TEK TEK

Başımıza Taş Düşmediği Kaldı

Son günlerde yaşadıklarımızdan canı yanmayan var mıdır? Sanmıyorum. Yılbaşından bu güne felaket üstüne felaket, acı üstüne acı... İç yakan, harlı bir ortamdayız. Bir yanımız ateş topu, bir yanımız seller...

Mehmet Akif’in Safahat’ının 3. kitabındaki şiiri geldi, düşüncelerimin baş köşesine kuruldu. 
“Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı? 
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun! 
'Yandık! 'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!” diye feryat eden şiir.

Kriz anları toplumsal paniğe yol açabiliyor. Türkiye bunu yaşıyor. Bir yaramızı sarmaya çalışırken bir yanımızda daha büyük yara açılıyor.

“Dert Bir Olaydı Ağlaması Golaydı”
Bu bir Azeri atasözüdür. Bugünlere özgü bir atasözü. Ağlanacak olayları madde madde sıralamak bile kolay değilken bunların acısının üstesinden gelmek kolay mı?

Kuraklık yaşadık, üretici ürün kaldıramadı. Göller, ırmaklar kurudu. Tuz Gölü’nde binlerce flamingo öldü. Ardından Marmara Denizi’ndeki müsilaj belası geldi. Ne olduğunu anlamadan, birçoğumuzun dili müsilaj demeye alışmadan unutuldu. Sonra orman yangınları baş gösterdi. 200’den fazla orman yangını meydana geldi. Cennet bölgelerimiz küle döndü. Bitti mi? Hayır, bitmedi. Hiçbir felaket yalnız gelmez. Biri gitmeden biri nöbeti devralır. Böyle oldu.

Karadeniz’i sel vurdu. Onlarca can yitti. Pandemi yeniden hortladı. Konya’da aile katliamı, Ankara’da Suriyelilere karşı kalkışma, sınırlara Afgan akını biri diğerini izledi. Nifak yangını ise giderek büyüyor. Bu yangını söndürecek ne ekip var ne teçhizat...

Enflasyon bile son 18 yılın en yükseğine ulaştı. Çarşıya, pazara, mutfağa, ceplere ateş düştü. Simit 2,5 lira oldu. Özetle:
“Başımıza bir taş düşmediği kaldı.”

Diyanet hutbe bile verdi:
“Afetlere karşı sorumluluğumuzun idrakinde olalım.”
İktidarın, her başarısızlığa kılıf uydurmakla görevli mazeretçileri kulak vermişler midir? Hoca, onlara şöyle seslendi:
“Böylesi zor günlerde şunu bir kez daha hatırlamalıyız ki sel, heyelan, yangın, deprem, kuraklık ve salgın hastalık gibi afetler karşısında can ve mal kaybımızı en aza indirmek ancak gerekli tedbirleri almakla mümkündür.
Zira tabiat olayları, sünnetullah yani ilahi düzen ve kanunlar gereği, sebep-sonuç ilişkisi içerisinde meydana gelmektedir.
Dolayısıyla bir mümin, sorumluluğunu ihmal edip göz göre göre afetlere kapı aralayamaz. Yeryüzünde dengeleri bozacak adımlar atamaz.
Nitekim afetlerin kötü neticelerinin önemli bir kısmı insanoğlunun kendi hata ve ihmalleri sebebiyledir.
Geliniz, üzerimize düşen sorumlulukların idrakinde olalım. Acı tecrübelerden ders alalım. Güvenli bir hayat için afetlere karşı hazırlıklı olalım...” 

Bunca felaket varken bir de yalan fırtınasına maruz kaldık. Doğru bildiğimiz ne varsa yanıp kül oluyor. Yalanlar, doğrulardan kalan boşlukları sarıp sarmalayıp ele geçiriyor. Bir doğru yanarsa 
binlerce yalan sarmaşığı büyür. Bu gerçeğe aldırış edilmiyor. Bir doğru yanarsa, bin yalan doğar.

Mehmet Akif’in şiirinin sonu şöyledir:
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi? 
Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!
Musab: Musibete, felakete uğramış.
Devahi: Büyük felaket.
[01:22, 24.08.2021] Ahmet Tek: Burası Sana Emanet!

“Biz Bir Aileyiz” sözü kadar sevmediğim, hatta rahatsızlık duyduğum bir beylik söz de “Burası sana emanet” buyruğudur. 

Çok iş değiştiren biri olmadım. Bu durum benim tercihim olduğu kadar çalıştığım iş yerlerinin istikrarlı ve kurumsal yapılarından da kaynaklanmış olabilir. “Burası sana emanet” sözü birkaç kez bana da söylendi. İlk işittiğimde de, sonraki süreçte de bu sözde hep batan bir şeyler olduğunu düşündüm. 

“Burası sana emanet” diyen kişi, hissedilir biçimde ve düpedüz “Verdiğim şeyi almak da benim tasarrufumda. Ayağını denk al. Patron benim, bunu unutma” demektedir.

Bu sözün kitleler önünde söylenişlerine de tesadüf ettim. Törende bulunanlardan bol alkış alan bir söz olduğuna şüphe yok. Devlette ve özel sektörde teamül olmuş…
[01:33, 24.08.2021] Ahmet Tek: Şakir’e Çay Yok!

Çiçek Abbas, Sinan Çetin'in yönetmenliğini yaptığı ve baş rollerinde Şener Şen, İlyas Salman ve Pembe Mutlu'nun yer aldığı, 1982 yapımı bir komedi - drama filmidir. Yeşilçam klasiklerindendir. Replikleri hafızalarımızdan çıkmayan filmdir. İlyas Salman’ın oynadığı Çiçek Abbas’ın, Şener Şen’in canlandırdığı Şakir’e, mahalle kahvesinde söylediği “Herkese benden çay, Şakir’e yok” dediği sahneyi unutmak mümkün mü?

Yeşilçam’ın çay’lı filmleri bir hayli çoktur. Yeşilçam çay ve sigara ikilisini en çok kullanan mekandır veya sektördür. Çaykur, bir vakit Yeşilçam filmlerinden alıntı yapılmış bir çay reklamı bile yayınlamıştı da çokça konuşulmuştu.

Necip Fazıl’ın çalışma masasının üzerine çay dökülmüş. Üstat, “Şu sigara paketini kurtarın, başka şey istemem demiş...” 

Tercih meselesi. İçmediğim için masamda sigara paketi bulunmaz. Türkiye’de “Çay mı, sigara mı?” anketi yapılsa “İkisi birden” cevabı ilk sırayı alır. Çoğunluğa göre, çay ve sigara ayrılmaz ikilidir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sigara karşıtı olduğunu bilmeyen yoktur. 

Neyse, sigarayı bırakalım, içenleri Allah kurtarsın diyelim ve çaya dönelim. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, belediye başkanlığı döneminden itibaren daha çok taksicileri ve bazı esnafı ziyaret edip onlarla çay içtiğini biliyoruz. Erdoğan’ın, Ankara Keçiören’de Faruk Koca’ya ait evde kiracı olduğu dönemde, komşularının çay davetlerine icabet ettiğini biliyorum.

Erdoğan, İstanbul Sultanbeyli’de 2015’lerde bir konuşma sonrası halkı selamlarken, bir binanın balkonundan sevgi gösterisinde bulunan aileye eliyle işaret ederek, “Size çay içmeye geliyorum” demişti. Bu hareketi de tv haberlerinde yer almıştı.

Erdoğan, 17 Aralık 2017’de Karaman Aktekke 15 Temmuz Meydanı’ndaki konuşması sırasında bir apartmanın balkonundan “Reisimiz çay davetimize evet der misiniz - Gurbetçi Ailesi” yazılı pankartı gördü. Erdoğan, törenin ardından Hollanda’da yaşayan Bozağaç Ailesi’ni ziyaret etmiş, ailenin ikram ettiği çayı içmişti.

Bir seçim döneminde Ak Parti’nin en iddialı projelerinden birinde yine çay ikramı vardı. Millet kıraathaneleri açılmıştı. Burada herkes çay içip kek yiyecekti. Elbette ücretsiz. Bana nasip olmadı. Bir gün gitmek istedim, “çayı haşlama, iyi değil. Sen kek de yemezsin” dediler. Ben de gitmedim.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çaylı ziyaretleri galiba 31 Ağustos 2020 günü Giresun mitingiyle başladı. Koronaya rağmen miting yapılmış, Cumhurbaşkanı mitingin sonunda otobüsün üzerinden kalabalığa “keyif çayı” atmıştı.

Sonra arkası geldi. 26 Ekim 2020 günü, Malatya’da bir servisçi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “İşsiziz, eve ekmek götüremiyoruz” dedi. Erdoğan, bu cümleyi abartılı bulduğunu söyledi. Esnaf durumun kötülüğünü anlatmaya çalışırken Erdoğan esnafa çay paketini atıp, “Keyif çayı bu, bu çayı iç” diye seslendi.

15 Temmuz 2021 günü Rize'yi sel vurdu, 6 kişi can verdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 23 Temmuz’da Rize'ye gitti. Güneysu ilçesinde miting yaptı. Miting sonunda yine otobüsün üstünden kalabalığa “keyif çayı” attı. Çay atılan yer, Türkiye'nin en önemli çay üretim merkeziydi. Bifa’da, Saray’da, Anı’da veya Şimşek’te çalışan işçileri iş yerlerinde ziyaret edip, onlara bisküvi veya gofret vermek gibi...

28 Temmuz 2021 gününden itibaren başta Antalya ve Muğla olmak üzere 200’e yakın yerde orman yangınları başladı. Yangınların bilançosu çok ağır oldu. Can kayıpları meydana geldi. 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 31 Temmuz 2021 günü, yangın felaketinin devam ettiği Marmaris'te, üstelik gece yarısı, miting otobüsünün üzerinden bir anonsçunun hitabı eşliğinde “keyif çayı” dağıttı. 

Birçok kişi için bardağı taşıran olay işte tam da burası oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan yangın bölgesinde otobüsle tur atarken, ön tarafta durup açık kapıdan yol kenarında gördüğü insanlara “keyif çayı” atmayı sürdürdü.

Mega orman yangınları hala yüreklerimizi yakıyor. Bu ortama rağmen “keyif çayı ikramı” yangın söndürme uçakları tartışmasını bile solladı.

“Çay harareti alır, sefaleti değil” diyen de çıktı, insanların üzerine “keyif çayı” atmak onlara saygısızlıktır diyen de. Bu olay kimilerince tuhaf, kimilerince antipatik, kimilerince sevimsiz bulundu. Sosyal medya adeta “yıkıldı.” Her konuda açıklama yapan İletişim Başkanı Fahrettin Altun, çay konusunda sessiz kaldı.

Üniversite yıllarımda yolculuklarım olurdu ve otobüsle gider gelirdim. Otobüsler mola verir, muavin “çaylar şirketten” diye bağırırdı. Biletlerin üzerinde de  “Çaylar  Şirketimizin İkramıdır” yazardı. Bir de hapishanede bir yakınını ziyarete gidenlerin çay paketi götürdüklerini hatırlıyorum.

Halka çay fırlatılmasının hikmeti nedir, fikir babası kimdir, bilmiyorum. Sosyal medyada uyduruk bir metin dolaşıyor. Aslı astarı olmayan şeyi herkes birbirine gönderiyor. Padişahlar çay dağıtırmış da... Oysa ne şah var ne padişah. 

Ben de çay fırlatma olayını tuhaf bulanlardanım. Önce yangınlar bir sönsün. Acılarımız sarılmaya başlasın. Sonra oturur hem çayımızı içer hem sohbet ederiz. Közde demlenen çay gibisi yoktur. Fındık kabuğu közüyle demlenen semaverle mi olur, Tokat işi mi, Çarşamba işi mi Allah bilir... 

Her işimiz ağır çekimdir ama çayı bizim kadar hızlı hazırlayıp hızlı içen millet yoktur sanırım. Oysa “çay seremonisi”nin Japonlar’dan çok bize uygun olduğunu düşünmüşümdür. Neredeyse yarım gün süren bir seremonidir ve sabırla baştan sona izlemişliğim olmuştur.

Yangın devam ederken çay keyfi mi olur? Türkçemizde “Yaraya Tuz Basmak” deyimi vardır. Eski bir derdi, acıyı, sıkıntıyı veya hüznü deşip çıkarmak anlamında kullanılır. “Yaraya merhem olmanın” karşıtıdır. Bir nevi “Bir yangının külünü yeniden yakıp geçmek”tir. Afetlerde çay dağıtımı “yaraya çay basmak” olmuyor mu?
Bana ne istersin diye sorarsanız, “Şu felaketler bir bitsin, başka şey istemem.” derim.

Yayın Tarihi
25.08.2021
Bu makale 2141 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!