BİLİMSEL DÜŞÜNCE

Ağalık Açılımı (Feodalitenin Yıkılması)

Bir İnceleme...

 

 

Türkiye’nin gündemini bir aydan beri meşgul eden yegâne konu, önce “Kürt Açılımı”, sonra da “Demokratik Açılım” olarak değiştirilen konu meşgul ediyor. Bu arada “Ermeni Açılımı” bile gölgede kaldı.

 

“Açılım” paketi siyasi iktidarın önderliğinde yürütülüyor; onun “yalakaları” ve dahi “yandaş” medya da teşvik ediyor. Şakşakçılar arasında Güneydoğu Anadolu Bölgemizin sosyolojik yapısını inceleyen ya da bilen çok az insan olmasına rağmen, siyasi iktidarı da yanlış bir hedefe yöneltmiş durumdalar.

 

Kökleri çok eski ve derinde olan bölgenin sosyolojik problemlerini kapsayan “feodalizm” ve “aşiret” yapısının, “aidiyet” kimlikle izah etme gafletini göstermek isteyenler yanlış yoldadır. Bu gidişat, Ülkemizin bölünmesine zemin hazırlamak demektir. Bunu söyleyenlere “özgüven eksikliği” ile suçlayan başbakana şunu hatırlatmakta yarar vardır; Osmanlı Devleti dünyanın en “özgüven” sahibi olan devletti. Akıbetini hatırlatmaya gerek var mı?

 

**

 

İç ve dış destekli tüm bu siyasi faaliyetlerin ana hedefi, “Kürt” devletini kurmak / kurdurmaktır. İcat edilen “Kürt Sorunu” terimi, yazılan senaryonun ve uygulanan plân ve stratejinin bir gereği olarak ortaya atılmış, şişirilmiş bir balondur. Bunu öne sürerek, toplumu ayrıştırmak ana amaçtır. Onun için “Kürt” devleti fikrini, en aktif şekilde savunanlar, Türkiye’deki “aydın” geçinen “naylon Türk” kimliklilerdir.

 

Eskiden beri bu proje, AB taşeronlu (destekli) fakat okyanus ötesi merkezlerin direksiyonunda yürütülmekteydi. Önceleri bu ülkede laikleri, “modernist”leri destekleyen ABD, şimdilerde değişen şartlara göre, toplumlarda oluşan ve gelişen dinamikleri dikkate alarak, “İslam” öncelikli destekler uygulamaktadır.

 

Buna gerektiğinde “ılımlı İslam”, “liberal İslam” tanımlarını öne çıkararak, oluşması muhtemel tepkileri yumuşatma stratejisini uygulamaktadır. Bunun, bazı cemaatlerin liderliğinde yaygınlaşan ve giderek devlet kadrolarına egemen olan, son derece disiplinli örgütler aracılığıyla yapılması tesadüfî değildir.

 

Düşünen her akil insan şunu artık görmelidir: Ulus devlet şablonuna itiraz eden ve kendini Türk hissetmeyen, fakat “Türk” isimler taşıyan kendini azınlık sayan, “eksantrik aydınlar” türedi. Bunların bir kısmı 1915lerden kalma “kripto” Ermeni artıklarıdır.

 

Devleti dövmek marifet sayılıyor; devletimizi, geçmişimizi suçlamak adeta moda oldu. Devletinin ve milletinin aleyhine çalışan bu kadar “hain” ancak Türkiye’de bulunuyor. Bir başka ülkede bu kadar “azgın” haini bulmak mümkün değildir.

 

**

Şark Meselesi...

 

Dünya’yı idare eden süper güç ABD, artık komşumuzdur. Irak işgalinden sonra orda kendine bir “uydu” devlet oluşturmaktadır. Enerji ve su kaynaklarının yoğun olduğu Ortadoğu’da Türkiye’nin güçlü ve etkin olmasını, kendi kontrolünden çıkmasını asla istemez. Bu ABD menfaatlerinin gereğidir.

 

Türkiye’nin sürekli enerjisini harcayacağı bir sorunla uğraşmasını ister. Nitekim Kuzey Irak’ta ABD’nin bize komşu olması, PKK ve “Peşmergeleri” doğrudan veya direkt olarak destekleme politikası bunu açıkça göstermektedir. Kuzey Iraktaki Kerkük-Musul petrol kaynaklarını kontrol edecek ve koruyacak bir “kukla devlet” oluşturmaktadır. Diğer bir ifade ile Ortadoğu’ya egemen olmak için İsrail yetmiyor, Kuzey Irakta “ikinci bir İsrail” yaratmaya çalışıyor.

 

Bu bağlamda olaya bakıldığında AB ve ABD nin neden Kürtleri desteklediği anlaşılabilir. Önce Kuzey Irak Kürtleri uyandırıldı, federe yapıya uyduruldu. Orada resmen ilan edilmemiş fakat gerçekte “bağımsız” gibi hareket eden “Kürdistan” oluşturuldu. Sıra Türkiye’deki “Kürt” vatandaşları harekete geçirmeye geldi.

 

Yıllardır terörle yapılan eylemlerin artık “siyasi” kimlikle yapılması için plânlar yapıldı, stratejiler uygulamaya konuldu. İşte ortaya atılan “Kürt Sorunu” onun arkasında pompalanan “açılım-saçılım-kaçınım” projeleri bu stratejinin gerekleri ve sonuçlarıdır.

 

Son derece büyük iddialarla ortaya çıkılan “açılım” senaryoları, Batının 19. yüzyıldan beri Türkiye’ye uyguladığı Şark Meselesi (“Question d’Orient”) nin yeni bir biçimidir. Tarihte yaptığı emperyal saldırılarla bir türlü yok edemediği “Türk” varlığını içten kemirerek sömürmek istiyor Batı...

 

Bugün Türkiye’ye giydirilmeye çalışılan “açılım” gömleği, tarihten gelen “Şark Meselesi” politikasının bir devamıdır. Kısaca, siyasi iradenin millete “masumane duygularla” sunduğu “Kürt Sorunu”, aslında, PKK sorunudur, “Kürtlükle” ilgisi yoktur. Bunu da böyle sunmasını sağlayan Batılı emperyal güçlerdir. “Kürt” vatandaşları içine alan bir sorun yaratılmak isteniyor.

 

Türk milletinin “Kürt” kökenli vatandaşlarla hiçbir sorunu olmadı, onların da olmadı, sorun bölücü, ayrılıkçı, yıkıcı örgüt ve onu destekleyenlerdir. Şehit cenazeleri ardında “kahrolsun Kürtler” denmedi 30 yıldan bugüne kadar, hep “kahrolsun PKK” dendi. Türk milletinin olayı nasıl algıladığı açıkça bu sloganlarda saklıdır. Son gayretlerle vatandaşa bunun tersini yaptırmak istiyorlar.

 

Tarihte Türk milletini zorla kabul ettirilen “Sevr” paçavrasının artıkları olan kavramın aslı dünün “Şark Meselesi”dir. Bunun böyle anlaşılması gerekir.

 

Feodal Yapının Teşviki

 

Araştırıcılara göre Osmanlı Devletinde toplum yapısının bozulması ekonomi ile yakından ilgilidir. Osmanlı Toplumu toprağa bağlı çiftçi bir toplumdu. Ne zaman ki “toprak düzeni” bozulmaya başlandıysa Osmanlı toplumu da bozuldu. (Detaylı bilgi için bakınız: Prof. Dr. Ömer Lütfü Barkan ve Prof. Dr. Halil Cin araştırmalarına).

 

Kabul etmek gerekir ki Anadolu’daki feodal yapı son derece disiplinli ve sert kurallarla yönetilir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da hâlâ süre giden “aşiret,” “şeyhlik” ve “ağalık” sistemi, kendi başına buyruktu. Bölgedeki feodal sistemin öncüleri, ancak, 15.yy da Yavuz Sultan Selim’in Doğu seferinden sonra saraya biat edebildiler. Ondan önce aşiretler için, “kendi başlarına buyruk” anlamına gelen bir nevi özgürlük vardı. Devlete bağlılıkları bu dönemden sonra olmuştur.

 

Feodal yapıya yönelik radikal eylem sayılabilecek ilk Osmanlı yönetim hareketleri, 19’uncu yüzyıl başında görüldü. Örneğin “Baban”, “Behdinan”, “Soran”, “Bohtan” adındaki “Kürt derebeyliklerinin” baskı altına alınmasına, hatta yok edilme noktasına gelinmesine rağmen devamı getirilmemiştir. Çünkü Osmanlı idaresi de feodal düzenin devamında yarar görmüştür.

 

Bu bağlamda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaygın olan “aşiret” ve “şeyhlik” sistemine çok fazla dokunulmamıştır. Zira devletin işine de öyle geliyordu.

 

Cahil kitlelerle uğraşmaktansa, “egemen güç” olan birkaç kişi-aile ile diyalog kurarak, onlara hükmetmek, idare etmek daha kolaydı. Bu sistem yüzyıllarca devam etti. Bölgedeki bu egemen “feodalizm” öylesine güçlendi ki bölgesel isyanlar için adeta bir zemin oluşturdu.

 

Kurtuluş savaşı sırasında da feodal yapının sözü yine geçerliydi. Şeyhin ya da ağanın istediği kişiler askere gidiyordu, istemediklerini gerektiğinde kendine “destek” yedek kuvvet olarak organize edebiliyordu. Atatürk bunun farkındaydı, fakat dönemin zor şartları ve oluşturmaya çalıştığı ulus devletin muhatap olduğu güçlükleri bir tarafa bırakıp bu konuya bir türlü eğilemedi. Cumhuriyet dönemi yıllarında da durum yine değişmedi. Atatürk bu tehlikenin farkındaydı ve çözüm arıyordu.

 

Çıkış yolu olarak ağalık sistemine karşı halkın “toprak sahibi” yapılmasından geçtiğini biliyordu. Bu nedenle her TBMM açılışında toprak reformunun öneminden bahsederdi. Nitekim 1 Kasım 1936’da yaptığı meclis açış konuşmada, “toprak reform” yasasının çıkarılmamasından rahatsızlık duyduğunu milletvekillerine sertçe söylemekten geri durmadı. Her ne kadar sürekli “Topraksız köylü kalmamalıdır” telkinlerinde bulunduysa da, kafasındaki “toprak reformunu” yapmaya ömrü yetmedi.

 

Toprak ağalığının en yaygın olduğu yöreler Güneydoğu Anadolu ile Ege Bölgeleriydi. Örneğin Diyarbakır yöresinde hâlâ izleri süren “cizrelioğulları”, “cemiloğulları” “kepoğulları”, “resuloğulları”, “budakoğulları”, “şirvanoğulları” gibi örnekler...

 

Bugün DTP başında bulunan Ahmet Türk, eski bakan Kamuran İnan ve Kinyas Kartal de bu ağalık sistemini somut temsilcilerindendir. Septioğlu ailesi ise “şeyhlik” sistemine iyi bir örnektir.

 

Ege Bölgesinde de öne çıkan Adnan Menderes ve Celal Bayar da Güneydoğu feodalizminden kısmen farklı geçinen toprak ağarlına örnekti.

 

Atatürk’ün vefatından sonra toprak reformu işleri İnönü’ye kalmıştı. İnönü de aynı toprak reformundan yanaydı. İkinci Dünya Savaşı şartlarının hüküm sürdüğü yokluk ve kıtlık nedeniyle bu denli toplumsal içerikli kanunları meclisten değil ki geçirmek gündeme getirmek bile büyük meseleydi.

 

Savaştan sonra ancak “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nu” gündeme getirildi. Bu kez, zamanın iktidar partisi CHP nin içinden direnç gördü. Bu direncin öncüleri de, toprak ağaları olan Adnan Menderes, Celâl Bayar ve Doğu kökenli bazı milletvekilleri idi.

 

Bunların önderliğinde bir grup milletvekili CHP’den ayrılarak Demokrat Partiyi (DP) kurdular. Böylece feodalizmden yana tavır alan bir siyasi parti doğmuş oldu.

 

Demokrat Partinin iktidarı boyunca da “feodalizm” itibar gördü. İlgili bölge ve yörelerde “ağa” ve “şeyhler” milletvekili olarak TBMM’ye geldiler.

 

DP yetkilileri, Güneydoğuda egemen olan ağalık ve şeyhlik sistemini, yine ağa ve şeyleri mebus yaparak çözeceklerini sandılar.

Büyük bir gaflet...

 

Nitekim DP yetkilileri, 1925 teki “Kürt” isyanının lideri Şeyh Sait'e bağlı oy potansiyelini kazanmak için girişimlerde bulundu. Örneğin Şeyh Sait’in torunlarından Abdülmelik Fırat’ı milletvekili adayı göstermek istedi. Fakat şeyh torununun yaşı tutmuyordu. Ona da çare bulundu; önce mahkeme kararıyla yaşı büyütüldü, ardından askerlikten muaf tutulmak için Meclis'ten özel bir kanun çıkartıldı. Böylece Abdülmelik Fırat’ın milletvekili olarak DP’den meclise girmesi sağlandı.

**

 

Toprak ve Tarım Reformun Akıbeti...

 

Görüldüğü üzere “feodalizm” istedikten sonra her zorluğa çare vardı. Güneydoğuda ve Doğunun bazı vilayetlerinde egemen güç olan feodal yapının etkisizleştirilmesinin tek yolu olarak görülen “toprak reformu” 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesinden sonra yine gündeme getirildi. İhtilâlin kudretli albayı Alparslan Türkeş bu konuya çok önem veriyordu. Onun önerdiği sistem “toprak ve tarım reformu” olarak isimlendirildi.

 

İhtilal hükümeti, Atatürk çizgisinde ilerlemeyi amaçladı. İlk iş olarak feodal sistemin temsilcileri olan ve genelde aynı zamanda toprak ağası, şeyh olan 485 “Kürt” ileri geleni bir araya topladı. Bir bakıma ağa ve şeyhlerden oluşan bir toplantı...

 

Günler süren bu toplantının yeri, Cumhuriyetin temellerinin atıldığı yer olan Sivas seçildi. Burada adeta “ağalar ve şeyhler kampı” kuruldu. İhtilalin genç ve keskin subayları onlara toprak reformunun “faziletlerini” anlattılar. Biraz da tehdit kokan, fakat son derece siyaseten hatalı söylem olan “Ağalık, şeyhlik düzeninin ortadan kaldırılacağı” ifade edildi. Tabii ki yine dirençle karşılaşıldı...

 

1960 ihtilali hükümetleri, özellikle başbakanlık müsteşarı Alparslan Türkeş Bey’in önderliğindeki bir heyet, konuyla yakından ilgilendiler. Farklı zamanlarda, “toprak reformu” veya “tarım reformu” isimleriyle yasa tasarıları hazırlandı. Ve nihayet Toprak ve Tarım Reformu Kanunu” 19.7.1973 tarihinde kabul edilerek yasalaştı.

 

Feodal sisteme karşı çare olarak görülen “Toprak Reformu” ile ilgili somut çalışmalar, bugün otuz beş yaş ve altı hiçbir gencin hatırlayamadığı (yaşamadığı) “Milliyetçi Cephe Hükümeti” döneminde, Milliyetçi Hareket Partisinin gayretleri ile gerçekleştirildi.

 

Nitekim ilk toprak dağıtımı da zamanın Başbakan Yardımcısı Alparslan Türkeş’in de katılımıyla 24 Haziran 1975 günü Urfa’da yapıldı.

 

Devletin arşivlerinden alınan bilgilere göre, iki yıl içinde yani 1977 yılına kadar Urfa’da mülkiyetinin tamamı ağaların (derebeylerin) egemenliğinde olan 697 köyün 329’unda kamulaştırma yapıldı ve 1.616.000 dönüm arazi kamulaştırıldı.

 

Devlet, ağalık sistemi kuvvetlensin (!) diye de zamanın parasıyla 430.756.410 Lira kamulaştırma bedeli ödedi...

 

Yine devletin resmi kayıtlarına göre 47 köyde 1.128 aileye 231.000 dönüm, yaklaşık aile başına 190 dönüm, toprak dağıtıldı...

Peki, sonra ne oldu?

Ağanın etkisinden kurtulduğunu sanan köylünün bir kısmı, belki de çoğunluğu, devletin para verdiği toprağı işleyemeyerek yine ağaya satması bir gerçek oldu. Bu kaçınılmaz bir sonuçtu. Çünkü tarım aletleri olmayan fukara köylü toprağı nasıl ve neyle işleyecekti ki?

Sonuçta yine ağaya muhtaç duruma geldi. Üstelik kendine kinlenilerek!

 

Reform Karşıtları Devrede...

 

Büyük törenler ve umutlarla topraksız köylüye dağıtılan topraklara sevinen çok insan da oldu. Ancak bu reformun karşıtları da yerinde durmuyorlardı. Feodal sistemden yana olanlar, 9 Kasım 1976’da toprak ve tarım reform kanunu hakkında Anayasa Mahkemesinde iptal davası açtılar. Davayı açan parti, Ferruh Bozbeyli’nın genel başkanı olduğu “Demokratik Parti” idi. Anayasa Mahkemesi, Toprak Reformu Kanununu şekil yönünden iptal etti. Yeni yasanın çıkarılması için bir yıl süre tanıdı. Tanınan süre içinde yeni bir yasa çıkarılmadığından “Toprak ve Tarım Reformu Kanunu” Anayasa Mahkemesi tarafından fiilen iptal edilmiş oldu. Böylece topraksız köylüye toprak dağıtma uygulaması sadece Urfa ili ile sınırlı kaldı.

 

**

Bugün 2009 yılının ikinci yarınsını yaşıyoruz. Türkiye’nin gündemini işgal eden konu yine feodalizmin egemen olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun bazı kentlerinde hüküm süren ağaların, şeyhlerin “isyan” hareketlerini konuşuyoruz.

 

Görüldüğü üzere tarih tekerrür diyor. 1930larda başlayan toprak reformu fikri bir türlü tam anlamıyla hayata geçirilememiştir. Çünkü feodal sistem yıkılmamıştır. Dün durum ne idiyse bugün de aynı noktadayız. Atatürk’ten Türkeş’e uzanan Türk Milliyetçisi kadrolar her ne kadar “feodalizme” karşı çıkmış olsalar da sonucu değiştirememişlerdir. Bu gerçeği itiraf etmeliyiz.

 

Feodalitenin egemen güç olarak bugüne kadar sürmesinin temelleri Osmanlı’dan kalmadır. Çünkü bu sistemin devamını isteyen siyasi örgütler devlet idaresinde etkin rol oynamışlardır. “Hürriyet ve İtilâf Fırkası”nın kalıntıları süreç boyunca farklı kimliklerle ortaya çıkmış ve hep egemen siyasi güç olmuşlardır.

 

İşte birinci TBMM’deki Atatürk muhaliflerinin oluşturduğu Demokrat Parti, onun devamı olan Adalet Partisi, derken aynı zihniyetin farklı versiyonu Doğru Yol Partisi, hiç birine benzemediğini söyleyip herkese benzeyen Anavatan Partisi ve tüm siyasi örgütlere parmak ısırtırcasına her türlü toplumsal hassasiyeti politik araç olarak kullanan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) uzanan “eyyamcı” zihniyet, hiçbir dönemde değişmemiştir. Amaçları ve ana hedefleri sadece feodalizmin liderleri olan toprak ağaları ve şeyhlerini mebus yapmak suretiyle feodaliteye sus payı verilmiş, onların tabanlarındaki oy uğruna feodaliteyi desteklemişlerdir.

 

Teröre Destek Kaynakları

 

Eskide, feodal yapının egemen olduğu bazı Doğu ve Güneydoğu illerimizde, ağalar ve şeyhlere ait onlarca köy ve binlerce dönüm arazi vardır. Bu arazilerde genellikle tarım yapılır. Bu köylerde yaşayan halk, sorgusuz sualsiz ağaya “maraba” ya da şeyhe bağlı “tebaa” olarak çalışırlar. Ağanın verdiği ile yetinmek mecburiyetindedirler. Maraba baba-annenin en az yarım düzine çocuğu vardır ve bunlar da ağanın marabalarıdırlar. Ağa isterse çocuklar okula gider istemezse tarlada ömür tüketir. Hele bu durum kız çocuklar için hiç değişmez. Bugün bu ne kadar değişmiş, tartışma konusudur!

 

Teröre insan kaynağıyla verilen destek, aslında ağalığa, şeyliğe isyan olarak ortaya çıkmıştır, başlangıçta... Çünkü ağaya ait köylerde insanlar ağaların “marabası”, “ırgatı”, şeyhlerin de “tebaası” olarak karın tokluğuna çalışırlar. Gençlik çağında evleneceği kızı ya da erkeği seçme hürriyeti bile olmayan bu gençler, kişilik bulanımı içindedirler ve “kişilik arayışına” girerler.

 

Maraba çocuğu olarak kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bu kimliksiz gençlerin kapısını terör örgütü çalar. Hayal edemeyeceği vaatler yapar. Önce aidiyet fikri aşılanır, sonra dağ yolu açılır.

 

Kimliksizliğin verdiği ruhsal karmaşalardan kurtulmanın sevincini yaşar; örgüt tarafından işlenen beyin yıkama sürecinde gurur okşayıcı söylemler ona cesaret verir, kendini kahraman olarak hisseder. Dağ kadrosuna dahil olan bu mutsuz gençler “devlete düşman” olarak yetiştirilir.

 

Sonra ellerine silah ve patlayıcı verilir. Suça itilir, ondan sonra örgütten kurtulma şansı azdır. Ya çatışmada ya da örgütsel infazda can verir. Örgütün lider kadrosuna yükselmesi çok kolay bir olay değildir. Çünkü o kadrolar, emperyal güçler tarafından özenle seçilen, yabancılara “uşaklık” yapma onursuzluğunu gösteren kişiler olup, kendilerine kurdukları “terör saltanatı” tahtını başkasıyla paylaşmak istemezler.

 

İşte dağ eşkıyasına insani kaynaklık yapan etkenlerin başında bu ağalık ve şeyhlik faktörü gelir. Bunun iyi anlaşılması gerekir.

 

**

Yeni modeliyle de feodalizm terörün kaynağıdır. Çünkü teknolojinin getirdiği imkânlar nedeniyle artık “maraba” olanlar da uyanmaya başladı. Eskide olduğu gibi ağalara artık “kayıtsız-şartsız” karın tokluğuna çalışmak ve marabalık yapmak yerine, yine ağanın, aşiret reisinin, şeyhin desteğinde terör kamuflajıyla uyuşturucu, silah, kadın ticareti yaparak büyük rakamlar kazanmaları güç değil; büyük servetlerin kazanıldığı bir yeni sistem oluşmuştur.

 

Meşhur laftır; “bir kilo toz, bir otobüs” güneydoğuda yaygındır. Gelin olacak genç kızın başlık parasının miktarı, gelinin “eroin imalat ustası olup olmadığına” bağlı olarak değişmektedir. Eğer gelin eroin imal etmesini biliyorsa başlık parası “trilyondan” başlar... Hesabını ona göre yapıyor feodal yapının içindekiler ve dışındakiler...

 

Feodalizmin Kırılması Mümkün mü?

 

Dağa çıkmanın kısmen engellenmesinin yolu, bölgede egemen güç olan feodal yapının kırılmasıdır. Bunun çok yönlü olarak ablukaya alınması gerekir. Aşiret geleneğinin aslında aidiyetten çok kültürel ve örf-adet geleneğinden kaynaklandığı gerçeğinin unutulmaması gerekir.

 

Bu anlayışın zayıflaması belki de yozlaştırılması, yeni kuşakların farklı düşünmeleriyle sağlanabilir. Bunun için yeni neslin farklı bölge koşullarında, görgü ve geniş imkânlarla desteklenmiş eğitim programına tabi tutulmasıyla mümkün olabilir. Ağalık geleneğinin deşifre edilmesi bir yöntem olabilir. Temelde var olan feodal yapıyı dağıtmak veya zayıflatmak için devletin mutlaka radikal eylemler yapması şarttır. Bu eylemlerin başında ekonomik rantın damarlarını kesmek, yollarını tıkamak olabilir...

 

Şeyhlik etkeni için ise, en zor önlem alınacak faktördür. Çünkü bölge halkı, feodal yapıya karşı gelmemesi için bilinçli olarak “cahil” bırakıldığı için, en “korktuğu” öğe dindir. Yarım yamalak dini bilgileri “molla” ya da “şeyh” geçinen kişilerden alırlar. Onlar da ağalık sisteminin bir başka formu olarak halkı sömürürler. Çünkü halk, dini telkinlerle “ahiret” için suçlu olmamak için telkin edilen “şeyh”in söylemlerine körü körüne inanır.

 

Çözüm Önerisi

 

Feodal yapının olmadığı bir Güneydoğu bölgemizdeki insanlarımız ağanın ve şeyhin etki alanından kurtulmuş olacaktır. Bölge halkı devlete şükran borçlu olacak, gerçek anlamda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olacak, buna inanacak ve güvenecektir. Aşiret reisliği, ağalık, şeyhlik yolunda olanların önü devlet tıkamalı, karşısındakilere yine devlet destek olmalıdır.

 

Kişiliğini bulma çağına gelmiş gençlere öncelik tanınarak kişiliğini bulacak, özgürlüğünü yaşayacak, istediğini alacak, istediği yerde yaşayıp kazanacak imkânlar, şanslar tanınmalıdır. Ağanın ırgatı, şeyhin müridi olmayacak. Aidiyet duygularını zaten yaşayacak, bölücülük, mikro-milliyetçilik söylemlere fazla itibar etmeyecektir. Böylece halk arasında örgüt zoruyla yayılmaya çalışılan “Siyasi Kürtçülük” propagandaları bugünkü gibi etkili olmayacaktır. Genelde manevi duygu yoğunluğu yüksek olan Güneydoğu ve Doğu insanının kazanılması ve bölücülere “yem” olmaması için “Kürtçülüğü” savunan örgütün özellikle “Marksist” olduğu vurgulanmalıdır.

 

Feodalizmin hüküm sürdüğü bölgede yapılacak ekonomik ve sosyal reformlar asla yeterli değildir, çok fazla yararlı da olmaz. Neyi açarsanız açınız, hiçbir anlamı olmayacaktır; bu feodal sistem devam edecekse mutlaka terör örgütüne insan kaynağı ve lojistik destek de olacaktır.

 

Siyasi iradeye önerimiz, ismini değiştirdiği “açılım” paketine feodalizmin yok edilmesini hedefleri arasına alırsa, vatandaşın desteğini alabilir. Milletin çoğunluğu tarafından “yıkıcı açılım” olarak algılanan bu girişimden vaz geçilmesi gerektiğini, feodal yapıya savaş açmasının daha doğru yöntem olacağı, bu ülkenin sorumlu bir aydını olarak yazmak benim görevimdir. Bu sesimi duyan olur, duymayan olur; fakat gerçeği hiç kimse değiştiremez ve yok sayamaz.

 

5.9.2009-Antalya

 

 

Yayın Tarihi
13.10.2009
Bu makale 2949 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!