Kimin işi daha zor: Seçmenin mi, adayın mı?
Çocukluğumda bir ip cambazının gösterisini izlemiştim. On yaşlarındaydım. Dört, beş arkadaş, boş arsaya gitmiştik. Bir hareketlilik dikkatimizi çekti. İki adam arsanın bir ucuna, 40-50 metre mesafeyle, iki direk dikti. Terleri kurumadan iki direğin arasına urgan veya halat benzeri ip çekti.
Çalışmaları meraklı gözlerle izledik. Sonra arsa kalabalıklaştı. Her yaştan birileri geldi. Kısa boylu, zayıf, Ayhan Işık bıyıklı, 45-50 yaşlarında bir adam, elinde uzun bir sopayla direğin yanında durdu.
Ayhan Işık bıyıklı adam, halatı gerenlerden birine sopayı teslim etti, direğe tırmandı. Sonra ayağının ucuyla ipe bastı, ağırlığını vererek, kendini ve ipi salladı. Seyir için toplanmış kalabalıktan yüzlerce belermiş göz, ipin gerginliğini kontrol eden adama döndü.
Adam, ip üstünde durdu, dengede kalma egzersizleri yaptı; Bir ayağını öne atıp hafifçe yaylandı sonra geriye alıp aynı hareketi tekrarladı. İpe oturdu, sırığı istedi.
İpin üstünde yürüyen, ipte oturan birini ilk kez görüyordum. Cambaz, ip cambazı sözcüklerini duymuştum. Cambazı dikkatle izliyor, yaptığı cambazlıktan gözlerimi alamıyordum.
Cambaz, kendisine uzatılan sırığı aldıktan sonra ayağa kalktı, ipin üstünde yürümeye başladı. İki üç adımda bir, sağa veya sola yalpalıyor, yalpaladıkça seyircilerin uğultusu artıyor, gözler daha çok beleriyordu. İp cambazı elindeki sırıkla dengesini sağlayarak, ha düştü, ha düşecek endişesi taşıyan seyircilerin alkışlarıyla karşıya kadar yürüdü.
İp cambazı az soluklandıktan sonra geldiği yöne doğru dönüp yürüyüşünü hızlandırdı. İpin ortasında durdu, seyircileri selamladı. Bu sırada yaylanma hareketini de unutmadı. İki direğin arasında gitti geldi, düşecekmiş gibi yaparak yüreğimizi ağzımıza getirdi. Elindeki sırığı yeniden aşağıya sarkıttı. Artık dengesini sağlayacak sırığı yoktu, iki cılız kol, o işi sağlayacaktı.
Numaraları aynıydı; ipte yaylanıyor, ayağını ipe basamamış gibi boşluğa uzatıyor veya ipe oturup yeniden ayağa kalkıp yürüyordu. Amuda kalkacak değildi ya. Her hareketine hayret nidaları eşlik ediyordu.
Gösteri 15 dakika kadar sürdü. Ama yaşadığımız heyecan sanki birkaç saatlikti. Seyir sırasında kalabalıktan işitilen sözcük, “düştü, düşecek, karşıya geçemeyecek” şeklinde olumsuzluk içeren cümlelerdi.
Cambaz, biz izlerken ipten düşmedi. Başka yerde düşüp öldüyse de duymadım. Direkleri dikip halatı bağlayan adamlardan biri, kalabalığın arasında gezinerek, cambaz için para topladı. Gösteri karşılığında kim ne kadar verdiyse o kadarını aldı. Zoraki ödeyeceksin dayatması olmadı. Benim ve arkadaşlarımın verecek parası yoktu. Yıllar var ki, cambaza borçlu olduğum duygusundan kurtulamadım.
Kalabalık yavaş yavaş arsadan ayrılırken, bir bölümü, onca heyecanı yaşamamış gibi lakırtıya başladı:,
-İp yüksekte değildi.
-Düşse kafası bile yarılmazdı.
-Ayakkabısını gördün mü? Ben giysem ben de ipte yürürüm.
-Mesafe kısaydı.
-Doğru dürüst göremedik.
-Çabuk bitti.
-Cambazlığı yaptı, parayı kaptı.
O günden sonra salıncak iplerini ağaç gövdesine bağlayıp, cambazlık yapmaya çalıştık. İki üç adım atıyor ve düşüyorduk. İpte yürüyemediğimizin sebebini de çözmüştük (!) Cambazın ipi özeldi, ayakkabısı farklıydı... Daha neler neler uydurmuştuk. Bir hafta bile olmadan hevesimiz geçti, cambazı da cambazlığı da unuttuk.
Gerçekte unutmamışım, her seçim döneminde hatırlarım. Merakla toplanıp heyecanlanan o kalabalığın, bir adamın emeğini, hünerini takdir etmek yerine, yaptığı işi küçümsemesi, marifetinde hile hurda araması aklımdan çıkmadı.
Seçim dönemlerinde adaylar bana o gün izlediğim ve cesaretine, çabasına hayran kaldığım cambazı hatırlatır. Adayların seçim çalışmalarını ve seçmenlerle buluşmalarını ip cambazının 15 dakikalık gösterisinin günlerce sürmesi gibi görür, seçmenleri de, ipte yürümeyi küçümseyen o günkü seyircilere benzetirim.
Adayların işi biz seçmenlerden zor. Hem de çok zor. Kolay mı her gün ölüp ölüp dirilmek, seçmene şirin gözükmek. Gece gündüz dur durak bilmemek. Seçilip seçilememe endişesiyle yaşamak. Kılı kırk yarmak, lafının nereye gideceğini ölçüp tartmak. Parti görevlileriyle uyum sağlamaya çalışmak.
Bizim işimizden kolayı var mı? Kullanacağımız bir oy. Oyu da kendimiz hazırlamayacağız, elimize tutuşturacaklar. Oy pusulasından, fikrimize ve gönlümüze yakın, gözümüze kestirdiğimiz bir adaya ve bir partiye mührü basıp yönümüzü seçeceğiz, tercihimizi yapacağız.
Kendimizi kimseye borçlu hissetmek yok. Şirin gözükme, gerekçe gösterme ve lâf anlatma derdi de yok. Pusulamızın yönünü de bizden başka kimse bilmeyecek.
Biz seçmenler, adayların özüne, sözüne, yüzüne bakacağız. Elektrik alış verişi yapacağız. Kafamıza göre olup olmadığı hakkında hüküm vereceğiz. Meşrebine, adamlığına, partisine, samimiyetine dikkat edeceğiz. Ulu orta konuşacağız, belki eleştiri sınırını aşacağız. Elimizdeki kulpları kime istersek, sormadan, izin almadan o adaya takıp takıştıracağız. Ailesini, çoluk çocuğunu, gelmişini, geçmişini, giydiği ceketi, sürdüğü kremi, losyonu, pabucunun boyasını, saçının rengini, kelini, göbeğini, maaşını dilimize dolayacağız.
Okey masamıza oturacak mı, omuzumuza elini koyacak mı, kırk yıllık ahbap gibi senli benli konuşacak mı, yüzüne üflenen sigara dumanından rahatsızlık duyacak mı, çayımızı içecek mi, her sözümüzde espri bulup gülecek mi? Taziyede, hayırlı işlerde arayıp soracak mı? Zorlu sınav maratonundan çıkabilecek mi?
Çarşıda hangi esnafta daha uzun süre kaldı, hangi kuruluşu, derneği, cemiyeti, huzurevini, camiyi, pazar yerini, mahalle kahvesini, taksi durağını, esnaf derneklerini ziyaret etti, kaç ihtiyarın elini öptü, kaç kişinin elini sıktı, kimlerle kucaklaştı, telefonuna kaç yeni numara kaydetti, bunların çetelesi tutulacak.
Soyu, sopu, namazı, tespihi, geçmişte hangi partiye gönül verdiği, ilkokulda kimin defterini karaladığı, hangi arkadaşından kopya çekerek sınıflarını geçtiği, çorbayı nasıl içtiği, pilavı nasıl kaşıkladığı, hangi müziği dinlediği, düğünde oynayıp oynamadığı, hasta ziyaretini sevip sevmediği bir bir gündeme gelecek. Kimi eski defterlerini açtık diyecek, kimi okuduğu kitapları saymaya kalkacak.
Milletvekili adayı, seçim gününe kadar hedef tahtasının ortasında asılı kalacak. Hakkında söylenenlerin çoğunu duymayacak, bazısına kulak tıkayacak. Milletvekili adayı, bunlardan fırsat kalırsa her şeyin özeli, her şeyin güzeli ve her şeyin ilkinin kendinde olduğuna inanacak, bizleri de inandırmak için gayret edecek. Yorulacak, uykusuz kalacak, sesi kısılacak. Bitmedi, bitmez; her seçmenin kendince önüne koyduğu samimiyet adlı engeli atlamak, bir sonraki bariyerin önünde sırasını beklemek her adayın harcı değil.
Bir de seçmenlere bakalım, o cephede durumlar nasıl?
Cumhur İttifakı seçmeni iseniz hızlı tren, asgari ücret, emekli maaşı, EYT, dış güçler, kumpaslar, yollar, köprüler, teşvikler, İHA, SİHA, TOGG, doğalgaz, petrol, bor, beka, illet, zillet, seccade, Ayasofya sözcükleriyle istediğiniz yere uçacaksınız. “Türkiye Yüzyılı, Durmak Yok Yola Devam” yakıtı nasılsa bedava. Doldur doldur, istediğin kadar uç, dilediğin yere kon.
Cumhur İttifakı’nın dışında kalan seçmenlerden iseniz, “Soğanın kilosu 30 liraya çıktı”, “Çiftçi öldü, hayvancılık bitti, ormanlar yağmalandı” diyebilirsiniz. “Liyakat, rüşvet, sansür, hani adalet” mumlarını yakıp başkalarını da aydınlatmaya koşabilirsiniz. Göçmenleri kovmak için planlar hazırlayabilirsiniz. İsraf, saray, uçaklar, çifte maaşlar, 5’li çete, rüşvet, adam kayırma diye diye yol alırsınız. Deprem bölgesine yapılacak evlerin üç günde bitirilemediğinden bile dem vurabilirsiniz.
İster Cumhur, ister Millet, ister Emek ve Özgürlük İttifakı’na gönül vermiş olun, gördüğünüz, duyduğunuz, kızdığınız, sıkıldığınız her gerekçeyi karşı olduğunuz ittifakların saflarında yer almış milletvekili adaylarına postalayabilirsiniz. Atış serbest. Herkes suçlu, biz masum…
Beş uzun yılın hesabının sağlamasının yapılacağı yer seçim sandığı olacak. 14 Mayıs’a kadar çok lâf duyacağız, adayları göreceğiz, onları dinleyeceğiz. Dersine çalışan seçmenin de, hazırlıksız gelen seçmenin de oyu aynı sandığa girecek.
Aday taşlamakla seçim kazanılmaz. Adayın, hangi siyasi görüşten olursa olsun, şahsiyeti, haysiyeti, onuru, ailesi var. Sahip olduğumuz bir oyu, namluya sürülmüş kurşun sanıp bu değerleri vurmaya kalkmayalım. Bu değerler, bir milyar seçmenin bir milyar oyundan daha kıymetlidir.
Partilerin programından, beyannamelerinden habersiz seçmenin aklı fikri adayda olur. “Oyum kıymetli” diyen seçmen, milletvekili taşlamak yerine partilerin hangi safta olduğunu öğrensin. En azından oy vereceği partinin öz geçmişini okusun, vaatlerini öğrensin.
Batılılar ip cambazını “Ha geçti ha geçecek” diye izlerken, Doğulular “Ha düştü ha düşecek” diye izlermiş. Batı dünyası ile farklarımızdan biri de buymuş.
Siz, ha geçti ha geçecek diye dua edenlerden olun. Ha düştü ha düşecek demekle kimsenin ayağını kaydıramazsınız. Tarafı olduğunuz partinin adayına destek verin. Bırakın, başka adayların paçasına yapışıp onları ipten düşürmek için uğraşmayı. Kendi adayınıza yardımcı olun, daha az yorulursunuz. Kazanırsanız sevince, kaybederseniz üzüntüye ortak olma hakkınız doğar.
Başlıktaki sorunun yanıtını bir daha düşünün. Kimin işi daha zor: Seçmenin mi, adayın mı?
Cambazı seyretmek başka, “cambaza bak cambaza” diyene kulak verirken tokatlanmak başka