Tabiatın bir döngüsü var, saati hiç şaşmıyor. Deprem oldu diye ilkbahar gelişini geciktirmedi. Ağaçlar ve türlü bitkiler yine çiçek açtı, kırlar yeşil halılarını serdi. Dağlar güneşin altında ışıl ışıl parıldamaya başladı. Zirvelerdeki kar tabakası adeta bulutlarla beyaz yarışı yapıyor.
Başkanlığını İbrahim Gökdemir’in yaptığı Kültür Sanat Muhabirleri Derneği’nin daveti üzerine, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle gerçekleştirilen “Medya, Kültür Sanat ve Turizm Buluşmaları” için deprem bölgesine gittim. Ankara’dan yola çıktık. Aksaray, Adana güzergâhını kullandık. D-750 ve Otoyol 52’den ilk durağımız olan Gaziantep’e ulaştık.
Yollarda en çok konteyner yüklü tırlar vardı. Aynı güzergâhta seyreden diğer araçların büyük bölümü de deprem bölgesine malzeme taşıyanlardı. Mola yerlerinde de malzeme yüklü araçlar gördüm. Birkaç noktada yük treni geçti. Upuzun vagonlarda yine konteynerlar yüklüydü.
Seferberlik Hali
Bu hareketlilik, deprem bölgesinde yaraların sarılmasına yönelik seferberliğin devam ettiğinin göstergesi. Böyle yorumladım. Gaziantep girişinde bu durum daha belirgin hale geliyor. İyi ki devletimiz var, devletimizin imkânları var, hayırsever halkımız var. Bunlar olmasa 6 Şubat depremlerinin açtığı derin yaralar nasıl sağaltılacak?
İnsan denen meçhul, duygularını denetleyip, acılarını gizleyebiliyor. Bu durum, canlılar içinde sadece bize özgü. İnsan denen meçhul, denetlediği duygularını ve gizlediği acılarını ne yazık ki silip temizleme aşamasına henüz geçemedi. Acı, hüzün ve her ne ise yüreklerde derin izler bırakan keskin bıçak, enkaz gibi bir kenara atılmıyor ki.
Tabiat Bahara Uyanmış
Otobüsle saatler süren uzun yolculuğumda sadece yoldaki araçlar değildi gördüğüm. Çukurova’nın bereketli topraklarında diz boyuna ulaşmış ekinleri, çiçek açmış meyve ağaçlarını, dağlara, ovalara yayılan baharın renk cümbüşünü de gördüm. Kimi yerler koyu yeşil, kimi yerler uçuk yeşile kesmiş; ekinler boylanmış. Yeni sürülmüş boz, kızıl veya kara topraklardan buharlar çıkıyordu. Otlar cinslerine göre sarı veya mor renkli çiçeklerle bezeliydi. Baharın nazlı gelini papatyalar bir âlemdi. Tabiat bahara uyanmıştı.
Tabiat, depremden habersiz. O döngüsünün gereğini yapıyor. Her 50-100 kilometrede farklı bir hava karşıladı bizi. İlkbahar çok yüzlü, çok renkli bir mevsim. Beyaz, gri, siyah bulutlar, koyu lacivert, masmavi bir gökyüzü, parıl parıl bir hava, sis, pus, kırağı, rüzgâr, yağmur, kar ve daha ne cilveler yaptı bize.
Tabiata bakmaya doyamayanlardanım. Onun halden hale geçişine hayranım. Onun sonsuz döngüsü karşısında elimden gelen sadece seyretmek. Ben seyrettikçe o güzelliklerini daha çok açık ediyor.
Harabata Bak, Tahribatı Gör
Deprem bölgesine girişte ilkin yıkıntıları taşıyan kamyonlar karşıladı. Yüzlerce, binlerce kamyon. Enkazdan ne yüklenmişse onları götürüyor. Birçok vadi, taşlık arazi yıkıntılara ayrılmış. Kamyonlar yüklerini buralara boşaltıyor. Yol boyunca yıkılmış, hasar görmüş binalar... “Harabata bak, tahribatı gör” sözünün kanıtı adeta. Her enkaz beraberinde neler götürüyor, kim bilir?
Bir depremzede 6 Şubat’taki ikinci depremi anlatırken, “denizler dalgalanır diye bilirdik. Meğer yer kabuğu da dalgalanırmış. Dalganın kayalara vurup geri dönmesi gibi, toprak da dalgalandı. Öne arkaya hamle yaptı, ‘S’ çizerek bir metre kadar havalandı. Evler, araçlar, ağaçlar, yeryüzünde her ne varsa, çöp gibi dalganın ritmiyle gidip geldi, inip çıktı. Vuracağı kaya yoktu, kayaya ihtiyaç da yoktu. Binalar yıkıldı, çöktü, yer yarıldı. Geriye bu yıkım kaldı.” dedi.
Dünyada her ne varsa sonu enkazmış. Deprem enkaza dönüştürme süresini birkaç saniyeye sığdırmış. Depremin ilk anını anlatanların ifadelerinden çıkardığım ana fikir budur.
Bir Varmış Bir Yokmuş
Depremle sarsılan şehirlere ilişkin sözcükleri yazmamı isteseler aklıma ilk hüzün, ölüm, gözyaşı, göç, yıkım, enkaz, endişe, toz, toprak, beton, plastik, çamur, çer, çöp, kar, yağmur, koku ve ses sözcükleri gelir. Gördüklerimi tek cümle ile anlatmak istesem “Bir varmış bir yokmuş” derim.
Ne dökülürse yere dökülür. Kan, gözyaşı, hüzün, anı, defter, kitap, kılık, kıyafet, enkaz, eşya yığınları görülür de insandan toprağa düşen görülmez. Enkazın özgül ağırlığı olmalı; çünkü içinde uzuv, kan, gözyaşı ve anılar var.
Düzeleceğine inanmaz isek yaşamak bize zehir olur. Umut bizi yaşatır. Umutlu olmak için öyle çok emare var ki! İnşallah devam edeceğiz.