BİLİMSEL DÜŞÜNCE

Referandumda Neden “Evet”, Neden “Hayır”? (4)

Referandum için iktidar ve muhalefet liderleri meydanlara indiler. Gerçi Tayip Bey hiç ayrılmamıştı bu meydanlardan... Bir bahanesini bulup mutlaka milletin karşısına geçip “karizmatik” hitabetiyle halkla diyalog kurmaya çalışıyor... Ve çok başarılı maşallah, hakkını da teslim etmek gerek..!

Başbakan Tayyip Bey’in izlediği siyaset biçimi, hınç ve öfke merkezli gibi bir yaklaşımdır; siyaset biçimi olarak “öfke”yi esas almayı tercih etmektedir. Bu da bir yöntemdir. Her yiğidin bir yoğurt yiyiş vardır ya... Tam da referandum arifesinde Tayyip Bey’in öfkesinden korkan yazılı ve görüntülü medya organları sayfalarını ve ekranlarını muhalif düşünce ve görüşlere kapatmaktadırlar. Böyle bir durum, ancak, dikta rejimlerin hüküm sürdüğü sekizinci sınıf ülkelerde olabilir...

 

Medya, sunulan Anayasa değişiklik paketinin “Türkiye Anayasası” değil, sadece ve sadece “AKP Anayasası” olduğunu asla yazmıyorlar, söylemiyorlar... Çünkü Tayyip Bey’in hışmından korkuyorlar...

 

**

Geçmişi hatırlayalım...

1982 Anayasası, 12 Eylül 1980 Askeri müdahale sonucu kurulan “Kurucu Meclis” tarafından hazırlanıp yine halkın oyuna sunulan ve %92 oranında “kabul” oyu alan bir anayasadır.

1980 öncesi anarşik ortamı istemeyen, bölünmüşlüğü, düşmanlığı, kamplaşmayı istemeyen halk, askeri idareyi “kurtuluş” aracı olarak görmüş ve bu yeni anayasaya “kabul” demişti. 1980 öncesi dönemi hatırlayalım; şahsen, ihtilal öncesi ve sonrasının her evresini ve her türlü korku ve endişeyi duyarak yaşadım.

Her sabah “ölüm” korkusuyla evinden abdest alarak çıkan ve yakınlarıyla “helalleşen” yüz binlerden biri olarak o günlerin korkunçluğunu çok yakından yaşadım, biliyorum. Her ne kadar “demokrasiye müdahale” olarak algılansa da 12 Eylül 1980 askeri müdahale, siyasi iradenin beceriksizliğinin ve emperyal güçlerin oyuncağı olmuş odakların yanlışlarının bir sonucu oluşmuş şartların getirdiği bir askeri darbedir.

‘Demokrasiye müdahale’ diye bugün ortalıkta dolaşan köşe kapıcıları ve ekran bülbülleri, 1980 Eylülünde Kenan Evren’in “postallarını dilleriyle silmek” için sıraya girmişlerdi... Şu anda köşelerinde renkli camda “evetçi” zevat 12 Eylül 1980 sabahı TSK ne olmadık methiyeler dizmişlerdi. Ne garip bir dünya değil mi?!!

**

Hangi demokrasiye müdahale edilmişmiş?

Seyahat hürriyetin kısıtlanmış, “kurtarılmış bölgeler” adına haraç toplayan, vermesen cesedini bir çukura atan her fraksiyondan örgütlü militan ve çetelerin egemen olduğu bir ülkede nasıl bir demokrasi olabilirdi ki?

Türk bayrağının asılması, İstiklal Marşının söylenmesi yasak olan bir bölgede nasıl demokrasi olurmuş?

Neymiş demokrasi askıya alınmışmış... Olan bir şey askıya alınır... Olmayan bir demokrasiye nasıl olur da müdahale edilirmiş olur ve askıya alınır ki?

Bunu demeye kimsenin hakkı yoktur. Yürekleri var idiyse, 1980 de neden cuntacılara karşı gelmediler ve onları alkışladılar?

Bu ifadelerimiz, asla ihtilalleri teşvik ya da benimsediğimizden dolayı değildir; biraz samimiyet, biraz dürüstlük lütfen, diyoruz... Şunu unutmamak gerekir ki ihtilal kendi kurallarını ortaya koyar. İhtilal kuralları sevimsiz ve zordur...

Eğer demokrasi gerçekten olsaydı asker neden müdahil etsindi ki? Kaldı ki askerin gelmesini sağlayan, ortamı hazırlayan yine sivil idare değil miydi? Politikacılar değil miydi?

Ülke öylesine karışmıştı ki, her gün ortalama elli kişi teröre can veriyordu... Bu kadar karmaşayı düzene sokmak için inanılmaz derecede haksızlıklar yapıldığı da doğrudur. Askeri idarenin doğasının gereği olarak kendi kurallarını koydu ve ona göre de yasalar çıkardı. Bunları benimsemeyebilirsiniz, ama gerçek böyle...

**

Bir ihtilal düşününüz ki 650 bin kişi gözaltına alınıyor; 1 milyon 680 bin kişi fişleniyor; 210 bin askeri-sivil dava açılıyor; savcılarca yedi bin ölüm cezası isteniyor; 50 idam infaz ediliyor; 300 kişi kuşkulu biçimde, 171 kişi de işkenceden ölüyor; 400 gazeteciye toplam 4000 yıl hapis isteniyor; 23677 dernek kapatılıyor, basın organları 300 gün susturuluyor. (Bu rakamlar basından alıntıdır)

Böyle bir sistemi benimsemek mümkün mü?

Aslında olmayan “demokrasinin askıya alındığı” 12 Eylül askeri ihtilalin lider kadrosundan en çok zarar görenler; o dönemde, her iki taraf için de söylemek gerekir ki, “vatanseverlik” ilkesini ön planda tutanlardı; ister “sol”, ister “milliyetçi” kanat olsun, “vatanın selameti” için farklı ideolojileri kendilerine rehber edinmişlerdi.

Bu ihtilal, aslında yine emperyalizmin bir oyunuydu; fakat o sıralarda bunu anlayacak ne yönlendirici kadrolar ne de devlet adamı nitelikli bilinçli idareciler vardı.

**

Şimdilerde politikacılar 30 yıl önce bir ülkücü gencin mektubunu okuyarak aldatmacalı gözyaşlarını (timsah gözyaşları; açıklama: timsahlar avlarını yutarken gözyaşı dökerler) dökmekte ve bugünün ülkücülerinden “evet” oyu istemektedirler.

12 Eylülde her iki taraftaki gençler, meslek grupları çatışırken; örneğin devletin emniyetinden sorumlu polis teşkilatı “Pol-Der” ve “Pol-Bir”; devletin eğitim ordusu “TÖS” ve “Ülkü-Bir” diye ayrılmış, birbirine “düşman” gözüyle bakan bir ortam yaratılmış...

Bunu yapanlar asker miydi?  Hayır...

Sol ve milliyetçi gruplar birbiriyle çatıştırılırken, “dinci” diye bilinen gruplar aradan sıyrılıp hücre evlerinde fırsat kolladılar... Bunlar, “sağ-sol” çatışmalarından uzak durarak bir askeri müdahale beklediler...

Nitekim öyle de oldu ve bekledikleri gerçekleşti; 12 Eylül ihtilalinden en kârlı ve firesiz çıkanların bu hücre evlerinde geçinen “dinci”, “şeriatçı” gruplara mensup kişiler olduğunu her aklı başında insan bilir. Onlardan ne ölen ne de ceza evine giren oldu...

12 Eylülden önce cephe gerisinde “sütreye” yatmış bekleyenlerin arasında bugünkü iktidar mensuplarının olduğundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Zira aynı dönemi birlikte yaşadığımız, çatışmalar içinde hayatını “feda” etmeye hazır gruplar içinde mücadele verirken, bugün önemli bakanlardan olan bazı zatlar, malum öğrenci yurtlarında pinekleyerek fırsat kolluyorlardı. Bu bağlamda samimiyetlerine inanmak mümkün değildir.

12 Eylül cuntasından hesap sorulmasını en çok isteyenler bizzat Türk milliyetçileri ve solcuların kendileridir. Çünkü bu “cunta” bir yandan fidan gibi genç ülkücülerimizi darağaçlarına gönderirken diğer yandan da bazılarını da Mamak zindanlarında işkencelere maruz bırakıyordu. Nice milliyetçi vatansever kadrolar bugün bu komik sahneleri seyretmektedir. 

Bu durumda bu “cuntadan” hesap sorulmasını istemeyecek hiçbir milliyetçi ya da ülkücünün olabileceğini düşünmek mümkün değildir. Fakat politikacıların amaçlarına ne dolgu maddesi olmayı düşünmekteler, ne de aldatıcı rol mankenliğine inanmaktadırlar...

Onun için de ülkücüler ve milliyetçiler 12 Eylül 1980 ihtilalinde gördükleri işkenceleri, feda edilen hayatlarını; “vatan sağ olsun” ruh ve inancıyla devletine ve milletine adamak gibi yüksek bir asalet ve feraset sahibidirler. Ne pahasına olursa olsun, Batı emperyalizmin kuklası olmuş iktidarların dolgu malzemesi olmayacaklardır.

**

Samimiyet testi...

Mevcut siyasi iktidarın 12 Eylül cuntasından, gerçekte hesap sorması mümkün değildir. Çünkü siyasi irade ile cuntacılar arasında yakın bir ilişki vardır. İşte ispatı; tarih, hiç bir zaman yalan söylemeyeceğine göre, AKP kuruluş dönemine bir habere göz atalım; (Kaynak: Sabahattin Önkibar, Star Gazetesi, 2001; Yeniçağ Gazetesi, 3 Ağustos 2010: Ordu ile AKP kurucu kadrolar arasında elçiler gelip gidiyor. En canlı örnek, bir zamanlar Diyanet İşleri Başkanlığını da yapmış olan Tayyar Altıkulaç, Marmaris’teki Kenan Evren’e aracı olarak gönderiliyor. Yani “cunta” liderinden himmet isteniyor.)

Bu durumda anlaşılacak husus şudur; 12 Eylül cuntasından hesap sormak istiyormuş görüntüsünü vererek, ülkücüleri ve milliyetçileri kandırmaya çalışan siyasi iradenin bu samimi olmayan davranışları ve uygulamaları iyi anlaşılmaktadır.

Bir başka örnek: Temmuz 2009'da CHP 12 Eylül cuntasından hesap sorulması için Anayasanın ek 15. Maddenin kaldırılmasında AKP'ye destek vereceklerini söylediğinde, Başbakan Tayyip Bey, "... Biz sulu şakalara gelmeyiz" cevabını vererek askeri cuntadan hesap soramayacağını net olarak ifade etmiştir.

Mademki bu siyasi irade gerçekten 12 Eylül'ün hesap vermesini istiyordu ise, neden ana muhalefetin bu önerisini desteklemedi? Kaldı ki bu teklife MHP'nin de destek vereceği biliniyordu.

 

Bir başka örnek: 12 Eylül Cuntası ile gizli bir flört yaşayan siyasi iradenin gayrı samimi davranışları sadece bu da değildir; “darbelere karşıyım” deyip darbecilerle dostluk sürdürmek nasıl anlaşılmalıdır? Yaklaşık bir yıl önce İzmir'de Kenan Evren'le Tayyip Bey’in aynı masada samimiyetle bir arada olmaları nasıl izah edilebilir?

 

Bir başka örnek: Tayyip Bey’in önerip seçtirdiği Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kenan Evren’i Çankaya’da ağırlamadı mı? Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, seçim bölgesi Manisa’da cunta lideri” ile kol kola faaliyetlerde bulunmadı mı?

Tüm bunlar varken iktidarın söylemleri ne kadar inandırıcı olabilir ki?

 

Demokrasiye müdahale eden her türlü askeri ve sivil cuntadan hesap sorulması elbette ki uygar bir Türkiye için vazgeçilmez yoldur. Bunun yanında Ülkemizi ve milletimizi bölüp parçalamanın eşiğine getirmiş olan bir siyasi kadronun Türk Milletine hesap vermesini istemek yanlış olmaz. Eğer demokrat iseniz, her türlü cuntacılıktan ve milli birliği sabote eden sivil hareketlerden de hesap sormak gerekir.

 

**

 

Referandumda yapılan nedir?

 

12 Eylülü kendine siper yapan bir siyasi kadro, Anayasa paketine, yargıyı zapt etmek için siyasallaştırıcı kanun maddeleri yerleştirerek, iktidarların adalete ve tabii ki Türk Milletine hesap vermelerini engellemektedir. Eğer yargı siyasi iradenin emrine girerse, yargı kullanılarak sivil diktatörlük kapısı açılacak demektir. İktidarda kim olursa olsun, hangi düşüncenin, ideolojinin temsilcileri olursa olsun bu tehlike vardır. İşte milletin itirazı bunadır...

 

12 Eylül 2010 günü hem askeri cuntacılara, hem de sivil diktatörlük peşinde olan siyasi iradeye dur demek için HAYIR oyu vermek bir vatan borcudur.

 

Eğer siyasi iktidar cuntacılardan hesap sormakta samimi olsaydı 12 Eylül darbesi sorumlularıyla ilgili yasa maddesinin ayrı oylanması için teklif getirirdi. Kaldı ki sekiz seneden beri iktidarda olan bu kadro, cuntacılar için neden parmağını oynatmadı da; artık zaman aşımına uğrayan bir darbenin hesabı şimdi gündeme getiriliyor? Anayasa değişikliği neden tam da zaman aşımının tarihi olan 12 Eylül 2010 tarihine denk getiriliyor?

Bu kadar samimiyet (!) için pes; bu kadar çok kurnazlığa, uyanıklığa, kandırmacıya, “poly-tik” davranışa pes doğrusu...

 

**

 

Bugünkü siyasi iktidar, sekiz seneden beri yaptığı bazı icraatlar ülkenin menfaatinin aleyhine olduğu için, vatanın bütünlüğü, milletin birliği bu icraatlardan dolayı tehlikede olduğu için, Türk Milletine hesap vermek durumundadır. Bu hesap, ister yargı yoluyla ister seçim yoluyla olsun mutlaka verecektir.

 

Hukukçuların ifadesine göre, ‘siyasi irade bunu engellemek için de yargının siyasallaşmasını ve zapturapt altına alınmasını istiyor; suçlarından dolayı yargılanma ihtimaline karşı bir önlem olarak; kendilerini yargılayacak olan Anayasa mahkemesi hâkimlerini kendi yandaşları arasından seçilmesini sağlayacak yasa maddelerini işte bu anayasa değişikliği paketine gizlemişlerdir’ denilmektedir.

 

Bu iddia doğruysa, anlaşılan odur ki, ilerde hesap vermekten kurtulmasına yol açacak bir anayasa modelini millete tasdik ettirmek istemektedirler. “Şeker kaplı acılı leblebi” olarak sunulan bu kandırmaca, vatandaşlar tarafından eğer “hap” diye yutulursa, iktidarın keyfine diyecek olmaz... O zaman gel keyfim gel...

 

**

Sonuç...

 

Sonuç olarak, istediğiniz kadar yasa ve anayasalar yapın; istediğiniz kadar paketlerle yasaları gizleyin; şu gerçek asla unutulmamalıdır ki; siyasi ve sosyal ahlakın olmadığı yerde yasalar, anayasalar işe yaramaz.

Birey olarak bu cumhuriyetin, bu kardeşliğin devam etmesi için sorumluluğumuz vardır. Türk Milletinin ayrışmasını isteyenlere, milleti birbirine düşürmek için uğraşanlara engel olmak için referandumda birey olarak “hayır” oyunu kullanacağımı yineliyorum. Bunu bir vatan borcu, insanlık borcu olduğuna inanıyorum... Bir “hayır” oyunun milletime yine sevinç, dostluk, iyilik olarak döneceğine inanıyorum...

 

(Devam edecek)

 

Yayın Tarihi
18.08.2010
Bu makale 5556 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!