Boşuna marka aramayın

Antalya bir süredir markasını arıyor…

Valilik, Büyükşehir Belediyesi, Antalya Ticaret Odası bu iş için seferber oldu.

Özel bir şirketle anlaşıldı, 16 haftalık çalışma sonrası ‘Antalya manifestosu’ adı verilen bir ön rapor hazırlandı.

Proje sorumlusu Muhterem İlgüner’in açıkladığı Antalya manifestosunda bir çok fikir yer alıyor. Bunlardan öne çıkanı ise Antalya ile geometriyi birleştirmek ve buradan ‘marka’ ortaya çıkarmak…

Bu çalışmaları, çabaları taktir ediyorum, ancak Antalya’nın geometriden öncelikli marka olabilecek değerleri bulunduğunu düşünüyorum.

Mesela Kaleiçi…

Tarih nasıl katledilir diye bir marka ortaya koyabiliriz.

Yıllarca Kaleiçi’ni çevreleyen surları yıkıp tarihi taşları farklı amaçlarla kullanan, binlerce yıllık eserleri parçalayıp yanına beton binalar diken Antalyalı için bundan daha iyi ‘marka’ olabilir mi?

İkinci ‘marka’ teklifim Antalya’yı son 30 yılında beton yığınına çeviren yerel yöneticilerimiz ve mimarlarımız…

Dünyada deniz kıyısında kurulup ön sıraya çok katlı binalar yapan, arkada ise az katlı yapıları denize hasret bırakan başka mimari örnek gösterebilir misiniz?

Otomobilinize binip şöyle bir Antalya’yı dolaşın, gözünüze hoş gelebilecek mimari görselliğe sahip tek bir bina bulabilir misiniz?

Başka marka önerileri mi istiyorsunuz…

Peki o zaman sıralayalım…

Çukurlarla kaplı yollarımızı marka olarak kullanabiliriz mesela… Otomotiv sektörüne katkısından dolayı…

Turisti yolunacak kaz gören hanutçularımız ve esnafımız da var sırada…

Ya Mısır’dan ithal edip kenti donattığımız palmiye ağaçlarına ne demeli…

Antalya’nın markası palmiye olamaz mı? B u kadar para harcandıktan sonra bal gibi olur…

Kural tanımaz sürücülerimiz de ‘marka’ sırasında gözardı edilmemesi gereken unsurlardan birisi…

Turistin canını emanet ettiği tur otobüsleri şoförlerinden tutun, kent içinde cirit atan çimento mikserlerinin şoförlerine, trafikte kendilerini ayrıcalıklı ilan eden minibüs ve halkotobüsü şoförlerine kadar direksiyondaki tüm insanlarımız Antalya için ‘marka’ olabilir…

Zaten her yıl trafik kazalarında onlarca turistin can vermiyor mu? Bize turist gönderen ülkeler vatandaşlarına “aman trafiğe dikkat” uyarısı yapmıyor mu? Terörden çok trafik canavarına kurban vermiyor muyuz?

Bu önerilerimin hiç birini beğenmediyseniz, yeşil katliamını en iyi beceren millet olma özelliğimizi marka olarak kullanabilirsiniz…

Turizm adına, turizmin en önemli unsuru olan ormanları, ağaçları yok eden biz değil miyiz? Sadece Belek’te yüz binlerce ağacı gözümüzü kırpmadan kesmedik mi?

Antalya’nın cennet dağlarında binlerce maden ruhsatı verip doğayı ve yeşili katletmedik mi?

Bu önerilerin daha onlarcasını sıralayabilirim.

Yaşamımızın ve kentimizin bu gerçeklerini gözardı edip ‘geometri’den medet ummanın mantığını anlamış değilim…

Bırakın ‘Pergeli Apollonus’u, siz Antalya’yı marka yapmaya çalışın…

Antalya ismi zaten markadır…

Antalya’yı sorunlarından arındırın, kötü özelliklerini silip atın, yanlışları tekrarlamayın, insanların parmakla gösterdiği bir yaşam merkezi haline getirin, bakın bakalım marka aramanıza gerek kalacak mı?

Bırakalım, Paris’in Eyfeli’ni, Amerika’nın Özgürlük Anıtı’nı, İtalya’nın Pissa Kulesi’ni…

Aynaya bakalım…

Baktığımız aynadaki görüntümüzü kendimiz beğenmeye başladığımız zaman Antalya’nın öne fırlayacak binlerce ‘marka değeri’ ortaya çıkacaktır…

Noel Baba Antalyalı’dır.

Dünyada demokrasi ile yönetilen ilk şehir Antalya’dadır.

Antalya Avrupa’yı yaş sebze-meyveye doyuran kenttir.

Aspendos gibi dünyanın en eski ve en sağlam antik tiyatrosu bu kenttedir.

Side gibi, Phaselis gibi tüm dünyanın imrendiği antik kentler Antalya’dadır.

Olimpos ateşi bu ilin sınırları içinde yanmaktadır.

Artık tükenmek üzere bile olsa, narenciye ürünleri ile Antalya ismi özdeşleşmiştir…

Üç kuruşa satmak için didinmek zorunda kalsak da, dünyanın en kaliteli, en lüks otelleri Antalya kıyılarındadır.

Ve hala kirletmeyi beceremediğimiz Akdeniz’in en güzel kıyılarına Antalya sahiptir…

Bırakın marka telaşına düşmeyi, Antalya’nın telaşını yüreğinizde hissedin…

 

Aksu Çayı’nda talana devam

 

Aksu Çayı’ndaki kum-çakıl talanı yıllardır tartışılıyordu. Arkadaşımız Özgür Önder’in geçtiğimiz ay yaptığı bir haber, dikkatlerin bu bölgeye yeniden çevrilmesine neden oldu. Haberin fotoğrafı çok etkileyiciydi. Hava fotoğrafı, buradaki talanı o kadar net ortaya koyuyordu ki, kimsenin konuşacak hali kalmadı. Bu cennet bölgeyi rant kapısına çevirenler, para hırsıyla insanların tapulu arazilerini bile yağmalamakta sakınca görmedi.

Bizde haber yayınlandıktan sonra, Vali Alaaddin Yüksel konuya hassas yaklaştı ve görevleri bu tür yerleri korumak olan, ancak bunu hiçbir zaman yerine getiremeyenleri harekete geçirdi. Aksu Çayı’ndaki kum çakıl ocakları mühürlendi ve denetim sıklaştırıldı.

Aradan birkaç hafta geçince yine her şey eskiye döndü. Rant çeteleri yeniden ortaya çıktı. Çalışma saatlerini gündüzden geceye alıp yağmaya devam etmeye başladı.

Değişen hiçbir şey olmadı.

Yazık…

Sanırım millet olarak sık kullandığımız “böyle gelmiş, böyle gider” sözünün değişeceği yok.

Zihniyet değişmedikçe, adamsendecilik yok edilmedikçe, rantı engellemekle görevli olanlar, ranta ortak olma hayallerini bir yana bırakmadıkça böyle gelmiş, böyle gidecek…

 

 

Yayın Tarihi
08.01.2008
Bu makale 427 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!