Batsın her gün yine doğudan yeniden doğacaktır.
Bu da doğanın değişmeyen kanunudur.
İnsanların doğasında ise değişkenlik ve kompleks vardır.
Hele bu kompleks liderlik yönetimlerinde bazen zalimliğe dönüşür.
İşte bu çok tehlikeli bir oyundur.
Ortadoğu da ki yaşanan Arap baharı, yıllar süren liderlik cuntalarının sonucunda doğmuş ezilen halk harekatıdır.
Pekala bugüne kadar binlerce ölen insanın günahı ne?
Ülkelerini yaşanmaz hale getirenler kim?
İşte bugün de hepsinin sonu ortada.
Bu değişimde sıra Türkiye’ye mi geldi?
Öylemi sanılıyor.
Bir Kürt sorunudur sürekli pompalanıyor, sürekli kaşınıyor.
Bu kadar pervasızca, konuşan Kürt milletvekilleri hala daha anlamadı mı?
Onlara sormak lazım, Kürt toplumunun yüzde kaçını temsil ediyorsunuz.
Bu toprakların şehit kanları ile yoğrulduğunu artık öğrenmediniz mi?
Bu toprakların mayasının insan, sabrının ise tahriklere gelmez olduğunu çoktan anlamaları lazım artık.
DEVEYE SORMUŞLAR……..
“Boynun neden eğri? Deve de nerem doğru ki ?” demiş.
İşte çerçeve de ki Antalya.
Ne kültürel mirasına sahip çıkmış, ne de yaşayan insan harmonisine.
Boş bir gündemle günübirlik yaşayan bir kent olmuş sürüklenip gidiyor.
Kirli havası, çarpık imar yapısı, karmaşa kent trafiği, a sosyal yaşantısı ile ömür törpüsü olmuş Antalya.
Her gün insan hayatından bir şeyler koparıyor.
Kışın ölü toprağı serpilmiş, yazın ise kuru kalabalık. Göç alan kent halkın yanına eklenen gelir düzeyi düşük yabancı turisti ile çöp üretip kaldırım taşları çiğnenerek deforme olan Likya mirası Antalya.
Bazen Atatürk, ilk defa ileriyi görememiş yanılmış diyorum içimden.
Ama sonra yine düşündükçe hak veriyorum o güzel insana.
Ne bilsin Koca Mustafa Kemal paşa, Antalya’nın havasının suyunun, dağının taşının hoyratça kirletileceğini, harcanacağını, abuk sabuk bir yapılaşma ile betonlaşacağını.
Bilse hiç der mi idi.
“Antalya hiç şüphesiz ki Dünya’nın en güzel kenti “ diye.