Kocatepe, Ankara’nın ilk büyük camisidir. Kocatepe, iki kez temeli atılan ve yapımı 20 yıl süren camidir. Temelinin atılışı ile tamamlandığı zaman diliminde iki kez askeri darbe oldu. İnşaatı süresince Süleyman Demirel 4 kez, Bülent Ecevit 3 kez başbakanlık yaptı. 20 yıllık dönemde Nihat Erim, Ferit Melen, Naim Talu, Sadi Irmak, Turhan Feyzioğlu ve Bülend Ulusu başbakanlık yapan diğer isimlerdi.
Temeli, 30 Ekim 1967’de atılan Kocatepe Camii, Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde 28 Ağustos 1987’de ibadete açıldı. Eskiden işler yavaş yürür, çoğu kez yürümezdi. Şimdi her şey hızlandı. Sadece işler değil, yaşam bile düne göre çok hızlı. Kocatepe’den birkaç misli büyük İstanbul’daki Çamlıca Camii 6 yılda, Ankara’daki Ahmet Hamdi Akseki Camii 4 yılda bitirildi.
Kocatepe Camii’ne en son pandemi öncesi gitmiştim. Demek ki, iki yıldan fazladır Kocatepe’yi görmemişim. Edirne’den geldiğimin ertesi günü, (20 Kasım Pazar) bir cenaze namazı için Kocatepe’ye gitmek üzere evden çıktım. Puslu ve yumuşak bir hava vardı. Kocatepe’ye Olgunlar’dan gitmeyi planladım. Belki kitapçı tezgahlarının önünde oyalanırım diye düşündüm.
Atatürk Bulvarı’ndan Bakanlıklar’a doğru yürüdüm. İstiklal Caddesi’ndeki olaydan sonra Kızılay’da polis sayısı bir hayli artmış. Çok polis gördüm. Olgunların girişindeki Madenci heykeliyle karşılaşınca Amasra’daki patlamayı hatırladım. Soma gibi, Ermenek gibi Amasra da unutulanlar galerisindeki yerini alacak.
Madenci heykelinin açıldığı gün ve dönemin olayları dün gibi aklımda. Aralık 1991’de 100 bin maden işçisi, sendikal hakları için Zonguldak’tan Ankara’ya yürüyüşe geçmişti. Destansı bir yürüyüştü. İşçilerin yürüyüşü sık sık engellendi. İşçiler günlerce yürüdüler, camilerde, kahvelerde, vatandaşların evlerinde, birçoğu ise yol kenarlarında battaniyelerine sarınarak uyudular. İşçilerin Ankara’ya girişine izin verilmedi. Böyle bir ortamda heykeltraş Metin Yurdanur, Madenci heykelini yaptı. Heykel, 1992’den beri Olgunlar’ın girişinde kazma sallıyor.
Madencinin baretinin ve kazmasının üstüne iki güvercin tünemiş. Miskin miskin bulvardaki trafiği takip eden boncuk gözler... Fotoğraf çekmek isterken baretin üstündeki güvercin, ‘beni hikâyene dahil etme’ diyerek havalandı. Uzağa gitmedi; geceleri heykeli aydınlatmak için dikilmiş elektrik direğinin tepesine kondu. Kazmanın ucundaki güvercin ise poz verdi. Heykelin önü sokak hayvanlarını besleyenler tarafından işgal edilmiş; yemek ve ekmek parçaları ile plastik kova… Yukarıyı kuşlar, aşağıyı hayvanseverler kirletmiş. Hem görüntü çirkin hem kötü kokuyor. İlk yıllarda heykelin önünde şeffaf ve kalın bir cam vardı. Artık cam yok. Yenilemekten bıkmış olmalılar. Ankara’da heykel temizliği hep sorun.
Olgunlar’daki kitapçılarda ikinci el kitaplar bile uçmuş. Yaz başında “tanesi 5 lira veya 10 lira” yazılı etiketlerin rakamı 20-30 lira olmuş. Yeni kitaplara da baktım ama alışveriş yapmadım. Sene sonuna kadar okuyacağım kitapları Edirne’den aldım, kitap için ayırdığım bütçeyi de Edirne’de bitirdim.
Cenazeler olmasa Kocatepe Camii hepten boş kalır mı? Elbette pazar günleri Kocatepe çevresi sessizdir. Çünkü iş yerleri kapalı. Cumaları içeride yer bulunmaz. Kocatepe’nin geniş avlusuna banklar yeniden konulmuş. Sevindim. 28 Şubat sürecinde buradaki banklar kaldırılmıştı. Aczmendiler’in Kocatepe’ye gelişleri, kıyafetleri olay olmuştu. 127 kişilik grup camiye alınmamış, 1997’nin ilk ayında kılık ve kıyafetleri yüzünden Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanmışlardı. İlginç ve karanlık günlerdi.
İkindi sonrası, gazeteci Ercan San’ın cenaze namazına katıldım. Ercan San’la Hürriyet’te aynı dönemde çalıştık. Onu hep beyefendiliği ile hatırlarım. 1958’de mesleğe başlamış, Ankara’da çeşitli gazetelerde çalışmış, 1968’de TRT’ye girmiş. TRT Haber Merkezi’nde Parlamento Haberleri Müdür Yardımcısı olarak mesleğe devam etmiş. Parlamento Haberleri Müdürü ve Haber Dairesi Başkanlığı da yapmış ve 1984 yılında emekli olmuş.
Emekliliğinin ardından Hürriyet Gazetesi Ankara Bürosu Haber Müdürlüğü yaptı. 1987-1993 yılları arasında Anadolu Ajansı Genel Müdür Yardımcısı ve Genel Müdür Müşaviri olarak mesleğine devam etti. San, 1994 yılında TBMM tarafından Radyo ve Televizyon Üst Kurul üyeliğine seçildi, görevini altı yıl boyunca sürdürdü.
Ercan San, meslekte ağabey dediğim güzel insanlardandı. Güleryüzlü, sempatik, renkli biriydi. Sinirlendiğini, kızdığını hiç görmedim. Evlat acısı yaşadı. Ağustos’ta eşini kaybetmiş. Bir süredir rahatsızmış. 85 yaşındaymış. Allah rahmet eylesin. Üç gün önce, Hürriyet Gazetesi’nde birlikte çalıştığımız Sungar Taylaner de vefat etmişti. Ankara dışında olduğum için cenaze namazına katılamamıştım. Ben de hakkı olan insanlardandı. Allah rahmet eylesin. Yakınlarının başı sağ olsun.
Mazi, yaşam ipinin hafızamıza dolanan düğümleridir, dünden bugüne bizimle gelendir. Mazi, yeniden kurgulayıp, cilalayıp, dönüştürüp hatıra diye inandıklarımızdır.
Emrah Serbes, Afili Filintalar’da, “"İşler yolunda gitmiyorsa mazi denilen şey bir enkazdır ve hatıraların da son kullanma tarihleri vardır. Küflenirler, kokuşurlar, bozulurlar.” demiş.
Mazi, biten, bitmiş, geçmiş, geride kalmış, yaşanıp bitmiş demek. Arapçadan almışız ve imza ile aynı kökten geliyormuş. Biten işe nokta koymak gibi. Bu dünya ölümlü. Her canlı ölümü tadacak. Mazimiz bir gün imza olarak bile kalmayacak.
Maziye kişisel tapınak, son sığınak diyenler de var. Geçmişimize yapışıp kalmamız, kendimizden ermiş yaratma arzumuzdan doğmuş olabilir mi? Hangimiz kendi geçmişimizin önünde diz çöküp avuç açmıyoruz?
Geçmiş dedikleri, geçen bir şey değildir. Önce Sungar ağabey, ardından Ercan ağabey. Onları tanıdığımda 30 yaşından küçüktüm. Şimdi o yaşımın iki katından fazlayım. Günler geçiyor. Ama geçip gitmiyor işte. Mazinin güzel veya acı günleri bizimle geliyor. Kimi ayak bileğimize geçirilmiş pranga, kimi yüzümüzde tatlı bir tebessüm. Demek ki hatıralarımın son kullanma tarihi henüz geçmemiş. (Hayallerin yerini hatıralar almışsa yaşlılık çoktan başlamış demektir.)
Cenaze namazında gördüğüm gazetecilerin hepsi 60 yaş üzeriydi. Ne yazık ki gazetecilik, emekli olup bir köşeye çekilenlerin çabucak unutulduğu mesleklerdendir. Genç gazeteciler, meslek büyüklerinin adlarını bilmezler, ihtiyaç da duymazlar. Gazeteci, mesleğini bıraktıktan sonra unutulan kişidir. Cenazesine de yakınlarıyla hayatta kalmış birkaç yaşıtı katılır. Ne diyelim, bazı meslekler zordur; iş bulmak, işini layıkıyla yapmak, sonra sessizce bir kenara çekilmek. Ercan San’ın çalıştığı kurumların bugünkü yöneticileri acaba onun adını duymuşlar mıdır? Taziye dileklerini iletmişler midir?
Kocatepe Camii’nden ayrıldıktan sonra, önündeki parkta bir süre oturdum. Park dökülen yapraklarla doluydu. Bu yazının bir bölümünü parkta yazdım. Sonra Kızılay’a yürüdüm. Yerler hep yaprak. Ağaçlarda kalanlar da sararmış, ha düştü ha düşecekler. Aylardan kasım, yaprak dökümünden doğalı var mı?
Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır. Yeter ki, küflü, bozuk ve kokuşmuş hatıralarımızı beraberimizde ahiret azığı olarak götürmeyelim. Baki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.
Not: Hıncal Uluç da vefat etmiş. Mesleğine aşıktı, fikri takip ilkesinden taviz vermezdi, Doğrucu Davut’tu. Basının içine düştüğü durumu, gazeteleri ve bazı köşe yazarlarını en çok eleştiren kişiydi. Köşesini kaçırmadan okuduğum birkaç gazeteciden biriydi. Allah rahmet eylesin. Ağabeyi Öcal Uluç’la çalışma fırsatı buldum. Türk basınının nezaket timsalidir. Baş sağlığı dilerim.