BİLİMSEL DÜŞÜNCE

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kalan Miras... (2)

Manevi miras...
Osmanlıdan Cumhuriyete bırakılan manevi miras; çok yönlü ve çok boyutluydu... Adeta her yönden sarmala dolanmış bir kuşatma altında kalınmış bir durumdaydı... Dünyadaki gelişme, kalkınma, çağdaşlaşma o kadar mesafe almıştı ki ona yetişme şaşkınlığı yaşanıyordu; öylesine hızlı bir gidiş vardı ki Dünyada, durmak bile batmak anlamına gelirdi ki nitekim battık da...
**
Manevi olarak çok zor bir miras devraldı Cumhuriyet... Devralınan maddi borç dışında, manevi yüklemle yoğun yoksulluk devraldı, gerilik devraldı, ilkellik devraldı... Bunlardan “maddi” anlam yüklenenler hariç gerisi tamamen ağır manevi miras yüküdür. Bunun tam karşılığı ortaçağı devir almaktı...
Tarihte her ne kadar Ortaçağın kapanışı Fatih’in İstanbul’u fethetmesiyle başladığını yazsalar da bu tartışılabilir bir değerlendirmedir; bana göre... İstanbul’un fethiyle Yeniçağın başladığı kitaplarda yazılıdır; fakat bu, teorik olarak belki doğru olabilir, pratikte doğru değildir; çünkü Batı bile birkaç yüzyıldan sonra, yani birkaç yüzyıl geçirdikten sonra, ancak Yeniçağa girebildi. Anadolu’daki tüm taşra şehirleri Ortaçağı yaşıyordu. Dahası, İstanbul’un Beyoğlu ve Şişli ile İzmir’in Kordon-Konak semtlerinden başka hiçbir yer Yeniçağa girmemişti...
Anadolu’daki tüm kent ve kasabalar tam anlamıyla Ortaçağı yaşıyordu. Yaklaşık 42 bin köyümüz vardı, bunların hiç birinde değil ki Yeniçağın nimetlerini yaşamak, kuru bir ifade olan “yeniçağ” lafı bile söylenemezdi. Böyle bir ifadeyi akla getirecek hiçbir gelişme, görüntü, değer, hizmet, anlayış, kültür, eğitim ve değişim yoktu... Bunu akla getiren kimse de olmazdı. Kısaca ve özetle Cumhuriyetin Osmanlıdan devraldığı maddi ve manevi miras yüklü bir Ortaçağdı...
**
Böylesine ağır bir miras karşısında Mustafa Kemal ve arkadaşlarını bekleyen iki önemli iş vardı;
1-Vatanı kurtarmak,
2-Sonra milleti kurtarmak...
Vatanı kurtarmak, hemen hemen imkânsız bir olaydı; paylaşılmış Osmanlı coğrafyasından geriye kalan ana yurt Anadolu da işgal altındaydı... İç ve dış düşmanlar seferber olmuşlardı; Türk varlığını Anadolu’dan silmekti hedefleri!
Mustafa Kemal ve arkadaşları bunun farkındaydılar; en yakın mesai arkadaşlarından gelen “yabancı manda” tekliflerin hiç birini kabul etmedi; kendine ve milletine inandı, güvendi, iman etti ve imkânsızı başardılar; milletin desteği Allahın yardımı ile başardılar... Bu, dünyada görülmemiş, görülemeyecek bir mucizeydi...
Tanrıdan İsa ve Musa Peygamberlere lütuf olarak verilmiş olduğu pek çok mucizeden tarih bahseder; ama hiç böylesinden bahsetmemişti... Bu mucizeyi Türk halkı ve onun önderi Gazi Paşa göstermişti... Yine tabii ki Allahın yardımıyla... Başka anlamda bunu izah edecek olabilir; inancımız odur ki önce inanmak ve güvenmek, sonra da olağan üstü derecede çalışmak ve özveride bulunmak... Bunların hepsi Atatürk ve onun kuşağındaki kadrolarda fazlasıyla vardı. Bu özellikleri millete anlattılar, aktardılar ve sonuçta en belirgin olarak görülen bir mucizeyi yarattılar... Vatanı kurtardılar...
Ama milleti kurtarmak, yani Ortaçağdan Yeniçağa çıkarmak, aydınlanma dönemini başlatmak, oku-yazar yapmak kolay değildi... Hele Padişahın “ümmeti” olan toplumu “millet” yapmak, padişahın “kulu” olan halkı “yurttaş” yapmak, “birey” yapmak çok zor bir işti... Bunun zorluğu ancak şu örnekle anlatılabilir; “kuştan vatandaş yaratmak, insan yapmak...” Bu örneği, işin ne denli zor ve imkânsız olduğunu anlatmak için verdim... Yoksa, başka anlam yüklemek için değil...
Devlet bir ailenindi, milletin oldu...
Vatan bir aileye aitti, milletin oldu...
Millet “kul”du “birey” oldu, “yurttaş” oldu...
Bunları bir satırda ifade etmek kadar kolay olmadığını herkes anlamalı, özellikle siz gençler çok iyi anlamalısınız...
Bunlar size “abes” gelebilir, gelmemeli; Cumhuriyetin devraldıklarını ve size-bizlere kazandırdıklarını bilmeye mahkûmuz; gerçeği bilmek ve öğrenmek gerek; bu, sizin-herkesin ilk vazifesidir...
Bunların nereden sağlandığını iyi anlamak gerek, bunların başarılması için kendi içinden pek çok devrim yapıldı. Cumhuriyet zaten başlı başına bir devrimdir. Her devrimin kendi içinde ayrı bir devrimi vardır.
Kuldan vatandaş, yurttaş çıkarmak kolay iş midir!?
Dünyada örneği yoktur. Bunu başarabilmek için en azından 2-3 neslin geçmesi gerekir. Normal şartlarda böyle bir devrimi gerçekleştirmek için toplumun kendi içinde kuşak değişimine uğraması gerekir. Fakat Mustafa Kemal bunu tek dönmede başardı... İşte size bir mucize daha...
**
Ekonomik devrim...
Unutulmaması gereken bir hususu var; Cumhuriyetin kuruluşundan 1938 yılına gelinceye kadar geçen zaman sadece 15 yıldır. Gazi Paşa’nın gerçekleştirdiği devrimlerin hepsi bu kısacık bir döneme sığdırılmıştır. Kalkınma hızı %9, sanayileşme hızı %20 civarındadır. Böyle bir oran dünyanın hiçbir ülkesinde yaşanmamıştır bugüne kadar...
Cumhuriyet döneminde kurulmuş ne kadar kamu fabrikası-kuruluşu varsa, hepsi bu dönemde yapılmış ve üretime geçirilmiştir. Cumhuriyet kurulduğunda Anadolu’da tek bir kiremit-tuğla fabrikası dahi yoktu... Sadece marangozhaneler ve soğuk demirciler var işletme olarak... Onlar da at nalı ve mıhı yapmak, sürü çıngırağı, pala, dehre, yaba, orak, tırpan, köşkere, tabut yapmakla meşguller...
Cumhuriyetin bu ilk 15 yılında kurulan iktisadi devlet teşekküllerin hepsi ekonomik bir devrimdi... O işletmeler ki Türkiye’yi bugünlere taşımıştır; fakat şimdilerde birileri onları satıp yine birilerine “peşkeş” çekiyor; ikbalini ve iktidarını sürdürmek için...
Dikkate değer bir husus ise, Cumhuriyetin ilk bütçesi 118 milyon lira... Bütçe görüşmeleri sırasında TBMM de gelen eleştirilere karşılık bakınız Atatürk ne diyor; “...bütçesi bir ABD ailesinin bir yıllık bütçesi kadar olan bir devletin hükümetini eleştirirken, ne olur biraz insaflı olunuz...” Evet bundan başka söylenecek söz olabilir mi?!
**
Cumhuriyet kadını...
Yukarıda ne dedik; Mustafa Kemal’in iki ana görevinden ilki vatanı kurtarmaktı. Kurtardı dedik. Bu kurtarışta Türk kadınının rolü neydi, katkısı var mıydı?
Bu soruların çok net bir yanıtı vardır; Anadolu kadını şehit-gazi Mehmetçik doğurarak evlat cömertliğiyle yetinmemiştir. Vatan savunmasına kendisi emeğiyle, alın teriyle, fiziksel gücüyle fiilen katılmıştır.
Kurtuluş savaşında Türk kadının yaptığı fedakârlığı iyi anlamak ve anlatmak gerek. İstiklâl Mücadelesi için oluşturulan 100 bin kişilik ordunun arkasında en az 100 bin kişilik ikmal ordusu lazım ki savaş kazanılabilsin. Moda deyimle “lojistik güç” dediğimiz ikmal ordusunun en az yarısı kadınlardan oluşuyordu. Onların desteği ile kurtuluş oldu, vatan kurtarıldı...
Anadolu’nun vefakâr ve de cefakâr kadınlarımızı, analarımızı, ninelerimizi burada minnet, şükranla anmak, rahmet dilemek görevimiz. Onların hakkını teslim etmek gerek, onu geç yaptık...
Türk kadını hakkında Gazi Paşa’nın şu söylemleri son derece dikkat çekicidir; "Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başında bir bez, peştemal veya buna benzer bir şeyler sararak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır".  (M.K. Atatürk. İkdam Gazetesi'ne beyanat, 1 Eylül 1925)
“Türk kadını; dünyanın en aydın, en erdemli ve en vakur kadınıdır. Bizce, Turkiye Cumhuriyeti anlamında kadın, bütün Türk tarihinde olduğu gibi bugün de en muhterem yerde her şeyin üstünde yüksek ve şerefli bir mevcudiyettir.
Zaman ilerledikçe, ilim ilerledikçe, medeniyet dev adımlarla yürüdükçe, hayatın, asrın bugünkü gerçeklerine göre evlat yetiştirmenin güçlüklerini biliyoruz... Bugünün anaları için gerekli özellikleri taşıyan evlatlar yetiştirmek, pek çok yüksek özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple kadınlarımız daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar."  M.K. Atatürk

Kadınlarımızın birey sayılması için epey zaman kaybedildi. Onlara seçme ve seçilme hakkının geç verilmesi bir eksikliktir. O dereceye gelmek için yine Gazi Paşa çok gayret sarf etti. Çünkü millette egemen olan zihniyet Ortaçağ zihniyetiydi. Türkiye Büyük Milet Meclisi’nde de erkek egemenliği vardı... Kadını ikinci sınıf vatandaş olmaktan çıkaran, onların sosyal hayatta etken olmaları, devlet yönetimine katılmaları için gerekli devrimler Gazi Paşa’nın gayretleriyle olmuştur...
Kadınlarımız şu hususu hep hatırlamalılardır ki; eğitimli Türk kadını cumhuriyeti özümlemiş kadındır; benliğinde ve dimağında yer bulmuş bir Cumhuriyet kültürü ile yoğrulmuş kadındır... Cumhuriyetle kültürlenmiş insan birey olmuş insandır; bireyin kendi kendini yönetme bilincine erdiği doruk noktasında Cumhuriyet kültürü vardır. Türk kadınlarının bu zirveye ulaşması için Gazi Paşa gerekli rotayı göstermiştir. Gerisi tabii ki kadınlarımıza kalmış...

Bunu anlamayanlar ya da anlamak istemeyenler, bugün kadını yeniden “peçelerin” içine hapsetmeye çalışmaktalar... Kadına “köle” muamelesi reva görülmektedir... Kadını yine kendilerinin hükmedebileceği bir “varlık” konumuna getirmek arzusundalar... Önce kadınlarımızın bunu fark etmesi gerekir; birey olduklarını hatırlamaları ve erkek egemenliğine başkaldırmaları gerekir... Cumhuriyetin kazanımlarına herkesten daha çok kadınların sahip çıkması gerekir...

**
İlginç gelebilir fakat gerçektir; Osmanlıda kadınlar nüfustan sayılmıyordu. Yani nüfus sayımı yapıldığı zaman, sadece erkekler sayılırdı. Kadınlar “varlık” olarak kabul edilmezdi. Yani kadın, Osmanlıya göre “insan” değildi, ondan dolayı nüfus sayımlarında dikkate alınmıyordu!!!...
Böylesi bir zihniyeti devralıp kadını “eşit vatandaş” yapmak ve ona seçme ve seçilme hakkı vermek ne kadar zor bir iş olduğunu tahmin etmek gerek... İşte Gazi Paşa bu zorları teker teker başararak Cumhuriyetin devraldığı ağır mirasın yükünü atmaya çalışıyordu. Bunu anlamak gerek, anlamak... Bunun için de geçmişi, tarihi yeni nesillere doğru öğretmek gerek...
Milli eğitimde ve medyada öğretilen tarih eksik ve yanlış... Doğru tarih öğretilmediği için tarihsiz bir gençlik yetişiyor, gerçek tarihini bilmiyor; kuru tekrarlarla gençlerin beyni meşgul ediliyor. Gençlik, Cumhuriyet tarihini bilmiyor.
Tarihini bilmeyen bir millet olur mu?
Olursa sonu hüsran olur...
Milletin gerçekleri yerine kuru ifadelerle doldurulmuş kuru bilgiler tarih diye veriliyor okullarda... Cumhuriyet mucizesini, Kurtuluş Savaşını, devrimleri, başarılan çağdaşlaşma hamlelerini anlatmak gerek.
Gazi Paşa ve arkadaşlarının başardıklarıyla, yapılanlarla övünmeyi bilmeliyiz. Milli değerleri yansıtan milli tarih yazmak ve öğretmek gerek gençliğe... Tarihe susamış bir genç ve orta kuşak var Türkiye’de... Geçmişi bilmek gerek; bugünü anlamak ve geleceği planlamak için...
(Devam edecek)
www.r-demir.com

Yayın Tarihi
29.10.2010
Bu makale 7777 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
GÜZEEEEEEEEEELL :)))))))))))))) HEMDE TAM İSTEDİĞİM GİBİ

enes gemici 10.05.2011

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!