Havada bulut yok, bu ne dumandır?
Mahlede ölü yok, bu ne şivandır?
Ana ben ölmedim bu ne figandır?
Eli yemendir, gülü çemendir
Giden gelmiyor, acep nedendir?
Analar ağıt yakar eğer canları yanarsa. Kızının, gelininin, evladının ya da sevdiği herhangi birinin başına bir şey geldiğinde. Ağıt, genellikle bir ölümün ya da acı, üzücü bir olayın ardından doğaçlama söylenen halk türküsüdür.
Ağıtlar, doğal afetler, ölüm, hastalık gibi çaresizlikler karşısında korku, heyecan, üzüntü, isyan gibi duyguları ifade eden ezgili sözlerdir. Türk kültüründe oldukça köklü bir maziye sahip olan ağıt ve ağıt söyleme veya ağıtçılık geleneği, çeşitli Türk boyları tarafından günümüze kadar yaşatılan ortak en eski geleneklerden birisidir.
Orhun Âbideleri’nde “Sıgıt” ve “Sıgıtçı” olarak gördüğümüz ağıt ve ağıt söyleme geleneği, Türk boylarındaki dil ve gelenek farklılaşması ile geniş bir coğrafyaya dağılma sebebiyle çeşitli kelimelerle adlandırılmıştır.
Türkleri en fazla etkileyen ve hemen her aileden bir veya birkaç bireyin kaybedildiği önemli tarihi olaylardan biri de Türk Kurtuluş Savaşı’dır. Bu savaşta kaybedilen yüz binlerce Türk evladı için pek çok ağıt yakılmıştır. Bu durumu, Kurtuluş Savaşı’nda şehit olan Bayat’tan Ali Osman’a bacısı Şerife Aydın’ın yaktığı ağıtta açıkça görmekteyiz.
“Şafak söktü tan yerleri atıyor / Tren gelmiş acı acı ötüyor / Kardeşim şehit olmuş yerde yatıyor / Ak elleri kızıl kana batıyor”.
Bir başka örneği ise “Yemen Türküsü” olarak bilinen ve söylenen türküdür.
Dünyanın her yerinde analar, bacılar, babalar, dedeler ağıt yakarlar. Ağıt yakan dilin söylediğine nefesteki titreklik ve gözdeki akan yaş da eşlik eder. Hissedilen veya yaşanan acı o kadar derindir ki vücudun her zerresiyle ağlanır. Ağıt hangi dilde yakılırsa yakılsın içinde gözyaşı vardır. İster o dili bilelim, ister bilmeyelim mutlaka anlaşılır içinde bir ananın, bir bacının ağladığı.
Yangın yeridir yürek. İtfaiyesi olmayan, itfaiyenin giremediği yerdir o küçük oda. Ağlanarak, gözden akıtılanlarla söndürülür oradaki yangın..
İşte bu günlerde yaşanan sınır ötesi operasyonda şehit olan askerlerimizin memleketlerinde yaşanan cenaze törenlerinde televizyon kameralarına yansıyan ve yürek dağlayan anaların feryatları beni Antalya’daki evimde ve herkesi olduğu yerde bu acıya ortak ediyor. Bir ana Diyarbakır’da Kürtçe ağıt yakarken, bir diğer ana Konya’da, bir diğeri Kayseri’de oğluna ağlıyor. Üç aylık hamile anne eşinin tabutunun yanında asker selamı verip, “Omuzlarım dik benim!” diyor, Hazar olmuş gözleriyle.
Yüreği düğümleniyor insanın; dayan dayanabilirsen. Kınalı kuzuların ardı sıra söylenen kına kokan türküler. Kına yakmak şehidin öncesi, ağıt yakmak sonrasıdır . “Vatan sağ olsun” derken babalar; diğer tüm babalar onun acısına gark olmakta. “Şehitler Ölmez, Vatan Bölünmez” derken gerçekten şehidin ölmeyeceğine, vatanın bölünmeyeceğine dem vururuz. Ve gerçekte hala Çanakkale’de ölenlerin ardına yakılan ağıtları dilendiriyorsak, operasyonlarda ölenlerin ardına yakılan ağıtlarda elbet daha sonra diller de olacaktır. Kast edilen “ölmezlik” bu mudur, bilmek gerek.
1983 yılından beri devam eden PKK terörüyle mücadelede verilen her bir şehit için bir yere tuğla koysaydık binlerce elleri kınalı kuzunun adı yazılı bir dağ olurdu orası. Biz madem ki şehitlerin ölmediğine inanıyorsak kaç tanesinin adını bir yerde andık? Şehit edilen hangi öğretmenimizin adını bir okula verdik, kaç askerimizin adını hangi mahallelere, parklara, semtlere verdik? “Ateş düştüğü yeri yakacak” yine. Toplanıp slogan atılacak ve sonra unutulup gidecek. Yirmi beş keleş mermisi isabet eden iki yaşındaki kızın gazetelerdeki resmi hala gözümüzde, otuz üç köylünün öldürüldüğü Başbağlar katliamı hangi yüreklerde daha sonra anıldı?
“Kurt bulanık günü sever” derdi babaannem. Bu acıların yaşandığı bu günlerde millet vekilleri maaşlarına zam yaptırmayı isteyen fırsatçıların verdiği “acı”, ağlayarak söndürülen cinsten değildi. Bu durum karşısında ancak amiyane söylemlerle dolu satırlar, devrik cümleler ve sağlam anlamlar vardı muhatabına erkek egemen göndermelerde bulunduğumuz.
Bu hafta acılarla geçti. Analar ağladı. Ama bu operasyonlarla doğuda bir Kürt devletinin kurulması en az yirmi ila elli yıl ötelendi. Vatan bölünmeyecek. Her ne kadar siyasi olarak çalkantılar ve türban dahil bir çok noktada halk bölünmüşse de, vatan askeri anlamda hala bütünlük içinde. Şükürler olsun.
Bu topraklarda gözü olan emperyalizmin çıkarları ve bu sebeple oynadığı oyun da devam etmekte. Biteceğe de benzemiyor.
Unutmamak gerek; hiçbir özgürlük yok ki bedeli olmasın. “Şehitler Ölmez, Vatan Bölünmez” derken bahsedilen “bedel” şehitlerimizdir. Ruhları şâd olsun. Minnetlerimizle.