“Bir gün, yapmayı isteyip de yapmadığın şeyler için zamanın kalmadığını fark edeceksin.” (Paulo Coelho)
“Gençler, ihtiyarların aptal olduğunu sanırlar ama ihtiyarlar, gençlerin aptal olduğunu bilirler.” (George Chapman)
“Gençlik, ilkbahar gibidir. Yaşlılık ise kışa benzer, öyle bir kış ki, arkasından bahar gelmez.” (Firdevsi)
Yaşlıları hatırlamak ve onlara saygılarımızı sunmak için 365 günün içinde 18-24 Mart tarihlerini seçmişler ve adını Yaşlılara Saygı Haftası koymuşlar. Yaşlı sözcüğü, ihtiyar’ın pabucunu yıllar önce dama attı. Kocamışlık ayıp sayılır oldu. Ülkeyi idare edenlerin yaşına bakılırsa, “ihtiyar” sözcüğünden neden uzak durulduğunu anlayabiliriz.
Yöneticiler, Yaşlılara Saygı Haftası etkinliği olarak mutlaka huzurevlerini ziyaret ederek, yaşlılarla sohbet ederler. Bu etkinlik her ilde gerçekleştirilir. Yaşlı, saygı ve yaşlılara saygı haftası kelimeleri neden hep huzurevlerini anımsatır? Yaşlılara Saygı Haftası kutlamaları denilince neden herkesin aklına huzurevinde yaşam sürenler gelir? Ziyaretler ve kutlamalar neden huzurevinde veya huzurevi sakinlerinin katılımıyla gerçekleştirilir? Huzurevleri dışındaki yaşlılar niye kimsenin aklına gelmez?
Farsça bir kelime olan ve sözlükte “suç” anlamına gelen günah, dini bir kavramdır. İslam inancında günahtan arınmanın yolu, Hristiyanlıktaki gibi değildir. Tövbe öncelikli olmak üzere bazı ritüeller vardır. Günahın bir din adamına itirafı yoktur. Tövbe ile her günahtan arınmak da söz konusu değildir.
Hristiyanlık inancına göre, günahtan arınmanın yolu itiraftır. Kişinin günahlarından pişmanlık duyup, bir pedere itirafta bulunmasına “günah çıkarma” denir. Böylece günah işleyen kişinin günahları bağışlanmış olur.
Yaşlıların huzurevi ile anımsanması bana günah kabinlerine girip, itirafta bulunmak ve Allah’tan bağışlanma beklemeyi çağrıştırmaktadır. Yöneticilerin huzurevi ziyaretlerini bir nevi vicdan arıtma ve hafifleme seansı olarak görürüm.
Huzurevlerinde kalan yaşlıların sayısı o kadar azdır ki, yaşlıları temsil için bir örnek oluşturmaktan bile uzaktır. Türkiye, giderek yaşlanan bir ülke haline gelirken, yaşlılar için özel hazırlıklar yapılmadığı aşikardır. Yaşlılar için neler yapılmış, hangi sorunlarının çözümü için merkezler oluşturulmuş, hangi mekanlar yaşlılara tahsis edilmiş? Huzurevlerinin dışındaki milyonlarca yaşlının durumundan haberdar mıyız?
Arapça bir sözcük olan “ihtiyar”, “seçmek, seçim, seçkin kimse” demektir. İhtiyar, deneyimleri doğrultusunda doğruyu ve yanlışı, hayrı ve şerri seçebilen olgun ve hayırlı kimsedir. Hayata bakışları, deneyimleri dikkate alındığında böyle olmaları murat edilen büyüklerdir.
Mekke’nin fethedildiği gündü. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ve ashabı yıllar önce zorla çıkarıldıkları yurtlarına dönmüşlerdi. Müminler sevinçle birbirine sarılıyor, böyle bir günü lütfettiği için Allah’a şükrediyorlardı. Resûl-i Ekrem’in hicret arkadaşı ve dostu Hz. Ebûbekir ise şehre girer girmez doğruca babasının yanına gitmişti. İslam’ı kabul etmesini çok arzu ettiği babasını alıp Resûlüllah’ın huzuruna getirdi. Allah Resûlü, yaşlılıktan saçı sakalı ağarmış, gözleri görmeyen Ebû Kuhâfe’yi karşısında görünce her zamanki mütevazı, zarif ve hürmetkâr hali ile şöyle buyurdu: “Bu ihtiyarı evinde bıraksaydın da biz ona gitseydik olmaz mıydı."
Herkes gençlere akıl vermekte yarışıyor, herkes gözünü gençliğe dikmiş… Dün de böyleydi, bugün de böyle. Şimdilerde bir Z kuşağı lafı tutturuldu, her yere tuzaklar kuruldu. Hedef, Z kuşağını kafeslemek…
Memleketi yöneten büyüklerim, hocalarım, yazar abilerim, yaşam koçlarım, danışmanlarım, psikologlarım! Bırakın gençlerin yakasını! Gençlerin nasihate, akla, öneriye ihtiyaçları yok. Sizlere ihtiyacı olanlar, yakasını bir araya getirmeyi çoktan unutmuş ihtiyarlar. Tutabilirseniz, onların yakalarından tutun. Tutun ki bir hayrınız dokunsun.
Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in klasikleşmiş eseri ‘Gençlerle Başbaşa’yı kaç kez okuduğumu bile hatırlamıyorum. El kitabımdı, her sayfada her cümlesinin altını çize çize okuduğum bir kaynaktı. Başgil, kitabı için, “Geleceğin ümidi olan gençleri, bunalımdan, iradesiz ve cesaretsiz yaşamaktan kurtaracak olan bu kitap; başarılı olmanın sırlarını göstermektedir.” demiş.
İhtiyarlar için böyle bir kitaba gerek yok mu? İhtiyarlara yönelik yazılıp söylenen şeyler hep sağlıkla ilgili. Tansiyon, kolesterol, şeker, vitamin vb. konular. Hepsi aynı kalemden çıkma, ilaç şirketlerinin kârlarına kâr katması için hazırlanmış broşürler veya ürün reklamları gibi… Bir de bunların ikiz kardeşleri var. Onların önerileri de şunları yiyin, şunlardan uzak durun, şu kadar yürüyün, şu tahlilleri unutmayın, şu hareketleri yapın…
Ölmeden önce yapılması gerekenler listelerini yazıp moral bozmayım. O listeleri kim. hangi imkanlarla yapacaksa...En az yarım asırlık dünya tecrübesi olan insanlara yol gösterme sahteciliği altında kapitalizmin sağlık ve turizm avcılığı…
İhtiyarlarla Başbaşa adlı bir kitap olsa okunur mu? İhtiyarlar böyle bir kitabı el kitabı kabul eder mi? İlahiyatçı hocalarımız “Kur’an var, başka kitap arayışı beyhude çabadır” diyerek, işin kolayına kaçmayı tercih edebilir. İhtiyarlığın El Kitabı’nı bir uzman ekip hazırlayabilir. Uzman ekipte gençlerin ağırlıklı olması bana göre daha yararlıdır.
En az 60’ına kadar gece gündüz çalışıp ev geçindirmek için didinen, başını sokacağı bir ev sahibi olabilmek için yıllarca para biriktirmeye veya borç ödemeye mahkum olan, emekli olunca da kıt kanaat geçinmeye çalışan, üstüne üstlük sağlık sorunlarıyla baş etmekte zorlanan bir yaş dönemine ihtiyarlık diyoruz. Nerde kelimenin gerçek anlamı: Seçmek, seçim, seçkin kimse…
Yaşadığınız şehirde yaşlıların konforlu zaman geçirmeleri için hangi mekanlar vardır diye bir düşünün. Camilerimiz de olmasa, erkek ihtiyarlarımızın evden adım atmayacağına kanaat getirirsiniz. İhtiyarlarına hizmet vermeyen bir sistem, ihtiyarlarına hürmet eder mi? Gerontoloji üzerine yazılarını okuyup hayranı olduğum, Türkiye’nin yüz akı hocalarından Prof. Dr. İsmail Tufan’ın şu tespitlerine dikkat!
“Yaşlılar toplumda görünür değildir. Onların gönüllü temsilcisi yoktur ve onlar kendi kendilerini temsil edecek organize bir yaşlılık da toplumumuzda gelişmemiştir. Yaşlılar, nadasa bırakılan tarlayı andırır. Bunu ne zaman sürüp ekeceğiz? Ne zaman meyvelerini toplayıp lezzetini tadacağız?
Bunların cevabı yaşlı insanı nasıl tasavvur ettiğimize bağlıdır ve tasavvurlarımızı değiştirmemiz şarttır. Gerontoloji böyle buyuruyor, haberimiz yoktu demeyin…”
Tasavvurlarımızdan değiştirmemiz gereken ilk ilk şey, yaşlı ve saygı denilince huzurevlerinin aklımıza gelmemesidir. Oraları her vakit denetim ve kontrol altındadır. Her yönetici, huzurevlerine istediği zaman gidebilir. Üstelik böylesi daha iyi olur. Huzurevi ziyaretlerini Yaşlılara Saygı Haftası’na bağlamayı çift kusurlu hareket olarak görüyorum.
Yaşlıları hayatın coşkusundan uzaklaştırmak, toplumdan dışlamak, onları mutsuzluğa ve yalnızlığa sürükler. Halbuki saygı gören, hali hatırı sorulan, fikrine danışılan bir yaşlı, kendisini huzurlu ve güvende hisseder. Yalnızlığın ve terk edilmişliğin sebep olacağı sıkıntı ve bunalımlardan kurtulur.
Evlerinde yalnızlık çeken binlerce yaşlımız var. Şehirlerde sokağa çıkamayan, bir parkta oturamayan yaşlılarımız var. Büyük camilerimizin etrafında, büyük bölümü yaşlı olan cemaatin, gün ışığı alıp sohbet edeceği banklardan bile mahrum olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı?
Yaşlılarla muhatap olan iki büyük kurum var, sağlık teşkilatı ve Diyanet. İhtiyarlarla ilgili ne tür hizmetler veriyorlar, ihtiyarlara yönelik hizmet altyapısı oluşturulması için ne gibi önerileri var ve ne tür dosyalar hazırlamışlar? Bazı aklı evvellerin söylediği gibi, “Haydi ihtiyar, gençliğini nerede harcamışsan git oraya” mı diyelim!
Günün Sözü: Çocukların çocuğu olduk. Çocuklarımızın çocukları olacak.
Not: Makalenin başlığı Cormac McCarthy’in aynı ismi taşıyan romanından sinemaya uyarlanmış 2007 yapımı, Coen kardeşlerin yönetmenliğini yaptığı “İhtiyarlara Yer Yok” filminden alınmıştır.