Bu sokakta bir zamanlar merhamet hanım yaşardı
Sokak kedilerinden
ve çocuklardan daha çok elleri vardı
Bir zamanlar ahlaksızlığın da ahlakı vardı
Çağ çiğnedi geçti edephanesini
Hırsı ateşe, nefsi yele verdi yuva dağıldı
Şimdilerde merhametin metruk evinde
Utanç odasının orta yerinde
kızıl bir incir ağacı durmadan
bencilliği emziriyor sütüyle
Nurtaç İnci
Babam ve Oğlum filminden bir replik;
— Yolu neden uzattık Baba?
— Kasap İrfan var ya, şimdi onun dükkânın önünden geçmek olmaz. Borç aldı benden, epey de oldu. Belli ki darda. Şimdi kendimizi gösterir gibi yakışık almaz.

Bizim Anadolu insanı böyle idi. Buna sosyal sermaye deniliyor. İnsanlar arasındaki ilişkinin, dayanışmanın gücünü tarif etmek için. Ki biz millet olarak güçlü bir sosyal sermayeyle, güçlü bağlarla birbirimize bağlı idik. Sonra 1950 li yıllardan itibaren sistematik biçimde sürdürülen bu değerleri yok etme, başkasına muhtaç etme sürecinden sonra, çalan, çırpan, tecavüz eden hale geldi. Artık o bağlar da kalmadı. Bir torba kömüre bu inançlarımızın hepsini değiştirdik.
Utanma bir duyguydu mesela. Utanırdık. Başkasının sahip oldukları ve olmadıklarından başlayarak yapabileceklerimizi belirlerdik. Mahallede ölüm olmuşsa, radyo dinlemezi televizyon açmaz o komşumuza saygı duyardık. Köyde okula giderken normal kıyafetler giydirirdi annem. Söylediklerimizden utanırdık, davranışlarımızdan utanırdık. Utanırdık, yüzümüz kızarırdı. Hatta bir şey olduğunda öğretmenlerimiz “utanmaz mısın, yüzün dahi kızarmadı mı?” derlerdi. Ramazanda ayıp olmasın diye, çocuk dahi olsak dışarıda yemek yemezdik. Büyükler konuşurken söz bize düşmezse, bize sormazlarsa onları dinlerdik. Hatta aile bireyleri yanında mahalledeki herkes bizi bu konuda denetlerdi. Ben babamdan korkardım, amcamdan korkardım, başkalarının babalarından ve amcalarından da korkardım. Hatta köyün kasabı rahmetli Ahmet Amca’dan hepimiz korkardık. Bahsettiğim korkma onları incitmekten çekinmekti.
Utanmanın insanın ruhunun yüceliğini, aklının ve kalbinin temizliğini hatta insan olmanın kalitesini gösterir bir duygu olduğu küçüklükten itibaren öğretilmişti bize. Bilim diliyle süper egomuza yerleştirilmiş bir kodlama idi. Toplumca onaylanmayan, onursuz sayılacak veya gülünç olacak bir duruma düşmekten üzüntü duymak, korkmak, mahcup olmak biçimindeki öğretilerin toplamıydı utanma duygusu.
Kendi yaptıklarımız ve başkasının yaptıkları için utanırdık hatta. Çocukken annemi komşulara gezmelere gittiğimde hiç utandırdım mı bilmem ama bir yerlere giderken “oğlum beni orda sakın utandıracak bir şey yapma, söyleme, hal ve hareketlerine dikkat et” derdi. “Allahtan korktuğun kadar, kuldan da utanacaksın” öğretisiyle büyüdük. Büyüdük arkadaşlarımızın yaptıklarından utandık, bize yapılanlardan utandık. Sadece insanın insan yaptığından değil, insanın diğer canlılara nasıl davrandığı da o kişinin toplumdaki yerini belirlerdi. Hayvanına eziyet eden biri aşağılanırdı. Hor görülürdü.
Biz bize öğretilen utanma duygusunu çocuklarımıza da öğrettik. Demek ki herkes öğretmemiş olmalı ki, bugün “utanma” duygusu yok kimsede. O zamanın esnafı helal sayılabilecek oranın veya miktarın üstünde kar elde etmezdi, şimdi birçok esnaf, fırsatını bulduğunda fiyatı dilediği kat oranda belirleyebildiğini görüyoruz. Şimdilerde gençlerde ve çocuklarda bu duygunun olmadığını, kendi arasındaki ilişkilerde, başkalarıyla olan ilişkilerinde, otobüste, sınıfta her yerde görüyoruz. Siyasette olmadığını görüyoruz. Eskiden ekmek parası ve itibar para kazanmanın biçimini belirlerken, şimdilerde “paran olsunda nasıl kazanırsan kazan” standardı hakim. Şarkılar çok naif idi eskiden, şimdi belden aşağı her şeyle dolu.
Bir arkadaşım bana anlattı, çok sıkışık olan bir arkadaşına zamanında borç vermiş yaklaşık bir yıl olmasına rağmen getirmemiş. Diyor ki arkadaşım “o utanmıyor, ben ondan alacağımı istemekten utanıyorum. O insan nasıl başı dik dolaşabiliyor sokakta bilmem. Ben olsam yerin dibine girerdim ve oradan çıkmazdım”. Benimde böyle bir anım var ben yazmaktan haya ediyorum.
Günümüzde her şey bireyin yaşam biçimini, kendini ifade etmeyi, birçok alternatif arasından seçim yapmayı ve rahatlığı vurguluyorsa da, eskiden toplum hayatı, kollektif hayâ duygusunun bir ifadesiydi. Toplum ve aile adına duyulan sorumluluk bireylerin kendi istek, arzu ve beklentilerinden daha ön planda idi. Oysa günümüzde bize mutluluğa ulaşmamız için düşlerimizi takip etmemiz öğütleniyor. Bir zamanların “edepli ol!” tavsiyesi, şimdilerde “kendin ol!” diye değiştirildi. İnsanlar artık hayatı, kendi oluşturdukları düşünceler ve standartlara göre yaşıyor. Kişisel erdemi tanımlayan utanma duygusu olmadan işletmeler arasındaki rekabet bile farklı boyutlarda yaşanmakta. Kişiler başkasının hak ve özgürlüklerini çok kolay bir şekilde ihlal edebilmekte. “Hem suçlu hem güçlü” veya “hem kel hem fodul” olanların sayısı azımsanmayacak kadar çok günümüz toplumunda. Hatta öylesine ki, iyi olmanız kaybetmeniz için en önemli nedendir.
Diyeceğim o ki utanmak bir duyguydu ve biz utanırdık. Utandığımızdan karnımızın açlığını söyleyemezdik. Şimdi her şey sakınmadan söyleniyor. Hangisi doğru bilmiyorum ama biz utanıyorduk, hala da utanıyorum. Utanacak bir şey yapmamak için yaşıyorum. Ama yaşarken bana yapılanların birçoğunu başkasına anlatırken bile ben utanıyorum ve anlatamıyorum.