Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Ruhi Su, Nihal Atsız, İsmail Beşikçi, Can Yücel, Kemal Burkay, Sevgi Soysal, Şule Yüksel Şenler, Çetin Altan, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Eşref Edip, İskilipli Atıf Hoca, Said Nursi, Rıfat Ilgaz, Tarık Akan, Yılmaz Güney, Refik Halit Karay, Burhan Felek, Zekeriya Sertel, Refi’ Cevat Ulunay, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Ahmed Arif, Mehmet Şevket Eygi, Hekimoğlu İsmail, Selda Bağcan, Cem Karaca, Aşık Mahzuni Şerif, Doğan Avcıoğlu, Yalçın Küçük, Mümtaz Soysal, Attila İlhan, Mihri Belli, İbrahim Balaban, Vedat Türkali, Musa Kart, Aslı Erdoğan ve daha yüzlerce isim.
Bu isimler, Türkiye’nin yakın döneminin yazarları, sanatçıları ve fikir işçileridir. Yolları, inançları, tutkuları, dünya görüşleri farklı olan bu isimlere yüzlercesini ilave edebilirsiniz. Bu isimlerin ortak yanı, hayatlarının bir döneminde cezaevine düşmeleridir.
Bize güzel bir şiir, içli bir şarkı, kıymetli bir kitap, eser ve söz bırakan kim varsa bedel ödetmişiz. Devletin iki eli bu kişilerin boynunu sıkmış ha sıkmış. Devletin cenderesinden kurtulan kendini şanslı görmüş veya mahcup hissetmiş.
Aydınların Çilesi
Bugün sosyal medyanın demirbaşı olan ve çoğu kez kime ait olduğu bile belirtilmeden kullanılan ne kadar söz ve şiir varsa, işte bunların sahibi olan fikir işçileri, aydınlar çileli bir yolculuktan geçmek zorunda kalmışlar.
Necip Fazıl, Zindandan Mehmed’e Mektup şiirinde öyle derinden vurgulamış ki, ne zaman bir sanatçıya bir yumruk gösterilse, ne zaman bir sanatçı zulme uğrasa aklıma gelir:
“Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!”
Baba katiliyle bir düşünürü, fikir adamını, sanatçıyı aynı safta tutmak, adaletsizliğin zirvesidir.
Orhan Pamuk’un Korkusu
Türkiye'nin Nobel Edebiyat Ödülü alan ilk ve tek yazarı Orhan Pamuk, T24 Yazarı Murat Sabuncu'ya Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan son kitabı “Uzak Dağlar ve Hatıralar” ile ilgili verdiği söyleşide, AKP iktidarı ve Altılı Masa ile demokrasi ve Türkiye burjuvazine ilişkin görüşlerini paylaşmış.
O söyleşiden bir bölümünü okurken, Orhan Pamuk’un sözleri beni maziye, geçmişe, uzun bir yolculuğa çıkardı.
Hayatı boyunca “korka korka konuştuğunu” ifade eden Orhan Pamuk; “Ama eskisi kadar korkmuyorum ve korkmakta haklı olduğumu düşünüyorum. Cesur değilim, korkuyorum ama korka korka konuşuyorum. Çünkü hiç konuşmamaktan daha çok korkuyorum. Utanıyorum…” demiş.
Sonra şöyle devam etmiş:
“Osman Kavala hapiste, herkes hapiste, herkese eziyet ediliyor. Sadistlik, hunharlık, zalimlik örnek olsun haline gelmiş. Şarkıcı Gülşen’e yapılanlara bakınız. Bunlardan korkulmaz mı? İnsan olan korkar ama insan olan korkusundan utanır gene konuşur, gene konuşur. Osman Kavala içeride, HDP’nin yöneticileri içeride, ‘Orhan sesini çıkart’ diyorlar. Haklılar, çıkartmaya çalışıyorum, bu kadar çıkıyor.”
Pinter ve Miller Türkiye’de
12 Eylül’ün askeri cunta döneminde birçok yazar, çizer, sanatçı tutuklanmış, bazı akademisyenlere görevden el çektirilmişti. Özgürlüklerin üstünün kapalı olduğu o dönemde, dünyaca ünlü İngiliz yazar Harold Pinter ve Amerikalı yazar Arthur Miller Pen Yazarlar Birliği adına Türkiye'ye geldiler.
İki ünlü yazarı, 17 Mart 1985’te, İstanbul Atatürk Hava Limanı’nda, çevirmenlik de yapacak olan Orhan Pamuk ve Gündüz Vassaf karşılar. Konuk yazarların amacı, 12 Eylül'ün baskıcı rejimi altında yaşayan Türkiye’deki aydın ve yazarların durumunu gözlemektir. Yazarlara yapılan zulüm ve baskı iddialarını inceleyip, Pen Yazarlar Birliği için rapor hazırlayacaklardır. O sırada 48 sanıklı Barış-2 Davası sürmektedir.
Harold Pinter ve Arthur Miller, Ankara’da eski başbakanlardan önce Bülent Ecevit'le, ertesi gün de Süleyman Demirel'le görüşürler. Başbakan Turgut Özal ve hükümet üyeleriyse görüşmeyi reddeder.
Dönemin Amerikan büyükelçisi, Arthur Miller onuruna Ankara’daki Amerikan Büyükelçiliğinde bir akşam yemeği verir. Bu yemekte yaşananlar çok ilginçtir ve bir başka yazının konusudur. Konuklar, büyükelçilikten kovulurlar.
Birkaç görüşmenin ardından bir grup aydın ve yazar, konuklar için Ankara’da Mülkiyeliler Birliği Lokali'nde akşam yemeği verir. Uzunca bir masa hazırlanmıştır. Masada, Aziz Nesin'den Demirtaş Ceyhun'a, Yalçın Küçük'e kadar çok sayıda konuk vardır.
Yemeğin ortasında Pinter, “Aranızda hiç hapse girmemiş olan var mı?” diye sorar. 20'ye yakın yazar birbirine şaşkınlıkla bakar. Masadan tek bir el kalkmıştır. O elin sahibi çekinerek, “Ben... Ben hiç hapse girmedim” der. Bu kişi o yılların genç ve umut vaat eden yazarı ve konukları havaalanında karşılayan Orhan Pamuk'tur.
Mülkiyeliler’deki Masa İki Nobel Aldı
Bu ülkede yazar, sanatçı ve aydın olup hapse girmemek hem şaşkınlık hem mahcubiyet sebebidir. Farklı fikri yelpazelerde bulunan aydınların, yazarların sürgün, işkence ve hapis cezalarıyla karşılaşmalarının sebebi malumdur.
Ne ilginçtir, Arthur Miller 2005 yılında hayatını kaybetti. Oyun yazarı ve çok yönlü bir sanatçı olan Harold Pinter ise 2005 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü kazandı. Bir yıl sonra 2006’da Nobel Edebiyat ödülünün sahibi, Pinter’e mihmandarlık yapan Orhan Pamuk oldu.
Aydınlar, yazarlar ve sanatçılar insanlığın ortak değerleridir. Onlar, doğdukları toprakların çok ötelerine de esintisini ulaştıran bahar rüzgârlarıdır. Kendi ülkelerinin havasını ve yaşamını dünyanın her köşesine taşıyan kültür elçileridir. Üzerimizde hakları çoktur. Onlara minnet borçluyuz. Ne yazık ki, hakaret edenlerin sesi, herkesten daha gür çıkıyor.