
Farklı Faiku
-kabak çiçeğine-
rengine kanma
bahar başında patlar
delimsek çiçek
ND-İnci
Hayatın kendisi ile kabak arasında dramatik bir benzerlik kurarım. Evet, bildiğimiz kabak, sebzelerden kabak ile hayat arasında.
Daha tertemiz bir uyanışta kabak çiçeğinin açmasına benzetilir masumiyetimiz. Ailenin koruduğu hayatta çoğunlukla öğretilmeyen, büyüklerin dünyasına geçişimiz “kabağın çiçek açması” gibidir. Bir sabah uyanmışız ki açmışız yani büyümüşüz aniden. Çocuk olmaktan hemen genç olmaya uyanmışız. Özellikle liseye başlayan kızların durumudur bu. Bir anda serpiliverirler.
Birey şanslı ise bu dönem sıkıntısız ya da az hasarla atlatır. Ben birçok gencin bu dönemde aynen kabak çiçeği gibi koparılıp bir başkasına yemek olsun diye içlerinin, temiz hayallerinin kirletilmesine üzülerek şahitlik ettiğimiz bir hayatın içindeyiz.
Sonrası ne kadar çok büyüdüğüne bağlıdır. Ama mutlak bir gün birileri koparır seni ve özellikle Akdeniz civarındaysan ilk akla gelen senin “çintmeni” yapmaktır. Üstüne sarımsaklı yoğurttan sosla bir sofrada buluverirsin kendini. Yada bir başka evde “şakşukanın” içine koymak için kızartırlar seni kızgın yağda.
Kızgın yağ deme hayatın kendisidir. Bildiklerimizin hepsini çarpa çarpa, çarpıla çarpıla ya biz kızgın tavada ya da kızgın yağda yana yakıla öğreniriz. Öyle narin elli, güzel sesli öğretmenlerin anlattığı dersler gibi değildir, dirgen gibi elleri, diken gibi dilleri olan başkalarının anlattığı dersler gibidir kızgın yağda, kızgın tavada kavrulmak.
Anadolu’daysan eğer, önce seni boy boy doğrarlar ve içini oyup yine doldururlar gönüllerince. Sen artık sen değilsindir onlar için. Bir malzeme olmaktan öte değildir hiç bir şey. Gene bir başkasına yemek olman için “Kabak dolması” olursun bir anda. Gene üstüne dökülecek sarımsaklı yoğurtla tadını değiştirirler.
Sıkıntın pişerken de geçmez. Pişmek bir yana bir de patlayacak kadar basıncın içinde kalırsın kapağın açılıncaya kadar.
Pişmek olgunlaşmaksa eğer herkes gibi bir kabak ta en çok kısık ateşte usul usul olgunlaşmayı sever. Lezzetlenir tadınca. Sen gibi, ben gibi, herkes gibi..
En çok hamur gibi yoğrulup mücver oluşu heyecan verir kabağa. Kabak olmaktan başka bir boyuta döner sanki. Hacı olmak gibi, usta olmak gibi. İçi kabak, dışı et lezzetindedir. Üstüne hele birde soya soslu, az baharatlı acımsı bir şiir okunursa, değmen gitsin. Kızgın yağdaki pişerken cızırdamasına.
Müzeyyen Senar’ın taş plaklarının sesi gibi gelir kulaklara kızgın yağdaki kızaran kabaktan çıkan ses.
Sonrası mı bildik bir akşam. Su kabağıysan topuz gülleli başının büyümesi beklenir. Usta bir el seni ya kabak kemani yapmak için ya da avize yapmak için şekillendirir. Aynen lisedeyken aşık olduğum felsefe öğretmenim gibi. Canım benim, yüreğimde hala 23 yaşında ilk atandığı yerde öğretmenliğini yapar durur. Ben okullardan mezun oldum, o hala yüreğimde mecburi hizmette. Bana okuma sevgisini aşılayan bir sadelikte.
Babannemin eline düşen bir kabaksa eğer mutlaka tatlı olur üstü bolca cevizli, yanında tahinle. Kabağın en lezzetli hali. Hele birde rakılı bir gecenin çağrısına uyup Mehmet Abi’nin bol taneli işkembesinin üstüne yenmiş kabak tatlısıysa.
Kendin bilmez birileri kendi gibi sanıp kabak tadı verdin der. Aynen köklerini bulunamayan aşkın diskiriminantı gibi. Yoktur aslında ve yok olanı arayıp, bulunamadığında söylenen söz gibidir kabak tadı. “Hastirrrrrrrrrrrr”. Diğer bir deyişle sessiz ve derin bir hayal kırıklığının adıdır.
Dedim ya, kabak olmak kolay değil. Hayatın kendisidir kabağın başına gelenler.
Sonrası kesin rakıyla devam eder bu yazının.