TEK TEK

Necati Cumalı ile Ankara-Paris Hattı

 

Bir yazar-şairle, sadece eserleri ile tanıdığım bir büyük edebiyat ustasıyla ölümünden 23 yıl sonra, Ankara Kızılay’da, Kumrular Caddesi’nde bir sanat mekanında buluşup onun Paris günlerini yad ettik.

Onun ölüm yıldönümüydü ama hiç hüzünlenmedim. İçimden “Ne iyi ettiniz de buluştuk. Sizi yıllar önceden tanıyordum. Ne yazık ki adınızı anmayalı, bir kitabınızı okumayalı çok uzun zaman oldu” dedim. Bu sözü yüzüne karşı söyleyemezdim. Kendime itiraf ederken bile utandım. Biliyorum, o her şeyi hoş görürdü, üzülse de belli etmezdi.

Şiir, roman, hikâye, deneme, tiyatro, senaryo ve günce gibi pek çok edebi türde eser vermiş, çok yönlü bir yazar olan Necati Cumalı’yı 10 Ocak 2001’de kaybettik. İlk şiir kitabı 1943’te “Kızılçullu Yolu” adıyla yayımlanan Cumalı, “Susuz Yaz” öyküsüyle büyük bir çıkış yakaladı.

Öykü, Metin Erksan tarafından aynı isimle filme aktarıldı. Hülya Koçyiğit'in sinemadaki ilk filmi olan “Susuz Yaz”ın ilk gösterimi Haziran 1964 tarihinde Berlin Film Festivali'nde yapıldı. "Susuz Yaz", bu festivalde Altın Ayı ödülünü kazandı. Böylece Türk sinema tarihinde uluslararası ödül kazanan ilk film oldu.

50’den fazla kitabı olan Necati Cumalı’yı “Ay Büyürken Uyuyamam” öyküsüyle ve “Şarkılar” adlı şiirinin  “Aşk yaşayanlar içindir” dizesiyle hatırlarım.

Necati Cumalı, “Şarkılar” şiirinde;
“Ağladığını istemem ben ölürsem Beni en sevdiğin halinle hatırla Uzak bir yerde çalıştığımı düşün Hayatta olduğuma inan Bir gün gelir kendiliğinden Geçer bütün üzüntün Her yeni gelen günü Yeni bir ümitle beklemeli Her yeni gün Yeni havalarla gelir.”
diyen bir gerçekçidir.

Necati Cumalı’yla Ankara’daki buluşmamız, onun Paris günlerine bir gönderme olarak yazdığı “Zorla İspanyol” adlı tiyatro oyunu sayesinde oldu.

Kızılay / Kumrular Caddesi’nde “Bambu Sahne”de, Fatmanur İsmailçebi, Erdi Erciyas, Yunus Beydoğan ve Fatih Aynacı’nın içten, zevkle, coşkuyla oynadığı, seyirciyi adeta oyunun içine dahil ettikleri “Zorla İspanyol”u izlemek, benim için yeni yıl piyangosu kazanmaktan değerliydi.

2024’ün, izlediğim ilk tiyatro oyununun, Necati Cumalı’nın ölüm yıldönümünde sahnelenmesi ise, büyük ustaya saygı sunmanın, onu hatırlamanın en nazik usulü oldu. Sanat, üslup, nezaket ve saygıdır.

Bambu Sahne, sıcacık bir mekan. Ortam, dostlarla buluşup, çok özel bir gösteri izlemiş gibi hissettiriyor. Seyirciler arasında Golden Retriever de vardı. Bambu Sahne’ninmiş. Biz oyunu izlerken, o merdiven boşluğunda yerinden kıpırdamadan durdu. Salondan çıkarken de tiyatronun Kumrular Caddesi’ne açılan kapısının, bambularla hoş bir dekora kavuşturulmuş merdivenlerinden seyircileri tek tek uğurladı. Adı Şiva’ymış. O ismi kim, niye koyduysa!

Zorla İspanyol’un afiş tasarımı bir harika. Evrim Özkan çizmiş. Yalın çizgiler, bir köşebaşı kafenin dış mekanı;  masa ve sandalyeler. Bir kadın ve bir erkek, sanki silüet. Nahif çizgiler, baktıkça baktırıyor ve resmin içinde olma hissi uyandırıyor.

Bir butik tiyatroda özgün bir afiş görmekten bu kadar mutlu olacağım hiç aklıma gelmemişti. Ne sanatçılarımız var, maalesef tanımıyor ve tanıtamıyoruz. Evrim Özkan’ı tebrik ederim. Çizim olarak bir benzerlik söz konusu değil ama bana Mengü Ertel’i hatırlattığı için teşekkür ederim.

Tiyatro afişleri ile kitap kapakları hep ilgimi çekmiştir. Grafik sanatlar, afiş ve kitap kapakları ile milyonlara ulaşabiliyor. Ankara’ya Tiyatro Afişleri Müzesi açılsa diye hayal kurmuşluğum vardır. Neden olmasın?

Tiyatroyu afişinden, dekoruna, koltuk düzeninden atmosferine, oyuncusundan temizlikçisine bir bütünlük içinde değerlendirmek gerekir.

Zorla İspanyol’un dekoru da aynı sadelikte. Bir kafenin önü; iki masa, dört sandalye, bir kapı, iki pencere. Bir de şövalede Hamlet afişi. Hepsi bu. Bu sadelik oyunculara da yansımış. Onlar da rahat, kasmadan, zorlanmadan, rahat olunca oyun ne zaman bitti, zaman nasıl su gibi akıp gitti, hiç farkında olmadım.

“Necati Cumalı’nın Paris yaşantısından izler taşıyan Zorla İspanyol eseri, Bambu Tiyatro tarafından DÜNYA PRÖMİYERİ için hazırlanmış.
Oyun, Paris’te bir kafede, yalnız bir şairin Paris, Parisli kadınlar ve yalnızlık üzerine olan sorgulamasıyla başlıyor. Hamlet’in -Hamlet’in öldürülen babasının- Hayalet’i bu sorgulamanın başkişisi… Her şeyi gören ve farkında olan hayalet ile adam arasında başlayan bu sohbet kafenin gizli öznesi kadının gelmesiyle seyirciye alışılagelmişin dışında bir komedi seyri sunuyor.”

Zorla İspanyol’un tanıtımı için hazırlanan metin yukarıdaki cümlelerden ibaret. Oysa oyunda çok daha fazlası var. Paris’in sanat merkezi oluşu, Fransız kadınlarının şuhluğu ve hayata bakışı, sanat akımları, İspanya iç savaşı, Akdenizlilik ruhu, Türk kimliğine göndermeler ve fazlası…

İki ayrı kadını canlandıran oyuncu Fatmanur İsmailçebi, süper yetenekli bir sanatçı. İlk kez izliyorum. Yüzü, fiziği, sesi, oyunculuğuna değer katmış. O da bu nimetleri sonuna kadar kullanmasını biliyor ki, sahne hakimiyeti bunu gösteriyor. İnşallah İstanbul’a kaçıp gitmez.

Hayalet rolündeki Erdi Erciyas, sadece oyuncu değilmiş. Necati Cumalı’nın Bütün Oyunları adlı eserinden “Zorla İspanyol”u bulmuş. Sahne tasarımını da rol arkadaşı Yunus Beydoğan’la ortaklaşa yapmışlar.

Necati Cumalı, hayatta olsa, oyunu izlese, sahneye çıkar, önce Erdi Erciyas’ı, sonra diğer oyuncuları alınlarından öperdi. Erdi Erciyas, Yunus Beydoğan ve garson-şarkıcı rolündeki Fatih Aynacı ile Fatmanur İsmailçebi dört kişilik çete kurmuşlar, koltuklarımızdan kıpırdatmadan bize oyunu pürdikkat seyrettirdiler. Ne silah ne tehdit. Nasıl becerdiler aklım almadı.

Hatta seyirci değil, “Cafe en Bamboo”nun müşterileriydik. Garson, gerçek Fransız olmalı, siparişlerimizi almadı. Bizi görmedi bile. O şık, nostalji esintisinde bir acı kahve içemeden Paris’ten ayrılmak zorunda kaldık.

Bu kadar güzel bir oyunun diğer kahramanlarına teşekkürü unutursam büyük ayıp etmiş olurum:
Ozan Demircioğlu (Yönetmen), Burcu Kahyaoğlu (Metin Düzenleme), Evrim Özkan (Afiş Tasarım) Murat Yiğit (Sahne Amiri ve Işık Tasarım), Celal Can Tanrıveroğlu (Dekor Tasarımı), Hayal Ekici (Kostüm Tasarımı)

Necati Cumalı, 1941’de Ankara Hukuk’u bitirmiş. 1941-1942 arası Ankara’da Toprak Mahsulleri Ofisi’nin Muhasebe bölümünde görev almış. 1945-1948 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü’nde çalışırken Cahit Sıtkı Tarancı ile Ankara’da kiralık bir evi paylaşmış. O yıllarda Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboğlu ve Ahmet Hamdi Tanpınar ile tanışmış. Bir süre Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı Devlet Tiyatrosu Operası Yayın İşleri biriminde çalışmış. Bu görevinden 1948’de ayrılmış. Sonra da İzmir’e taşınmış ve avukatlık yapmış.

Necati Cumalı, ölümünden yıllar sonra bir oyununun Ankara’da sahneleneceğini, hem de ilk memuriyete başladığı TMO’ya 100 metre uzaklıkta, şirin bir tiyatro salonunda, bir avuç sanatsever tarafından izleneceğini ve alkışlarla kendisine teşekkür edileceğini hayal etmiş midir? Sanat, bazen kurmaca çoğu kez gerçekliktir.

Ankara vefalı şehir. Ömrünün kısa bir dönemini Ankara’da geçirmiş olan Necati Cumalı’yı Ankara unutmamış. Ankaralı sanatçılar hatırlattı. Hem de bir oyununu ilk kez sahneye koyarak. Kim demiş Ankara’da sanat zayıf, sanatçı öksüz! Zorla İspanyol’u izlemenizi öneririm. Bambu Tiyatro’yu ise mutlaka görmenizi isterim.

“Sanatın amacı, ruhumuzu, gündelik hayatın tozlarından temizlemektir.” (Pablo Picasso)

“Sanatta hiçbir şey, hatta hareket bile tesadüf değildir.” (Edgar Degas)

 

 

 

Yayın Tarihi
12.01.2024
Bu makale 317 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!