BİLİMSEL DÜŞÜNCE

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kalan Miras... (1)

Cumhuriyet, fazilettir...

Cumhuriyet, adam olmaktır...

Bu kısa, fakat derin anlam yüklü sloganımsı ifadeleri duymuşsunuzdur, eminim... Yine de tekrar etmekten beis görmedim. Cumhuriyet Bayramını kutlama yıl dönümüne sayılı günler kaldı. Resmi törenimsi “yasak savma” türünden kutlamaların dışında, her vatandaşın kendine sorması gereken bir soru var; “Cumhuriyet bana ne verdi; ben ne kazandım; ben ona sahip çıkıyor muyum?”

Bu girişten sonra genel anlamda belli sorularla yaklaşımı genişletelim; Cumhuriyet Türk milletine ne / neyi getirdi, neyi sağladı? Ya da Cumhuriyet Osmanlıdan neyi devraldı, önünde neyi buldu?

Bu sorulara doğru ve net yanıt bulmak ve vermek bir akademisyenin temel görevidir, namus borcudur.

**

Devlet, millet, vatan, vatandaş...

Derin anlam yüklü bu ifadelerin Osmanlıda ne anlama geldiği, Cumhuriyetle ne anlam kazandığını iyi anlamak ve anlatmak gerekir. Osmanlıda “devlet” demek saltanat, hanedanlık demekti, o da bir aileye aitti... Hal böyle iken Cumhuriyetle birlikte devlet, bütün bir milletin oldu. Evet, yanlış okumadınız, Cumhuriyetle birlikte devletin sahibi Türk Milleti oldu.

Devlet öyleydi de “vatan” kimindi? Vatan toprağı da bütünüyle bir ailenin mülküydü. İmparatorluk sınırları içinde var olan toprak parçaları “padişahın mülkü” diye anılır ve tüm kayıtlara öyle geçerdi, bireye ait mülk olmazdı, ancak saltanatın izin verdiği kadar “tımar” sistemi içine alınan belli zümrelere kullanım hakkı verilirdi. Cumhuriyetle birlikte “vatan toprağı” milletin malı oldu. Kişisel boyutta mülkiyet oluştu, bireyin malı-mülkü oldu...

Osmanlı tebaası ümmetti, henüz “millet” değildi. Halk, yani herkes padişahın “kulu” sayılırdı; bu toplumu “millet” yapmak, padişahın “kulu” olan halkı “yurttaş” yapmak, “birey” yapmak Cumhuriyetle mümkün oldu... İşte Cumhuriyetle değişen, yeni anlam yüklenen ifadeler...

Atatürk’ü ve Cumhuriyeti iyi anlamak için önceki sistemi iyi bilmek gerekir. Cumhuriyetin Osmanlıdan devraldığı maddi ve manevi miras iyi anlaşılmalı ve anlatılmalıdır. Anlatılmalıdır ki gelecekteki nesillere iyi bir miras bırakıldığı anlaşılsın.

Osmanlıdan Cumhuriyete kalan mirasın ne olduğu iyi anlatılmadığı takdirde, gelecek için kurgulanan devlet ve millet yönetimleri yanlış hedefe yönelebilir, yönetimler zora girerler. O takdirde de devlet idaresinde bulunacak olanlar da bizleri iyilikle yâd etmez...

O zaman görev kime düşüyor? Cumhuriyet devrimlerini, onların gerekçelerini doğru anlatmak için görev kimin?

Eğer Cumhuriyet devrimlerinin gerekçeleri doğru anlatılmazsa, düşmanı daha da çoğalır..! Bunu anlatacak olan da öncelikli olarak gençliğin ailesi, gittiği okulu, okuduğu basın-yayını, kısaca medya olacaktır... Hiç başka sorumlu aranmamalıdır...

**

Osmanlıdan kalan maddi miras!

Osmanlıdan Cumhuriyete kalan maddi ve manevi miraslar hem ayrı hem de iç içe değerler olarak algılanmalıdır. Her yönüyle büyük fakat o kadar da ağır bir miras devraldı Cumhuriyet. Maddi borca batık bir miras kaldı Cumhuriyete...

Anadolu’nun ne yer üstü ne de yeraltı zenginlikleri Türk milletine aitti. Örneğin Anadolu’da 4 bin km demiryolu vardı, fakat bunun bir metresi dahi bizim değildi. İşletmeleri yabancıların elindeydi. Kazançları da yabancılarındı. Harcamalarıyla nam salmış padişahlara para yetiştirmek için sürekli borçlanmıştı devlet... Borçları ödeme vadesinde olmayınca, yabancıların borçları ödemeyince gelsin kapitülasyonlar dendi ve geldi... Toprak satışları başladı... Maden ocakları hisselerle yabancılara devredildi... Arkeolojik kazıların tüm değerleri yabancılara “bedelsiz” verildi... Tüm bunlar devletin müsrifliklerini karşılamak içindi... Anlaşılacağı üzere “el kesesinden hovardalık” örneği yaşanmıştı...

Sonuçta, Osmanlı Devletinden çok yüklü bir borç kaldı Cumhuriyete... Teknoloji zaten yok, hiç gelişmemiş... Böyle bir mirası devralan Cumhuriyet ne yapmalıydı? Çıldırması gerekiyordu normal şartlarda, ama çıldırmadı... Osmanlıdan böylece sosyal bilimcilere de epey bir iş kalmıştı... Ne psikoloji ne de sosyoloji kuralları geçerliydi Türk toplumunda...

**

Anadolu’da halkın sadece %7 si kadarı eski Türkçe harflerle okur-yazar durumundaydı. Bu oran iyimser varsayımla verilen bir oran. Çünkü bu oranın yarısı okur, fakat yazar durumda değildi. Böylesine felaket bir manzara vardı Anadolu’da... Bunların bir kısmı okur olabilir fakat yazar olduğu şüpheliydi, çünkü o eski yazı ile hem okuyup hem de yazmak pek mümkün değildi. Toplumun yarısını oluşturan kadınlarda okur-yazar oranı ise sadece binde 4 tu (%0.4), yani neredeyse sıfır...

**

Dünyada 17.yy, bilimin doruğa çıktığı bir zafer yüzyılıdır. Aydınlanma ve sanayileşme çağlarının ardı ardına sürdüğü bir dönemdir. Batıda müthiş keşifler yapılırken Osmanlı coğrafyasında elle tutulur bir gelişme, ilerleme görülmüyordu... Batılılar bizdeki medrese niteliğindeki okullarını üniversiteye çevirdiler; müspet bilimler dediğimiz matematik, fizik, kimya, biyoloji ve astronomiye önem verdiler. Tüm fen bilimlerinde hızlı değişim ve ilerlemeler oldu. Batılı insan, doğayı araştırırken biz medreselerde bu saydığımız müspet (pozitif) bilimleri kapının dışına koyduk; ders programlarından çıkardık. İşte ondan sonra da gerileme başladı, çöküntüye doğru hızla yol aldık...

(Devam edecek)

www.r-demir.com

Yayın Tarihi
27.10.2010
Bu makale 7321 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!