konuşuyoruz, tartışıyoruz...

Çok şaşkınız ve endişeliyiz...

Demagoglar türedi, Cumhuriyeti yıkmaya yeminli kadrolar çoğaldı...

Sağdan soldan gelen “kin yumrukları” ile Cumhuriyetin, laikliğin, demokrasinin suratı mosmor... Burnundan kan akıyor... Ön dişleri dökülmüş Cumhuriyetin...

Hâlâ işin farkında değiliz...

Uyanmak için “tank-top” sesleri mi gerekli?

 

**

İşte böyle bir özlem yaşıyoruz...  

“Preslenmiş kuşak ya da sandviç kuşak” olduk, kaldık aradan...

Belirli belirsiz bir atmosferde, doğruların yanlışa karışmış olduğu bir ufka doğru, rotası ve koordinatları belli olmayan meçhul bir limana sürüklenerek...

 

www.r-demir.com

Yayın Tarihi
13.05.2011
Bu makale 10061 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!