Şiir Yazan Şairlere (!) Virgül Dersi
Yahya Kemal, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin büyük isimlerinden. Üsküp’te doğdu. Sorbonne Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünden mezun oldu. Darüşşafaka Lisesi’nde Tarih ve Edebiyat öğretmenliği yaptı. Urfa, Yozgat, Tekirdağ ve İstanbul milletvekili olarak dört dönem TBMM’de bulundu. Varşova, Lizbon, Madrid ve Karaçi’de elçi ve büyükelçi olarak görev yaptı. Emekli olduktan sonra İzmir, Bursa, Kayseri, Malatya, Adana, Mersin ve çevresi ile Atina, Kahire, Beyrut, Şam ve Trablusşam’ı gezdi. Ömrünün son yıllarını İstanbul’da Park Otel’de geçirdi.
Sessiz Gemi, Endülüs’te Raks, Rindlerin Akşamı, Rindlerin Ölümü, Süleymaniye’de Bayram Namazı, Akıncılar, Hazan Bahçeleri, Vuslat, Aziz İstanbul, Eylül Sonu, Siste Söyleniş, Geçmiş Yaz, Özleyen en çok bilinen şiirlerinden bazıları.
73 yıllık ömrü dolu dolu geçti. Sağlığında şiir, nesir, hatıra ve binlerce sayfalık edebi yazılarını kitaplaştırmadı. 13 kitaptan oluşan külliyatı ölümünden sonra bastırıldı.
Her yazdığını kitaplaştırma sevdasına düşen ve kendini yazar, şair, hikayeci olarak tanıtanlarla karşılaşınca rahmetli Yahya Kemal’i ve onun bir soruya verdiği yanıtı hatırlarım.
Yahya Kemal'e: "Üstad bugün ne yaptınız?" diye sorarlar. O da, "Bir şiir üzerinde çalıştım" der. "Bari bitirebildiniz mi" denince şu cevabı verir: "Hayır, sabahleyin bir virgül koymuştum. Akşamüstü beğenmedim, virgülü sildim."
Boşuna mı Oruç Tutuyoruz!
Konya’da düzenlenen Şeb-î Arûs törenlerinin gediklisi, İstanbul Cerrahî Âsitanesi'nin postnişîni, mutasavvıf, musikişinas Ömer Tuğrul İnançer’i pek celalli bulurdum. Hep kızgın, gergin, öfkeli zannederdim. Bende bıraktığı izlenim böyleydi.
Bekir Fuat, kalemini kır çiçeklerine benzettiğim, severek okuduğum bir yazar. Onun yazıları kokusu farklı, rengi farklı, gözlerden ırak kır çiçeğidir. Rahmetli İnançer’le bir anısını yazmış. O celalli adam meğer inceliğin dibini bulan, taşı gediğine koyan esprili biriymiş. Sözü, Bekir Fuat’a bırakalım:
“Ömer Tuğrul İnançer'le iftar ettim. Baş başayız. İftar sonrası aklımda sigara var. Fakat karşımda Tuğrul İnançer, mürşit. Ne diyeceğim, nasıl olacak bilemedim. Biraz çekinerek "Hocam bir sigara" gibi bir şey ağzımdan çıkacakken, "Tabiî ya, boşuna mı oruç tutuyoruz" dedi hoca.”
İnsan Ateşi Görmeden Nasıl Isınır?
Prof. Dr. Durali Yılmaz’ın adını 1975’lerde duydum. Hikayelerini severek okudum. Bana hep yakın arkadaşımmış gibi gelen bir güzel insan. Ondan dinledim. Öyle tatlı, öyle zarif anlatışı var ki, dinlemeye doyamadım.
Durali Hoca, öğrencilik yıllarında Sezai Karakoç’un yakınında yer alanlardan ve Diriliş dergisine emek verenlerden. Sezai Karakoç ile Cemal Süreya’nın arkadaşlığını bilmeyen yok sanırım. Cemal Süreyya, Sezai Karakoç’un hem ev hem Diriliş’in bürosu olarak kullandığı Kadıköy’deki binaya sık uğrarmış.
Cemal Süreya, Tomris Uyar’la yeni evlendiği vakitler, yine pek kıymetli dostu Sezai Karakoç’u ziyarete gelmiş. “Sezai, Tomris kaloriferli eve taşınalım istiyor. İnsan ateşi görmeden nasıl ısınır? Tomris’i sen ikna edersin” diyor. Cemal Süreya yeni bir eve taşınmaktan yana değil ve Sezai Karakoç’tan yardım istiyor.
Sezai Karakoç Tomris Uyar’ı ikna edebildi mi? Uyumsuzlar Kraliçesi olarak anılan Tomris Uyar kaloriferli eve taşınabildi mi, öğrenemedim. Durali Hoca bu kadarını anlattı. Ben alacağımı aldım: “İnsan ateşi görmeden nasıl ısınır” diye soran adamdan olsa olsa şair olur. Şairin hası olur.
Cemal Süreya ile Tomris Uyar’ın ilişkisi üç yıl sürmüş. Cemal Süreya, Tomris Uyar’a çok düşkünmüş. Aşağıdaki öykü bu düşkünlüğe örnek olarak anlatılır:
“Her akşam işten çıkıp şıp diye eve damlıyordu Cemal Süreya. Bir gün Tomris Uyar, ‘biraz gez dolaş arkadaşlarınla falan buluş’ dedi. Ertesi gün geç geldi Cemal Süreya, daha ertesi gün de, hep geç geldi. Bu akşamlardan birinde, örtü silkelemek için pencereyi açan Tomris, apartmanın girişinde oturan Cemal’i gördü ve gerçek ortaya çıktı. Cemal Süreya, akşam iş çıkışı eve geliyor, aşağıda oturup, özellikle gecikiyordu. Tomris Uyar tarafından durumun adı derhal kondu: Şahsiyet Rötarı…”
Cemal Süreya çok sevdiği Tomris Uyar’dan ayrıldı. Bu ayrılıktan sonra Tomris’le geçirdiği 3 yıla dair hiçbir şey yazıp konuşmayacağına dair söz verdi ve sözünü tuttu.
Dokunma Kalbime Zira Çok İncedir Kırılır
Gavsi Baykara, 1902–1967 yılları arasında yaşamış neyzen, güfteci ve bestecimiz. Altmışa yakın eser bırakmış. Eyüp Mûsıkî Derneği'ni kurmuş, İstanbul Belediye Konservatuarı İcra Heyetinde kudümzen olarak görev yapmış.
Gavsi Bey, bir pazar günü icra heyeti konserine gitmek için evden çıkar, tramvaya biner. Saraçhane’de ineceği sırada bir kadın, onu dirseğiyle iter ve kapıya yönelir. Kadının kabalığı, yaratılış itibariyle nahif olan Gavsi Bey’in kalbini sızlatmıştır. Üzüntüsüyle “Dokunma kalbime zirâ çok incedir kırılır.” cümlesi dilinin ucuna gelir. Gavsi Bey konseri unutmuş, güftenin mısralarını ve bestenin ezgilerini tamamlamak için dalgın bir şekilde yürümektedir. Güfte ve besteyi tamamlamıştır ama konserde olması gerekirken sabah çıktığı evinin önündedir.
“Dokunma kalbime zirâ çok incedir kırılır
O tıpkı mâbede benzer ki, orda hıçkırılır
Gülersen aşkıma gönlüm harap olur yıkılır
O tıpkı mâbede benzer ki, orda hıçkırılır”
Hassas bir kalbin nağmesi olan Suzinak şarkının öyküsü böyleymiş. Ama Gavsi Bey’in iç dünyasının derinliklerinde nice incelikler, hıçkırıklar, harap gönüller ve mâbetler vardır.
Gavsi Baykara’yı merak edip araştırmaya başlayınca önümde derin bir tarih sayfası açıldı ve bir dönem romanının ip uçlarını yakaladım. Gavsi Baykara, Yenikapı Mevlevîhânesi’nin son şeyhi Abdülbâkî Dede’nin oğluymuş. Babası ve Mevlânâ soyundan gelen diğer şeyhler gibi terbiye edilmiş. Yedi yaşına gelinceye kadar annesi onunla sadece Arapça konuşmuş. Okula başladıktan sonra babasına Arapça veya Türkçe sorduğu sorulara yalnız Farsça karşılıklar almış. Yaşı biraz daha ilerleyince bir papaz ona Yunanca, Hahambaşılık’tan bir yetkili İbranice öğretmiş. Resmî eğitim almış, Galatasaray Sultanîsi’ne gitmiş Fransızca öğrenmiş. Dârü’l-Hılâfe Medresesi’ne devam etmiş. Yirmi iki yaşında iken 1925’te Tekkeler kapatılınca, Mevlevîhâne’nin müstakbel şeyhinin hayatı apayrı bir mecrâya girmiş.
Gavsi Baykara’nın babası, dedesi Celâleddin Dede’nin ölümü üzerine, yirmi dört yaşında şeyh olmuş. Tekkelerin kapatılması ile emlâk ve gelirlerine el konmuş. Aile ortada kalmış. Abdülbâkî Dede Edebiyat ve İlâhiyat fakültelerinde Farsça profesörü olarak çalışmış. 1933’teki işten çıkarmalarda bir daha işsiz kalmış. Şeyhliği elinden alınmış, üniversitedeki görevine son verilmiş. Şairlik ve musiki ise geçim sağlayan işlerden olmadığı için iki yıl sonra yokluk içinde ölmüş. Oğlu Gavsi’nin öyküsü de bundan sonra başlamış. Hazin bir hikayedir. Hazin hikâyelerdir ki, kalbi inceltir, dokunuversen kırılacak kadar hassaslaştırır.
Güzel atlara binip güzel diyarlara giden güzel insanlara Allah rahmet eylesin.
Not: Yahya Kemal’in Rindlerin Akşamı şiirinden Münir Nurettin Selçuk’un bestelediği segâh şarkıyı Tarkan’ın ‘Ahde Vefa’ albümünden, Gavsi Baykara’nın Suzinak şarkısını Melihat Gülses’ten dinleyebilirsiniz.
TARKAN - Rindlerin Akşamı
Melihat Gülses - Dokunma Kalbime Zîra Çok İncedir Kırılır