Bir gün bir balcıyla bir sirkeci aynı pazarda yan yana tezgâh açmışlar. Balcı suratsızın teki, somurtkanın önde gideni. Sirkeci ise güler yüzlü, sevecen ve neşeli. İki ayrı karakter, iki ayrı ürünle para kazanma derdinde.
Müşteriler sirke alıp gidiyormuş. “Mevsim turşu mevsimi de değil, niye herkes sirke alıyor? Neredeyse sirkenin fiyatına veriyorum taptaze balı, tadına bakan bile olmuyor” diye derttenmiş balcı.
Sirkeciye sormuş. “Balım çok güzel. Pazar bitiyor, bir kişi bile bal almadı. Sirke fiyatına bal satıyorum, siftah etmedim. Niye nasipsizim?”
Sirkeci eğip bükmeden lafı gediğine koymuş: “Tezgâhında bal var ama suratın sirke satıyor. Bu suratla sana müşteri mi gelir? Hangi nasipten söz ediyorsun!”
Gül Alıp Gül Satmak
Akıl ve ruh sağlığı yerinde olan müşteri, sirkeyi bile yüzü bal gibi olandan alır. Yüzü sirke satanın elinden bedava bile verse bal tadılmaz. “İhtiyacımız olan gül alıp gül satmak. Gülden terazi tutmak, gülü gül ile tartmak. Çarşı pazarı güle çevirmek.”
Kiminin suratı, kiminin dili, kiminin kalemi balcıya benzer; suratı asık, dudağı sarkık, kaşı çatık, yüzü ekşidir. Dili, sözü çirkin, hali, tavrı eğretidir.
Suratsız insandan, yüzü gülmeyenden, şakayı bilmeyenden, tebessüm etmeyenden, hayattan bezmiş, bakışları donuk, somurtkan, asabi, gergin, karamsar, aksi, hırçın, huysuz ve sevimsizlerden uzak duranlardanım.
Bu vasıftakiler kendi yaşamlarını kararttıkları yetmezmiş gibi çevrelerine de is bulaştırma derdindedirler. Gülmezler, gülenden rahatsızlık duyarlar. İsterler ki, herkes kendileri gibi karalar bağlasın, gamlı baykuş modunda yaşasın.
Mizah, son yıllarda sanki hayatımızdan çekildi. Bizi gülümsetecek, içimizi kıpır kıpır ettirecek bir kıvılcım yok. Toplumsal mizah, toplumsal düşüncenin ortak aşıdır, toplumun enerji kaynaklarındandır. Mizah aşını sanatçılar yapar. Onlar mizaha tat verirler, tuzunu, biberini, yağını, baharatını ölçülü koyarlar. Mizah, yemek kadar elzemdir. Mizah, sanattır, düşüncenin özgürce ifade edilmesidir, eleştiriyi zeka parıltılarıyla, incelikle ve ustaca ortaya koymaktır. Mizah, eleştirinin nahif halidir. Gülümsetirken gerçeği hatırlatma ve düşündürme yöntemidir.
El Âlemi Kendine Güldürme
Babası, küçükken Cem Yılmaz’a “Ne iş yaparsan yap, yeter ki el âlemi kendine güldürme" diye tembihte bulunmuş. Hangimiz bu uyarıdan muaf olduk ki!
Gülünç olmak ayrı, insanları güldürmek ayrı. Cem Yılmaz, baba nasihatini kulağına küpe yapmış. El âlemi güldürüyor; kendine değil, yaptığı işle, işini iyi yapmakla güldürüyor. Adeta incecik ip üstünde cambazlık yapıyor. Cem Yılmaz, bana göre Türkiye’nin en şahane komedyeni.
Gülmeyi, gülümsemeyi bizlere unutturmayan kim varsa hepsine binlerce teşekkür. Onlar hayatın çirkin yüzünü bizim için rengârenk boyayan insanlar. Onlar stand-upçı, karikatürist, tiyatrocu, ressam, yazar, şair, oyuncu, palyaço, türkücü, şarkıcı, davulcu, zurnacı… Onlar sanatçı. Onlar, Orhan Veli’nin Dalgacı Mahmut’u. “Onlar boyar her sabah gökyüzünü, biz derin uykudayken. Uyanır bakarız ki mavidir gökyüzü. Deniz yırtılır kimi zaman, bilmeyiz ki onları da Dalgacı Mahmutlar diker.”
Soytarı Yaftası
Cem Yılmaz imam olsaydı yine adından çok söz edilirdi. Herkesi gülümseten bir imam olurdu. Yine şaka yapardı, yine herkese takılırdı. Şaklabanlık yapmaz, kimseyi soytarı olarak yaftalamaz, sözleriyle kimseyi incitmezdi. Şakaları zekâ parıltıları saçar, Bakara-makara pespayeliğinde olmaz, Hoca Nasrettin’in çağdaş modeli olarak günün nabzını tutardı. Kalp kırmaz, korkutmaz, öldürmekle, kafirlikle, mürtedlikle tehdit etmezdi. “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın zorlaştırmayın” talimatının uygulayıcısı olurdu.
Cem Yılmaz’ı bir imam efendi tahkir etmiş. Cem Yılmaz ve onun esprilerine gülenler hakkında hüküm vermiş. Cem Yılmaz’ın umurunda olmadı, umursamadı bile. Ama bizim umurumuzda olmalı. Cem Yılmaz’ımız bir tane. O bizim tebessüm kaynağımız, neşemizin ortak figürü. Onlara uzanan dil, bizim yüreğimizi yaralar, moralimizi bozar, canımızı sıkar, keyfimizi kaçırır.
Cem Yılmaz'ı bilenler, gösterilerini izleyenler onun “Allah diyen aslan” diye çok eskiden anlattığı bir bölümü hatırlayacaktır. Aslan kükrerken güya cezbeye gelip “Allah” diye haykırıyor. Cem Yılmaz o gösterisinde öyle bir konuya dikkati çekiyor ki, alkışı hak ediyor: “Millet mucizeyi başka şeylerde arıyor. Sosyal medyada 'Allah diyen aslan' videosu paylaşıyor. Ayıp, vallahi ayıp. Aslan yeteri kadar şaşırtıcı değil öyle mi? Aslanı, kaplanı, panteri, balinası, tavus kuşu var ve sen aslanın Allah demesini hayretle karşılıyorsun! Mucizeyi burada aramak ne terbiyesizce bir şey!"
Mucize filan aramayalım. Düşünen, bakan, gören, idrak eden için yer gök mucize dolu. Varlık olarak insanın kendisi mucize. Biraz edep, biraz nezaket bize yeter. Kime ve neye güleceğimize kimse karışmasın.
Cem Yılmaz, kendisine dil uzatan din adamına değer vermiş olsa, mutlaka bir espri yapardı. Değer bulmadı ki, “2023’te 50 yaşındayım. İlgilenmiyorum” diye yazmakla yetindi. İmama uymadı. "İnsan umursamadığı şeyin galibidir."
Louis de Funes, Fransa'nın dünya sinemasına hediye ettiği en büyük komedyenlerden birisidir. Fransa'nın en yüksek dereceli sivil nişanı olan Légion d'honneur (Onur Nişanı) ile ödüllendirilmiştir. Ya biz ne yapıyoruz; elimizde kazma kürek, Cem Yılmaz’ları gömmek için mezar kazmakta yarışıyoruz.
Aynı Şakayı Şimdi Hangi Bakana Yapabilir?
Size Cem Yılmaz’ın, henüz 28 yaşında iken, dönemin en popüler ismine, Türkiye’nin batık gemisini düze çıkaran kaptanı Kemal Derviş’e yaptığı şakayı anımsatmak isterim.
Sene 2001.
Kemal Derviş ve beraberindeki ekonomi ekibi, Ankara'dan İstanbul'a gitmek üzere uçağın business bölümünde yerini alır. Cem Yılmaz uçağa son binen kişi olur.
Siyah bol bir kot, siyah bol bir tişört, spor ayakkabı ve ters takılmış bir şapka ile ekonomi sınıfındaki yerine doğru ilerleyen Cem Yılmaz, Kemal Derviş’i görür ve “Merhaba efendim, ben Van belediye başkanı, iyi yolculuklar” der.
Kemal Derviş, ayağa kalkarak, “Memnun oldum başkan, size de iyi yolculuklar. Nasılsınız?” diye karşılık verir.
Cem Yılmaz, “Sayın Bakanım, İller Bankası'nda bir kredi işimiz vardı. Halledemedik ama olsun” der ve gülümseyerek koltuğuna doğru ilerler.
Derviş, arkasında oturan danışmanı, eski Gençlik ve Spor Bakanı Fikret Ünlü’nün kızı olan Oya Ünlü’ye döner ve şöyle söyler:“Gördün mü Oya Hanım, Van belediye başkanını. Ne kadar rahat ve komik bir başkandı”
Oya Ünlü, “Kemal bey, o şaka yaptı. Belediye başkanı falan değil. O, ünlü komedyen Cem Yılmaz. Galiba sizi biraz işletti” diye yanıtlar.
Kemal Derviş’i güldüren Cem Yılmaz, bugünün ekonomiden sorumlu bakanına aynı şakayı yapmayı göze alabilir mi?
“İnsan, eşref-i mahlukattır” sözünü duymayanımız yoktur. (İnsan yaratılmışların en şereflisidir.) Cem Yılmaz bu sözü modifiye etmiş “Biz yan sanayi değiliz” demiş. Kimse yan sanayi değil, hiçbirimiz yedek parça değiliz.
Son Söz: İnsanoğlu gülünç olmak için doğmamışsa gülünç etmek için doğmuştur.
(Sait Faik Abasıyanık)
Gülmekten daha güzel bir eylem varsa o da güldürmektir. (Dostoyevski)
Not 1- Hepimizin adı anıldığında yüzünde güller açtıran bir tanıdık imamı mutlaka vardır. Erzurumlu Naim Hoca, Trabzonlu Mustafa Cansız Hoca, Malatyalı Şeker İmam, Karamanlı Karasakal Hoca vb.
Not 2- Ben Cem Yılmaz’a gülmüyorum. O beni güldürüyor.
Not 3- Gülümsemenin sağlık üzerinde olumlu etkisi varmış. Gülümseme anında 17, kaş çatma anında ise 43 kas çalışıyormuş.
Not 4- Allah kimseyi yaptığı espriyi açıklama zorunda bırakmasın.