BİLİMSEL DÜŞÜNCE

Referandum için son yazı...

Sandık başına gitmeye iki gün kaldı. İktidar partisi var gücüyle, devletin tüm imkânlarını kullanarak, vatandaşlara olmadık vaatler yaparak sandıktan “evet” sayısını arttırmaya çalışmaktadır. Bu doğaldır... Türkiye’deki sistemin çarpıklığı nedeniyle her kim iktidar olsa bunu yapacaktır... Her durumda kullanma miadı sonsuz olan devletin maddi ve manevi gücünü, nüfuzunu elde bırakmamak için...

 

**

Samimiyet testi...

 

Siyasi iktidar mensupları, yakaladıkları Devlet nimetlerinden faydalanmaya devam etmeleri için bir kandırmaca ortaya attılar; “12 Eylül Cuntasını yargılayacağız” dediler... Ve bunun için vatandaşların “evet” demelerini istiyorlar. Bu  “evetçiler” başka ne diyorlar; “askeri vesayete karşıyız” diyorlar... Peki, âlâ mademki böyle diyorlar; eğer bu ifadelerinde samimi iseler şu sorulara olumlu cevap vermeleri gerekir.

 

Soru-1: 28 Şubat’ın beyin takımından olan Orgeneral Çevik Bir’le olan sıkı ilişkilerinin sebebi nedir? “Postmodern darbe yaptık” diyen 28 Şubatçılar hakkında neden hiçbir işlem yapmıyorlar?

 

Soru-2: Zamanın Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt; 27 Nisan’da internette yayınlan “e-muhtıra” hakkında bizzat kendisi tarafından kaleme alındığını; “bildiriyi ben kaleme aldım” diye itiraf ettiğine göre, meşru hükümete karşı bir darbe teşebbüsü olduğuna göre ve bunun da anayasal bir suç olduğuna göre, neden onun hakkında bir işlem yapmıyorlar? Büyükanıt bizzat suçunu da itiraf ettiğine göre neden Cumhuriyet Başsavcılığına verilmiyor? Bu bildiri (e-muhtıra), darbe teşebbüsü, askeri vesayet değil midir?

 

Soru-3: Yoksa; Orgeneral Büyükanıt ile Başbakan aralarında bir gizli sözleşme mi var? Eğer gizli bir sözleşme ya da taahhüt ya da danışıklık yoksa, “devlet işi” ise, neden devlet görevlisi üçüncü bir kişi bu konuşmaya dahil edilmedi, neden resmi tutanaklar, ses kayıtları yok? Başbakan; “Dolmabahçe’de konuşulanlar benimle mezara kadar gidecek” demektedir. Hâlbuki “devlet sırrı” olan konular devletin hafızası olan arşivlerinde tutulur ve bu sırların mutlaka bir gün tutanakları, belgeleri ortaya çıkarılır. Mezara kadar götürülecek olan “gizlilik” devlet sırrı değil, kişiler arasındaki “özel sır” olabilir ancak... Devletin sır mekânı olan “kozmik odalar” aranırken, Devletin gizli sırları tutanaklara geçirilip odadan dışarı çıkarılırken, neden Tayyip Bey ile Yaşar Bey’in bu “devlet sırrı (!)” denilen konuşma tutanaklara geçmiyor? Bu denli “sır” olan konuşmanın mutlaka başka bir anlamı olmalıdır...

 

Soru-4: Yaşar Büyükanıt’a; emekli hayatında kullanmak üzere, hiç kimseye gösterilmeyen bir özenle, neden 1,5 trilyonluk (Basından haberler) zırhlı araba verildi; Dolmabahçe görüşmesiyle bir bağlantısı var mıdır?

 

Soru-5: 12 Eylül Cuntacıları koruyan Anayasa’nın 15. maddesinin kalkması cuntacıları yine yargılayamazlar. Çünkü hukukçuların kesin görüşüne göre, referandum günü, 12 Eylül ihtilalinden bugüne tam 30 yıl aradan geçmiş olacağı için zaman aşımına uğrayacaktır. Yani darbeciler artık suçlanamayacaktır. Mademki darbeciler yargılanmak isteniyordu, 8 senedir iktidarda olan bir parti neden bugüne kadar bekledi? Zaman aşımı dolsun diye mi?!!...

 

Soru-6: 12 Eylül 1980 tarihinde, bugün iktidarda olan kadroların, o gün ihtilal yapan kadrolara ne methiyeler dizmişlerdi? Bugün, onları “cuntacı” diye suçlayan ve yerden yere vuranlar ihtilale karşı çıkmışlar mıydı? 1982 Anayasasına “evet” mi, “hayır” mı demişlerdi?

Bu soruların cevabı verilirse biz seçmenlerin oyunu da kazanabilirler...

 

Buyurun size bir samimiyet testi!!!

İşte böyle sevgili okuyucular; siyasi iktidar eğer bu samimiyet testinden başarı ile geçerse o zaman oyunuzu nasıl vereceğiniz yine kararınızla olacaktır.

 

**

Türk Milletinin önüne konulan “aldatıcı paket” Anayasa değişikliğine neden “hayır” demek gerektiği konusundaki yazı dizimizin sonuncusunu sizlere sunuyorum. 

Yazımıza üç soru ile devam edelim;

"1- Genel seçimlere az bir süre kalmasına rağmen iktidar partisinin bu anayasa konusundaki aceleciliğinin sebebi nedir?”

“2- Neden Ülkücü şehitlerin aziz hatıraları istismar ediliyor?”

“3- Anayasa değişiklik paketinde dokunulmazlıkların kaldırılması neden yok? "  

Bu soruların yanıtını aramadan, bir durum tespiti yapalım; bir ülkede eğer yargı siyasi erkin kontrolünde ise, milletvekillerinin dokunulamazlığı varsa, bireyin hak ve hukukunun korunamayacağı peşinen bellidir. Bu anormal özellikleri taşıyan bir ülkede “demokrasi” olabilir mi?

Demokrasinin olabilmesi için herkesin hukuk karşısında eşit ve dokunulur olması gerekir. Hukuku uygulayan yargı, yürütme dediğimiz siyasi iradenin emrine girmiş ise, adil bir yargılamanın yapılması, hukukun objektif ve tarafsız uygulanması beklenemez. Çünkü siyasi irade gücünü ve nüfuzunu yargı mensupları üzerinde “baskı” unsuru olarak kullanacaktır; bu kaçınılmazdır; hangi görüş ve düşüncede olursa olsun beklenecek sonuç budur...

 **

Dokunur olmak...

Kırk beş seneden beri üyelik için AB kapısında “tek ayak” üzerinde bekletilen Türkiye’de, güya “demokratikleşme normları geliştiriliyormuş..!” Bu söylemin dayanaksızlığı şu somut örnekte bellidir; İtalya’da milletvekili dokunulmazlığı bundan tam 17 yıl önce, 1993'de, kaldırıldı; hâlâ dokunulmazlığı bir “zırh” gibi kullanan zevata hatırlatmakta yarar vardır...

Diğer bir ifade ile İtalya’da “Hukuk”, herkese eşit mesafededir, gerektiğinde kimseyi ayırmaksızın herkese dokunabiliyor... İşte size özlenen demokrasi...  Bizde de eğer bu durumun oluşması isteniyorsa; yani yargının, politikacılar da dâhil, her kademedeki devlet görevlilerine dokunulması isteniyorsa, her şeyden önce yargının tam bağımsız ve tarafsız ve milletvekilinin de dokunulabilir olması gerekiyor.

**

Verilen söz...

Peki, şimdi sorularımıza yanıt aramaya geçelim; önce son sorudan başlayalım; hatırlanmayabilir, hatırlatalım; Siyasi erkin sahipleri 2002 yılında bir söz vermişti; dokunulmazlıkları kaldıracağı yönündeki taahhüdü... Bugüne kadar geçen 8 yıl boyunca bu konuya bir türlü yanaşmadı.

Acaba neden?

Eğer gerçekten ülkede demokrasinin gelmesini istiyorsa önce 2002 yılında verdiği sözü tutması gerekir. TBMM deki gücü buna fazlasıyla yetiyor. Bunu yapmayan bir Siyasi iradenin “...12 Eylül Cuntasından hesap sorulacak...” ifadesine kim inanabilir ki?

 

Kendilerinin büründüğü dokunulmazlık zırhından önce sıyrılıp yargı karşısında dokunulur hale gelmelidirler ki başkasını yargılamak için hakları olsun... Öncelikle kendilerinin Hukuken dokunulur hale gelmesi gerekiyor.

 

Nedense bir türlü buna ilgi göstermeyen bir Siyasi iradenin bir başkasından hesap sorması mümkün mü? Bir şartla mümkün olabilir; yargıyı etki alanına alırsa...  Bunun için de şimdilerde Türk milletinden “evet” oyu isteniyor... Sandıktan bu isteme nasıl bir yanıt çıkacağı meçhul; “evet” mi “hayır” mı?!

 

**

 

Dokunulmazlıkların kalkması neden istenmiyor?

Şimdilerde iddia edilen husus; “Türkiye’nin daha da demokratikleşmesini sağlamak” ise, ‘anayasa değişikliği neden bir “kamuflaj” altında yapılmak isteniyor’ sorusuna yanıt aramak lazım.

Türk Milletinden “evet” oyu isteyenler, önce partisinin çekirdek kadrosunun “suç iddia dosyaları” hakkında bir öz eleştiri yapıp yargı önünde hesap vermelidirler. Dosyalarındaki konular incelendiğinde, 2002 yılında verilen ‘dokunulmazlıkları kaldırma’ sözünden neden durulmadığı daha iyi anlaşılır.

Kaldı ki yargıda bekleyen bu kadar iddialar karşısında “aklanmadan” Türk Milletinin geleceğini etkileyecek Anayasa gibi temel bir metni gündeme getirmenin ne kadar doğru olduğu da ayrıca yoruma muhtaçtır.

Eğer amaç daha temiz ve demokratik bir Türkiye için yeni bir anayasa yapmak ise, önce bunu isteyenlerin hukuken kusursuz olması gerekir. Bu iddiada bulunanların yargıdaki dosyalarına bakıldığında, bu ekibin Türk Milletini topyekûn ilgilendiren temiz ve yeni bir anayasayı yapma yetisine sahip olmadıkları yönünde belgeler ve gerekçeler görülür.

Bunlar neler mi; basına yansıdığı kadarıyla sınırlı bilgimiz vardır. Üstelik bu dosyalar geçmişteki görevleriyle ilgilidir; son 8 yıllık devlet idaresindeki icraatları hakkında ileride neler çıkacağını bilemeyiz.

Yargıdaki dosyaların içeriği hakkında basına yansıyan kadarıyla konuların özeti son derece ilginçtir. Yargıdaki dosyaları epey kabarık olduğu ulusal Basın Yayından öğreniliyor. Siyasetçiler bu konuyu gündemde tutuyorlar, burada yer vermeye gerek yoktur.

**

Bir siyasi ekip eğer yeni bir Anayasa yapma iddiası ile ortaya çıkıyorsa; öncelikle bu ekipte aranacak vasıfların başında dürüstlük, şaibesizlik, suçsuzluk, yargıda herhangi bir cezasının olmaması, demokrat vatandaş olup olmadıklarına bakılması bir gelenektir. Haklarında varsa bir iddia, bu iddiaların yargı yoluyla geçersiz hale getirilmiş olması, yani aklanması beklenir.

 

Şimdi; kamuoyunun sesi niteliğindeki halktan “terzi Ahmet Çolak” haklı olarak şunu sormaktadır; "Bağımsız yargı önüne çıkamayanlar, kendini aklayacak bir siyasal yargıyı oluşturabilmek için mi bu sivil dikta anayasasını “hap” gibi biz halka yutturmaya çalışıyorlar?"  Vatandaşın bunu düşünüp dillendirmesi kadar doğal bir durum olamaz.

Siyasi iradenin diğer bir iddiası; ‘hukuku daha da güçlendirmek için yeni bir anayasa” yaptıklarını söylemektedir. Hâlbuki ortaya konulan veriler gösteriyor ki siyasi iradenin önerdiği fakat TBMM tarafından gerekli 2/3 nitelikli çoğunluk oyu alamayan bu anayasa değişikliğini aslında yargının güçlendirilmesi ile ilgisinin olmadığı, aksine; "gelecekte Türk Milletine hesap vermekten kurtaracak bir yargıyı zapt etmek, kadro oluşturmak için yapıldığı” yönündeki yaygın kanaattir... Bu iddiaların doğruluğu “kesin” olup olmadığı zaman gösterecektir; ancak bir gerçek var ki tüm muhalefet bu yönde kanaat bildirmektedir.

Bu kapsamdaki iddiaları taşıyan dosyaların iktidar ehlini fazlasıyla yoracağını tahmin etmek güç değildir. Örneğin; şu iddialar ilginçtir; (“bazı medya kuruluşlarının, sağlanan ucuz devlet bankası kredisiyle, “yandaş-yoldaş” kişilere satılması, imar kaçağı bir “gecekonduda” otururken, çocuklarının “hayırsever dost bursuyla” ABD de okuyor iken; astronomik rakamları zorlayan, hesaplanması bile zor olan sınırsız servete nasıl ulaştığı; mahdumuna “gemicik”, aile fertlerine “pırlanta dükkânı” nasıl alabildiği”) hakkındaki dosyaları olacağı iddiaları...

Bunun yanında, Türk milletini 36 etnik gruba ayırarak milletin birliğine yönelik siyasi kastlarını kapsayan sorgunun olma ihtimali çok yüksektir. Kimini “etnisite”, kimini “dede” çağrışımı ile “mezhepçilik”, kimini “elitler” diye ayırarak toplumun sosyal dokusunu ayrıştırmaya yönelik söylemler... Bunlar da yetmedi; “inananlar” ve “inanmayanlar” ayırımı... Din sömürüsü...

**

Ülkücülerden medet beklemek...

12 Eylül kalkanını kullanarak, bu dönemde zarar gören Ülkücülerin oyunu kapma gayretleri bir endişenin kaynağı olabilir... Bu nedenle şehit ülküdaş Mustafa Pehlivanoğlu’nun son mektubunu kürsüde okuyarak, yine anaların acısını istismar etmek hangi vicdanın onayından geçebilir? Duygu sömürüsü yapmada fevkalade marifetli politikacılarımız var... Başarılarından dolayı kutlamak gerek!

Yargının siyasallaşma maddelerinin içine yerleştirildiği Anayasa değişikliği için Ülkücü şehitlerin aziz hatıralarından dahi medet ummak ne kadar “etik” kurallara uyar, doğrusu araştırılmaya değer konudur.

**

Yukarıda sorulan sorulardan biri de, neden “acele” edildiği noktasındaydı; bu açıklamalarla acele etmenin sebebi, sanıyorum ki anlaşılmış demektir. Bazı insanlar, yakın gelecekte geçmişindeki hataları nedeniyle yargılanma ihtimalini düşünüyorsa, elinde fırsat varken, hukukun evrenselliği ilkesini dikkate almadan, kendisini yargılayacak olan yargıçları şimdiden ayarlamak için gereğini yapması beklenir sonuçtur. Bir önlem olarak değişikliğin aceleye getirilmesini yadırgamamak gerekir. Önlerindeki bu seçeneği iyi değerlendiriyorlar...

**

Sonuç...

Sonuç olarak, yukarıda irdelenmek üzere öne çıkardığımız üç sorunun yanıtı böylece açığa çıkmış oldu ve gerçekten bu referandum için ne için oy kullanmamız gerektiğini, doğru bilgileri edindikten sonra şimdi daha bilinçli oy kullanacağız demektir.

Anayasa değişikliğine halk oylamasında şayet %51 “evet” çıkarsa, bu değişiklik daha “demokratik” olacak da; “cunta” anayasası dedikleri ve yine Türk Milletinin %92 si tarafından “kabul” edilen 1982 Anayasası “antidemokratik” olacak, öyle mi? Bunu savunan cumhuriyet karşıtları, kendilerine göre bir “sivil vesayet” yaratmaya çalıştıklarını farkında olunmadığını sanıyorlar, herhalde...

 

Referandumda diyelim ki seçmenin %55 “evet”, %45 “hayır” ya da tersi; %55 “hayır”, %45 “evet” dediği takdirde, bu anayasa değişikliği tümüyle “ret” mi edilmiş ya da tamamıyla “kabul” mu edilmiş olacak?

Evet” oyları %50 civarında olursa, bu Anayasa değişikliği Türkiye Anayasası olacak mı?

Nerede kaldı toplumsal sözleşme metni?

Bize göre hiç birisi.

İster öyle ister böyle çıksın sonuç, bir gerçek var ki bu anayasa Türk Milletinin (mutabakat sağladığı) anayasası olmayacaktır.

Sağlıcakla kalın...

Yayın Tarihi
11.09.2010
Bu makale 6355 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Sadık Bey, Yazılarıma gösterdiğiniz ilgi ve övgü dolu ifadeler için teşekkürlerimi sunuyorum. Yorumunuza geç yanıt verdiğim için de ayrıca üzgünüm. Referandum sonuçları, bu ülkenin geleceği için endişeler taşıyan, düşünen beyinleri mutlu etmemiş olabilir; bilinçli ve düşünerek verilen oy oranı eğer gerçekten %42 ise, bu bile son derece önemli başarı ve büyük değere sahip. Tabii ki iktidarda olan siyasi kadrolar her türlü avantajı kendi lehlerine kullanma seçeneğini arayacaklardır; mevcut duruum da bunu gösteriyor. Ancak, referandumun %58 evet olarak sonlanması demek bu milletin mutlaka "yanlış" yaptığı noktasında yoğunlaşmamak gerekir; onları yönlendirenlere karşı daha aktif anlatım ve çalışma yapılamadığı için bu sonuç alınmıştır. Aynı anayasayı yine bu millet %92 oranında kabul demişti. Ne garip değil mi?... Muhalefet tüm hatlarıyla "hayır" kampanyasına asıldığı kanısında değilim. Olan oldu, bundan sonrasına bakmak gerek. Muhtemeldir ki yeni anayasa da referanduma gelecektir. Siyasiler bundan sonraki genel seçime kendilerini hızırlamalılar. Biz sorumlu vatandalar olarak sadece oyumuzun doğru ve isabetli kullanılması için değil aynı zamanda çevremizi de aydınlatmak ve demokrasinin tüm boyutlarını anlatmakla mükellefiz. Siz de hep bunu yapıyorsunuz... Türkiye Cumhuriyeti Devleti ancak gerçek anlamda demokrat bir zihniyetle idare edilirse yükselebilir, gelişebilir. Selam ve sevgiyle kalınız. R.Demir (www.r-demir.com)

Ramazan Demir 30.09.2010

Sayın Prof. Dr. Ramazan Demir, zamanınızı harcayarak ve emek vererek, araştırma ürünü sayılabilecek fevkalade yazınızla gerçekleri birer birer sıralamışsınız: Ancak, görüşlerinizin ve sorularınızın yanıt bulabilmesi için, ülkemizde demokrasi kurallarının geçerli olması ve sorularınıza mertçe ve dürüstçe yanıt verebilecek insanların olması gerekiyor. Siz bunları görebiliyor musunuz? Hepimiz kendi ölçülerimizde halkımızı aydınlatmaya ve gerçekleri göremeyenleri uyarmaya çalıştık. Yapabileceklerimiz ancak bu kadardı. Daha fazlası için silahlarımızı alıp dağa çıkacak değildik ya. Ne bizim silahımız var, ne de bu türde niyetimiz. Bizim olanaklarımız özgür fikirlerimizi dile getirmeye çalışmaktı. Bizler de bunu yaptık. Gerisi halkımıza ve Allah'a kalmış. Bir gün sonra çabalarımızın sonuçlarını göreceğiz. Dilerim hüsrana uğramayız. Eğer ülkemizde gerçek bir demokrasi olsa, eşitlik ve adalet prensiplerine uygun, her türlü kuşkudan uzak hakça bir referandum yapılmış olsa hüsrana uğramak gibi bir duyguya kapılmamız söz konusu olmazdı. Ama görüyorsunuz, devletin bütün olanaklareı cumhuriyetçi ve ulusalcılara karşı kullanılmış durumda. Eğer bütün çabalarımıza rağmen, halkımıza, gerçekleri görmelerine yardımcı olacak bir şeyler anlatamamışsak, yapabileceğimiz başka şey kalmadı demektir. Saygılarımla...

Dr. Sadık Özen 11.09.2010

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!