BİLİMSEL DÜŞÜNCE

Çanakkale Savaşlarıyla İlgili Menkıbeler İnandırıcı mı?

(Zaferin 97. yılı dolayısıyla hatıra kaynaklı anlatımlar ve yorumlar)
Seyit Ali Onbaşı Hikâyesi...
Yıl 1914...
Emperyalizmin kan kusan canavarları Osmanlıyı paylaşmak için dokuz cepheden saldırıda... Bu cephelerden biri de Çanakkale cephesidir.
Çanakkale’de emperyalist güçler önce deniz yoluyla boğazı geçmek isterler; var güçleriyle yüklenirler Türk mukavemet gücüne; bomba üstüne bomba yağdırırlar...
Bu nedenle Çanakkale Savaşlarında iki aşamalı savaş vardır; “Deniz Savaşları” ve “Kara Savaşları” olmak üzere... Tam anlamıyla amansız saldırıya karşı direnme vardır. Saldıranlar Batılı emperyalistler, direnenler vatanını savunan Türk Milleti ve onun evlatları...
Deniz savaşları sırasında Gelibolu’nun en stratejik bölgesi olan “Seddü’l-Bahir” tepeleri ve “Morto Koyu” denizden bomba yağmuruna tutulur; savaş gemileri buna göre pozisyon almışlardı. Sürekli bombardıman altına alınır; bu saldırı karşısında Türk mukavemet gücü giderek etkisizleşir, bataryaları tahrip olur, cephaneleri azalır... Her geçen saatte durum aleyhlerine işler...
Vatan savunmasında olan bu kahramanların sığınacakları tek güç vardır; Yaratan Tanrıya... Varlıklarını ve sağ kalış mücadeleye devam etmeleri için kendilerini Tanrının koruyuculuğuna bırakırlar... Kanlarının son damlası damarlarını terk edinceye kadar vatan için, hürriyet içi düşmanlıklara çekilmiş setleri yıkıp kutsal makam olan şehitlik mertebesine ulaşmayı arzu edercesine savaşırlar, direnirler... Tatlı canı kurtarmak için kaçmak ya da teslim olmak akıllarından asla geçmez; son gayretleriyle direnmeye ve düşmanla savaşmaya devam ederler...
İtilaf donanmasından atılan bir bomba, Morto Koyu sırtlarındaki Türk tabyalarında düşmana direnen mukavemet gücüne ait bir topçu birliğimizi imha eder. Topçu birliğin kurtulan üç kişi olur; Yüzbaşı Hilmi Bey, Seyit Ali ve arkadaşı Niğdeli Ali...
Her taraf kan gölüne döner... Toplar ve cephane çok zarar görür... Bu manzara karşısında Seyit Onbaşı adeta deliye döner; yüreğinin derinliklerinde duyduğu acıyı yazı ya da sözle ifade edemez... Tam bu sırada Seyit Ali ile dünyada eşi rastlanmayacak bir olayı gerçekleştirir... Duyduğu acı yüreğinde öylesine büyür ki, ona metanet telkin ederek ne yapacağına aniden karar verir... Acıları, duyguları resmen olağan dışı bir ruh sağlığıyla ilgilidir.
Örneğin normalde üç kişinin zor taşıdığı 257 okkalık top mermisi bombayı tek başına kaldırır ve topun namlusuna sürer... Böyle bir durum karşısında ne denilebilir ki?
**
İlginç olan durum ise çok daha farklı idi; sanki namluya sürülen bu mermi “tembih almış” gibi gideceği yeri de biliyordu! Mermi hedefine ulaşır; İngiliz donanmasına ait savaş zırhlısı “Queen Elizabeth” geminin bacasından içeri girer ve zırhlı ikiye ayrılarak batar...
Bu sıra dışı bir olaydı... Bunu her boyutuyla gençlere anlatılması gerekiyordu; biz de burada bunu aktarmaya çalıştık... Seyit Ali Onbaşı, tek başına kaldırdığı 257 okkalık bir mermiyi top namlusuna sürmesi, akıllara durgunluk verecek bir olay olduğu muhakkak; ama bu bir gerçek... Bu bir menkıbedir; Mehmet İhsan Genişcan eserinde konuyu şöyle aktarıyor: “Ne hikmetse bataryada tek top ayakta kalmıştı fakat onun da vinci kırılmış olduğundan mermiler namluya sürülemiyordu. Yüzbaşı Hilmi Bey, etrafından birilerinden yardım alabilmek düşüncesiyle bataryadan uzaklaştığı sırada Niğdeli Ali ile Koca Seyit ümitsiz ve perişan ne yapacaklarını düşünüyorlardı. ‘Ulu ve Yüce Allahtan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur’ duası Seyit’in ağzından nar tanesi gibi dökülmeye başladı. Seyit Ali bu duayı defalarca okudu. Bu yakarış şüphesiz ki hiç kimseninkine benzemiyordu. Aşk ile kendinden geçmesi ve 257 okkalık top mermisini kucaklayıp omzuna alması bir oldu. Demir basamakları tam üç kez inip çıktı. (NOT: Neden üç kez inip çıktığı anlaşılamadı...) Yanında bulunan Niğdeli Ali, Seyit’in göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtısını duyuyor, hayret ve dehşet içinde kalıyordu. Topun namlusuna sürülen üçüncü mermi (Not: Neden üçüncü mermi? Top üç ayrı mermi ile mi ateşleniyor? Üç kez merdiveni inip çıkması üç ayrı mermiyi namluya sürmek için mi?) savaşın kaderini böylece değiştiren olayı yaratmış ve İngilizlere ait “Ocean” isimli zırhlı, bu merminin isabetiyle korkunç yara almıştır. (NOT: Bir başka hatırada batan zırhlının “Queen Elizabeth” olduğu ifade edilir???). Aynı gün geç saatlerde Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa, ödül olarak Seyit’e onbaşılık rütbesini verdi. Merminin bir defa daha kendi huzurunda kaldırmasını istedi. Bunun üzerine Seyit Onbaşı, Cevat Paşa’ya şu cevabı verdi; “Ben bu mermileri kaldırırken gönlüm Allah’ın feyziyle doldu. Ancak bu kuvvetin sırrı o anda bana Allah’ın ihsan ettiği bir vergi idi. Bu ağırlığı kaldıracak kadar bir makama varmışsam bu dua ve rıza ile olmuştur. Ancak şimdi kaldırmam mümkün değildir kumandanım.”
**
Bulutun Koruması
Menkıbelerde ifade bulan bir başka mucizevî yardımın bir İngiliz alayının bulutlar içinde kayboluşu hakkındadır. Çanakkale Savaşlarına bir de, “manevi” güç kazandırmak için gerçekliliği tam anlaşılamayan bazı hikâyeler anlatılır.
Bunlardan birisi de Conkbayırında kara savaşlarının en şiddetli geçtiği sıralarda olduğu iddia edilen anlatımlardır. İşte anlatımın hikâyesi şöyle: Hikâyeye göre savaş halindeki 57. tümen her gün çamaşır değiştirir; kirlilerini yıkar çalılara asar, ertesi gün için kurumuş çamaşırları tekrar giyerler... (NOT-İrdeleme: Bu hikâyenin bu kısmı biraz değil çok fazla abartılı olduğunu tahmin etmek güç değildir. Çünkü koca bir tümenin çamaşırlarını düşünün, her gün yıkanıp çalılara asılacak... Bunun için çok fazla su ve kapsamlı çamaşırhaneye ihtiyaç vardır. 1914 şartlarında cephe gerisinin sıfır mesafe olduğu Gelibolu kara savaşları sırasında bu kadar çamaşırın yıkanıp her gün değiştirilmesini iddia etmek mantıklı bir söylem değildir. RD) .Bu hareketin sebebi ise eğer şehit olurlarsa Allah’a temiz kıyafetlerle varmaktır. (NOT-İrdeleme: Tanrının şehitler için “sakın onlara ölü demeyin onlar şehittir” ifadesinde vatan için savaşan insanın çamaşırının ne kadar temiz ya da değil varsayımına bakılamayacak kadar tolerans sahibi Tanrının bu ifadesi, manevi yönü güçlü bir ordunun bu çamaşır hikâyesine çok rağbet edeceğini sanmadığımı belirtmeliyim.) Savaşa başlamadan önce namazlarını kılar ve dualarını yaparlar... (NOT-İrdeleme: Bu olağan bir durumdur. Abartı sezilmemektedir.) Maneviyatı kuvvetli bu insanlar Conkbayırı’nda düşman tarafından kıstırıldıkları anda gökten “beyaz-gri bir bulut kümesi” 57.tümenin üzerine iner ve bulut yok olduğunda düşman askerleri ne olup bittiğini anlayamazlar. Zira ortada tek bir Türk askeri bile kalmaz. Gemiden bu olayı seyreden İngiliz Amirali Hamilton daha sonra anılarında bu olayı anlatır. (NOT-İrdeleme: Hikâyenin Hamilton cephesine göre bulut İngiliz askerlerini alıp götürmüş. Hikâyenin “korumacılık” bağlamındaki espri ise Türk askerlerinin “korunduğu” noktasında düğümlenmesidir. Burada şu soru geliyor akla; gri bulutça korunanlar İngilizler mi Türkler mi?)
**
İngiliz Amirali Hamilton’un anlatımı; “O gün Kraliyet Alayı taze kuvvetlerle bu saldırıda görev aldı. Sağ cenahta yer alan bu alay, daha az mukavemetle karşılaştığı için hızla ilerlemeye başlamıştı. Alay, Azmak Deresinin kuru yatağını geçmiş, Kayacık Ağrılı mevkiinden Damakçı Bayırına doğru yürüyordu. Karşılarında küçük bir tepe vardı. Tepenin üzerinde garip, soluk renkte bir bulut durmaktaydı. Alay, sol taraftaki ağıl dereye inmeden tepeye doğru ilerledi ve bulutun içine girip kayboldular. Yani alanda askerlerin Mestan Tepeden şaşkın bakışları arasında 7-8 değişik bulutla daha birleşerek Trakya istikametine doğru uçup gittiler. Orada bulunan 267 İngiliz askerinin hiç birinin izine bir daha rastlanmamıştır” (NOT- İrdeleme: Burada da İngiliz askerleri ölümden kurtarılmış…)
**
Sonuç
Manevi yönü yüksek olan orduların savaşlarda karşılaştıkları bazı olaylar “olağanüstü” olaylar olarak hafızalara yerleşir. Bunların bir kısmı “metafizik” boyutta olabileceği gibi, bir kısmı nakiller yoluyla yakıştırmalardır. İnsanlar irdelemek ve düşünmek yerine “tıpatıp” inanmak suretiyle işçin kolay yolunu seçerler. Menkıbelerin bir kısmı “doğruluk” damgalı olduğu kadar bir kısmının da “yakıştırma” olma ihtimali yüksek olabiliyor. Okuyucu aklını da kullanarak neye inanacağına aklıyla karar vermelidir. Adı üzerinde; “menkıbe”…

Yayın Tarihi
22.03.2012
Bu makale 11553 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Sayın Hocam, Öncelikle sayğılarımı sunuyorum. Evet! Özellikle Çanamkale Savaşıyla ilgili pek çok asılsız öyküler anlatılır. Bunlardan birini de 18 Mart 2012 günü Anamurda dinledik.Anlatan "YAZAR " olarak tanıtılan Vakkasoğlu adında birisiydi. Uzun Konuşmasının önemli bir bölümü şuydu: "..Dikkat edilirse Çanakkale zaferi Türk Milletinin olmayan deniz kuvvetleri ile kazandığı bir deniz zaferidir. Çünkü bu zafer imanın zaferidir. 17 Mart saat 17 00' da Cevat Paşa siperdeki askerlerin durumunu son kez kontrol ettikten sonra cephedeki derme çatma makamında uyuya dalar. Çünkü günlerdir uykusuzdur. O sırada Peygamber Efendimizi bir elini denize çevirerek nurlar yağdığını gösterir. Aslında bu bir rüya değildir. Çünkü Peygamber Efendimiz "beni her kim rüyasında bile görse, gerçekten görmüş gibidir" diyor. Bu rüyanın üzerine cephede rüya tabirinden anlayan bir asker getirir ve rüyayı yorumlamasını ister. Asker Bunun zafer anlamına geldiğini söyler ve ebced hesabına göre 26 rakamını tespit eder. vs. vs. vs. .... Sayın hocam geresini yazmayayım. Ne söylediğini bilirsiniz ve okurlar da bilirler. Bir kere Cevat Paşa cephede değil, başkomutanla karargahtadır. 27.Alay Mustafa Kemal'in komutanlık yaptığı 19 Tümein bir Alayıdır ve Mustafa Kemal Cephededir. Uykusuz olan da Cevat Paşa değil Mustafa Kemal'dir. Ama "zibidilerdir bu dinciler ve kendilerine gazeteci ya da yazar diyen affedersiniz bu söylemi kullanacağım-zibidilerdir.

Güngör Türkeli 25.03.2012

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!