Bu sözü ilk kez duyduğum günlerin üzerinden yıllar geçti. Unutmadım, ne zaman hatırlasam, gülümserim.
"Gülünecek vakit mi?" demeyin...Bizim nesil "Gülmenin sırası mı şimdi? Gülünecek ne var?" sorularıyla çok azarlandı. Bu yüzden asık suratı makbul zannedip, ömürlerini tebessüm etmeden geçirenler oldu.
Birey ve ülke olarak dertsiz, tasasız bir günümüz mü oldu ki gülecek zamanı bekleyelim? Hem gülme bir zaman dilimine hasredilebilecek hâl midir? “Şimdi gülmeyim, sırası değil. Uygun bir vakitte gülerim” diyeni duydunuz mu? Para değil ki, biriksin, eşya değil ki istif edilsin...
Gülmece veya mizah düşündürmenin en kestirme, en kolay yoludur. İnsanın kendini soluksuz kaldığı anlarda teneffüse çıkarma konforudur. "Şu yaşadıklarımıza bir bakın! Gülünecek günlerde miyiz? Sululuğun sırası mı?" diyenler lütfen bu köşeden uzaklaşsın.
İtfaiye müdürü bir arkadaşım vardı. Arada bir ziyaretine giderdim. Hâl hatır soruma ilk yanıtı, “Allah’a şükür, işler kesat” şeklinde olurdu.
Hayatım boyunca bu sözü başka kimseden duymadım. “İşler kesat, şükürler olsun” diyecek, itfaiyeciden başka bir meslek sahibi tanıdığım olmadı.
“İşler kesat" sözünü yıllar içinde öyle çok duydum ki, buz kalıbı gibi soğuk bu cümlenin bazı ticaret erbabı için dil alışkanlığı olduğuna inanmaya başladım.
Ekonomik döngü tıkır tıkır işlerken de, alışverişlerin tavan yaptığı dönemlerde de "işler kesat" sözü esnafın büyük bölümü için öylesine, gelişigüzel söyleniveren memnuniyetsizlik ifadesi olarak tedavülde kaldı. Dudak tiryakiliğinin bir başka biçimi...
İtfaiye müdürü değilseniz, bugünkü ekonomik tabloya bakıp, “İşler kesat, Allah’a şükür” diyeni duyamazsınız.
Ekonomik sıkıntılar, salgınla birlikte boyut değiştirdi, katmerlendi. Yüksek faiz ve enflasyon tüm bu sıkıntıların üzerine sarmaşık gibi dolandı. Türkiye ekonomisi zor bir döneme girdi. Birçok sektör bataklığa düşmüş gibi oldu, binlerce kişi işsiz kaldı. Dar geçitten çıkmanın formülü de bulunmuş değil.
Kazançlar ile tüketici fiyatları dengesi ilişkisi bir bozulursa onu onarmak korona aşısı bulmaktan daha zordur. Kazançlar ile tüketici fiyatları dengesi ilişkisindeki bozukluğu, eskinin siyah beyaz televizyonlarına benzetirim. Televizyon miadını doldurmuştur. Yenisi alınamadığı için gözden çıkarılamamışlardır. Ses ve görüntü sık sık gider. Bir arıza vardır ama orijinal parça bulamazsınız. Tamir ettirmek de mümkün değildir. Tek çare vura vura çalıştırmaktır. Ses veya görüntü gitti mi, kim yakınsa televizyona bir tokat atmak görevi ona düşer. O da her vuruşta çalışmaz. Kafasına göre takılır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, ekonomiye ilişkin açıklamalarındaki öneriler, mevcut durumu ortadan kaldıracak yöntemler değil.
Piyasada tokatçılar çok olabilir. Ama ekonominin gıcırdayan, tıkanan dişlileri tokat vurularak düzelmez. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son günlerdeki açıklamalarından bir cümlesini buraya not düşüyorum:
“Maliyetleri düşürmek ve fırsatçılarla mücadele etmek suretiyle en kısa sürede enflasyonu da kontrol altına alarak, raflardaki, etiketlerdeki fahiş fiyat artışlarının önüne geçeceğiz."
Cumhurbaşkanı Erdoğan hedef gösterince, ekonomi biliminden bihaber yandaş kalemler durabilir mi? Onlar da atışa başladılar. Ne inciler dökülüyor, dayanabilene aşk olsun...
Bir gazete, ekonomi tarihine geçecek, Zaytung haberi gibi şu manşeti attı:
"Gıda ürünleri ve kiraya fahiş zamlarla, iktidarı köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar.
Şer ittifakından ZAM KUMPASI"
Bu da köşeci denilenlerden birinin, yine yandaş olarak konuşlanan bir gazetedeki uzun bir yazısından çıkardığım sonuç: Enflasyonu 1990'lardan klonlayıp getirmişler. 'Klonlanmış Enflasyon Canavarı' ile hükümeti yenmeyi planlıyorlarmış.
Uydurmadım, gerçekten böyle cümleler var. Buyrun, virgülüne dokunmadan kısacık bir alıntı:
"Tarihi tekerrürden ibaret sananlar 2023'te büyük hayal kırıklığı yaşayacak; 90'larda bu enflasyon canavarıyla çok hükümet yediler, doğru; ama unutulmasın ki Erdoğan, 90'lardan klonladıkları "enflasyon canavarı"na biraz büyük gelir. Yiyemezler, millet Erdoğan'ı yedirmez!"
İster kara mizah deyin, ister ak; bir süredir böyle yazılar çıkıyor. Bu espriler güldürmediyse bir de şunu okuyun:
Adamın birinin evinde yangın çıkmış. İtfaiye geç kalınca alevler evi sarmış. İtfaiye ekiplerinin müdahalesine rağmen ahşap evden geriye sadece kül yığını kalmış. İtfaiye şefi üzgün bir halde evi yanan adamın yanına gelmiş, “Elimizden geleni yaptık, çok üzgünüm” demiş.
İtfaiye şefini teselli etmek (!) evi yanan adama düşmüş:
“Üzülmeyin, ev gitti ama arsayı kurtardınız.”
Ekonomideki yangın bu fıkrayı hatırlattı. Piyasa yanarken yöneticileri teselli etmek galiba vatandaşa düşecek. Vatandaş, “Üzülmeyin, sandığı kurtardınız” der mi?
Cinderella Man filminde Jim Braddock şöyle diyordu: Bırak da ringe çıkayım. En azından bana kimin vurduğunu bilirim.
Dar gelirli tüketicilerin bu günkü haline ne kadar benziyor. Doğalgaz, elektrik, akaryakıt zamları bir yanda, çarşı pazardaki ürünlerin fahiş fiyatları bir yanda. Bize kimin vurduğunu bir bilebilsek...
Gülümsemek, ekonomiyi düzeltmez ama enflasyonist ortamın bedava ilacıdır.