TEK TEK

Dünyanın Sesi

Kulağımızın duyduğu titreşimlere ses denir. Ses esnek bir ortamda mekanik titreşimler halinde yayılan dalgalardır. Ses oluşabilmesi için mutlaka titreşim hareketi olmalıdır.

 

Ses veren her şey titreşir. Cisimlerin titreşmesi ile meydana gelen sesin kulağımıza kadar gelebilmesi için ses kaynağı ile kulağımız arasında katı, sıvı ve gaz gibi esnek bir ortamın bulunması gerekir. Yani ses boşlukta yayılmaz.

 

Ses, kaynağından çıktığı zaman havada yayılıp kulağa kadar gelerek kulak zarını titreştirir. Kulak zarında oluşan titreşimler kulağın iç bölümüne iletilir. Bu titreşimler belli bir ileti taşır. Bu iletiler ise beyne ulaştığında beyin bunu algılamış, ses ise duyulmuş olur.

 

Çok mu karmaşık oldu? Ne yapalım, bazı şeyleri tarif etmek, o şeyin kendi kendine olmasından daha zordur. Ayakkabı nasıl bağlanır sorusunun cevabını yazacak olsam, yine karmaşık, sofistike bir durum ortaya çıkar.

 

YIllar önce Zen Budizm’le ilgili okuduğum bir kitapta, meditasyondaki (derin düşünme) “AUM” sesinin (Omm) evrenin sesi olduğu yazılıydı. Meditasyon yapanın, omm demekle, sembolik ve fiziksel olarak evrenin sesine uyum sağladığı, tüm canlılarla, doğayla ve evrenle bağlantılı olduğunu kabul ettiği belirtilmişti.

 

Doğru değilmiş. Ben söylemiyorum, NASA söylüyor. Uzay boşluğunda hava olmadığından, ses bizim bildiğimiz şekilde yayılamıyor. Bu yüzden NASA, uzayda bulunan maddelerin yaydığı elektromanyetik titreşimleri alıp insanların duyabileceği ses dalgalarına çevirmiş. İçinde Dünya’nın da bulunduğu bu sesleri dinledim. Dünya’nın sesini, ince metal bir çubuktan, rüzgârın çarpmasıyla oluşan sese benzettim. Uğultulu, yorucu, rahatsız edici bir ses. Fırtınalı filmlerin efektlerini çağrıştırıyor. İyi ki duymuyoruz. Dünya’nın bu sesini duyabilseydik, insan konuşan canlı olamazdı.

 

Bazı durumlarda, sessizlik bir sesi işaret eder. İlkbaharın ayak seslerini duymayanınız var mı? Evden çıktım, oturduğum binanın bahçesindeki sedir ağacında bir şenlik var. Durdum, dinledim. Onlarca serçe ve koro halinde hepsi ötüyor. Ortaya çıkan armoniyi bir süre dinledim. “Bahar geliyor. Bu cıvıltılar baharın müjdecisi” dedim.

 

Güneş artık daha cömert. Kendini sakınmıyor. Yakacak kadar değil ama yüzüme ılık ılık dokunuyor. Vücudum esniyor, kabana rağmen güneşi fark etmiş olmalı. Son cemre düşeli on günü geçti. Bunlar, baharın ayak sesi değilse ne?

 

Minik koruluğun çimleri bir karıştan fazla büyümüş. Oysa Ankara bu kış kar ve yağmur görmedi. Kuraklık yaşanıyor. Barajlarda doluluk oranı yüzde 20’ler civarında. Demek ki, toprağın nemi çimlere ve otlara yetecek denli mevcut. Baharın “ben geldim” diye kapıya dayanması başka nasıl olsun?

 

Geçen yıldan kalma kadife tarhında ne gördüm biliyor musunuz? Minicik mavi çiçekler. Mavinin açık tonu. Adını bilmiyorum, yabani mineye benzetiyorum. Boylu değil, yayılmacı türden. Onlarca dala sahip ve her dalda yüzlerce mavi çiçek. Bahar şöleninin ilk konuğuna selam verdim, izin isteyip fotoğrafını çektim.

 

İki yanı ağaçlarla çevrili yürüyüş yolu öyle kalabalık ki, insanların aralarına girmekte tereddüt ediyorum. Kovit belası korkutuyor. Alıştık maske, mesafe ve temizliğe. Yürüyenler maskeli ama mesafesiz. Baharın sesini duyan dışarıya akın etmiş.

 

Ağaçların arasından geçiyorum. Bazılarının üzerinde sonbahardan kalma kuru yapraklar var. Gövde ve büyük dallar odunsu renkte. Küçük dallar yeşile dönüşüyor. Ağacın sesine kulak veriyorum. Kış uykusundan uyandığını, kökleriyle su emmeye başladığını ve tomurcuklara gebe olduğunu hissediyorum. Ağaçtan sesler geliyor, işitilmesi güç sesler. Ağaç da farkında baharın yaklaştığının.

 

Bir anne önümde, üç çocuğuyla yürüyor. 10 yaşlarındaki kızına, 3-4 yaşlarındaki kardeşini yürütmesini söylüyor. Anne “Tembellik etmeyin, benden geride kalmayın” diye uyarıyor. Abla karşılık veriyor, “Bu çocuk şekerle çalışıyor. Şekerim bitti. Ondan yavaş yürüyor.” Anne bu kez 8-9 yaşlarındaki obez oğluna bağırıyor, “Yürü, hızlı yürü! Eritecem seni!” Zavallı çocuk ayaklarını güçlükle kaldırıyor, yürümüyor sanki sürünüyor.

 

Yürüyenler baharın farkında. Çünkü baharın sesini duyuyorlar. Dünya’nın sesi, serçelerin şarkısı, çimlerin titreyişi, erkenci çiçeklerin coşkusu, ağaçların tomurcuk sancısı, yürüyenlerin sözleri... Daha ne olsun? Bunlar hep baharın işaretleri.

 

Bu sırada ezan okunuyor. Birkaç camiden aynı anda duyulan ezan sesi, tüm seslerin ve baharı bekleyen her şeyin üzerine bir tül gibi seriliyor. Dünya’nın gerçeği ses ve seslerin en güzeli ezanmış, diyorum.

 

Varlığın sesine kulak vermek gerek. Güzel söz etmek gerek. "Şairlerin Sultanı" Bâkî ne demiş:

“Âvâzeyi bu âleme Davud gibi sal / Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.”

 

Sessizlik mezardakilere özgüdür. Erenler mezardakilere ölüler demeyi nezaketsizlik görmüş, suskunlar anlamındaki “hamuşan” kelimesini kullanmışlar.

 

Konuşmak güzeldir, insana özgüdür. İnsanı konuşan canlı olarak tanımlayanlar bile olmuştur. Ama konuşurken yüksek sesten kaçınalım. Kur’an-ı Kerim’de “sesini yükseltme” buyruğu insan içindir.

 

 

Yayın Tarihi
15.03.2021
Bu makale 4415 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!